Elif Mat
Öykü
Werner ekibiyle beraber St.
Malo’daydı. Son olaylar, köprünün uçurulup, 9 askerin öldürülmesi bardağı
taşıran son damla olmuştu. St. Malo daki direnişi kırmakla
görevlendirilmişlerdi.
Kimseye göz
açtırmayacaksınız denilmişti kendilerine. Werner’ın görevi bu yayınları yapan
radyo vericisini tespit etmekti.
Bu onun için çocuk
oyuncağıydı. Kısa sürede evi tespit etti. Sokakta dolaşıp evin tepesindeki
küçük anteni bile gördü. Dinlemeye aldı. Sesi tanıyordu. Hatta yayından sonra
çalan müziği bile çocukluğundan hatırlıyordu. Clair de Lune. Claud Debussy’nin Ay
ışığı sonatı.
Karanlık geceleri aydınlatan
gökyüzünün Nur’u mübarek Ay için yazılmıştı. Ne güzel bir parçaydı bu. Ulvi bir
haz duyuyordu onu dinlerken.
Hayır bu evi ihbar
etmeyecekti. Ama takip ediyordu. Eve girip çıkanları tespit etmişti. Marie’yi
tanıyordu. Bu kızın başına bir şey gelmesini istemezdi.
Deniz Kızı Yalnız Yüzüyor
Bir gün hanımların konuşmaları
esnasında bu sözü duydu Marie. Şifreli konuşuyorlardı belli ama ne demek
istiyorlardı acaba. Aklına Amerikalıların Normandiya çıkartması gelmişti.
Herkes haberi duyunca ne kadar da sevinmişti. Acaba buraya da mı çıkartma
yapacaklardı.
Bir gün evde yalnızdı, Madam
hastalanmış gelememiş, Etien’i toplantıya çağırmışlardı etraf sessizdi. Saatler
geçiyor Etien dönmüyordu. Sakın onu da babası gibi yakalamasınlar. Ne yapardı
dünyada bir başına?
Etraftan bir haber almak
için çıkmayı düşündü cesaret edemedi.
Birden bombalar yağmaya
başladı St. Malo’ya.
Sesler kulakları sağır
ediyordu.
Çaresiz aşağı bodrum katına
indi. Orada beklemek en doğrusuydu.
Gene saatler geçti gelen giden yoktu.
Artık acıktı susadı,
tuvalete gitmesi gerekti. Kapıyı açtı yukarı kata çıktı. Mutfaktan yiyecek bir
şeyler aldı. Suyunu içti. Tam geri bodrum katına dönmek üzereydi ki kapının
zorlandığını işitti.
Hemen yukarı çatı katına
çıktı.
Etien bu yasak yayınları
yaparken gizli bir geçit açmış önüne gardırobu çekmişti. Gardırobun içine e bir
kapı açmıştı. Gardıroba girdi kapısını kapadı diğer kapıdan çatıya çıktı.
Artık burada bekleyecekti.
Gelen her kimse onu bulamadan gider diye umut ediyordu.
Gene saatler geçti. Gelen
gitmiyordu. Ayağının aksamasından yürüyüşü farklıydı. Bastonu tıkırdıyordu.
Gelenin geçen gün sahilde peşine takılan adam olduğunu anladı.
Bu adam bizi bırakmayacak
diye düşündü.
İnleme sesleri geliyordu.
Adam hastaydı.
Evde geçirdiği günlerde
babasının yaptığı maketle oynamıştı saatlerce. Sokakta ne var bütün binaları
tek tek ezberlemişti. Etien’in büyük evi de yapılmıştı aslının birebir kopyasıydı.
Evin bacasını parmaklarıyla
yoklarken oynadığını fark etti çevirince içinde bir bölme açıldı. Elmas
oradaydı. Bu taşın elmas olup olmamasının Marie için önemi yoktu. Gözleri
görmeyen biri için taş, taştı işte.
Bunu buradan alsam iyi
olacak diye düşündü. Artık elması cebinde taşıyordu. Kendisiyle babası arasında
bir bağ olmuştu bu taş. Sanki elinde tutarsa babası gelecekti.
Şimdi aşağıda Rummel’in
maket evi kırıp döktüğünü gittikçe sinirlenip bağırdığını duyabiliyordu. Rummel
elması ele geçiremeyecekti.
Bir ara ses kesildi. Evde
dolaşmıyordu, belki o da yorulmuş oturmuştu bir yere. Ama gitmediğini biliyordu
Marie.
Bombalar yine başladı.
Yapacak bir şey yoktu artık
yalnızlığa ve beklemeye tahammül edemiyordu. Radyoyu kurcalamaya başladı.
Açmayı başarınca Jul Verne’in Deniz Altında Seksen Bin Fersah kitabını aldı
okumaya başladı.
Bomba seslerinden kendi
sesini aşağıdaki adamın duyamayacağını sanıyordu.
Öbür taraftan Werner Arı Hotel’deydi.
Bir zamanlar sosyetenin gelip deniz kenarında tatil yaptığı bu otel Alman
ordusunca karargâh olarak kullanılmaktaydı. Bombalama başlayınca onlar da hemen
bodruma inmişlerdi. Bir arkadaşları ölmüş Volkheimer ile Werner Bodrum da
mahsur kalmışlardı. Nasıl çıkabileceklerini hesap ediyorlardı.
Eski bir radyo buldular.
Volkheimer çalıştır şunu dedi belki bir haber alabiliriz.
Bundan bir şey olmaz dedi
Werner ama yapacak bir şey olmadığı için kurcalamaya başladı.
Sonunda tamir etmişti ama
herhangi bir istasyon bulamadılar. Radyo işe yaramıyordu. Bir şey
duymuyorlardı.
Biraz sonra titrek bir kız
sesi duyuldu, kitap okuyordu. Beraber dinlemeye başladılar. Bir ara Clair de Lune
da çaldı. Sonra sustu “O burada” dedi fısıldayarak.
Werner bir küfür savurdu. “Bulmuş
kızı Rummel” dedi. “Çıkacağız buradan, gidip o herifi öldüreceğim.”
Savurayım mı şu delikten el
bombasını belki bir yer yıkılır, çıkarız? Dedi Volkheimer.
Savur dedi. Öyle ya da böyle
öleceğiz zaten. Bir şansımızı deneyelim.
Volkheimer el bombasının
pimini çekti. Savurdu.
Büyük bir patlamadan sağ
kurtuldular. Yıkıntılar arasından emekleyerek çıkmayı başardılar.
Şu işe bak dedi Werner.
Madene girmeyelim diye askere yazıldık burada da yerin dibine girdik.
Hemen Marie nin evine gitti.
Sessizce içeri girdi. Yukarı katta Rummel’İ buldu. Düşünmedi silahı ateşledi.
Adam ağrılarından kurtulmuştu sonunda. Herife iyilik yaptık dedi.
Çıktı yukarı gardırobu buldu
içeri gidi kapıyı zorladı açılmadı. Seslendi. Marie korkuyla bir yere büzüşmüştü.
Ben seni kurtarmaya geldim korkma
aç kapıyı diyordu ses.
Marie elini kapıya koydu,
diğer taraftan Werner’ın eli de kapıya dayanmıştı. Aralarında tahta sanki
birbirlerine değiyorlardı.
Açıyorum dedi Marie.
Gel korkma artık dedi
Werner. Çıkaracağım seni buradan.
Marie sarıldı ona.
Aşağıya indiler beraber.
Mutfağa gidip bir şeyler yediler, su içtiler.
Sonra gitme vakti gelmişti.
“Neler oluyor?” dedi Marie. “Almanlar
bizi bombalıyor mu?”
“Hayır Almanlar değil.
Amerikalılar Almanları bombalıyor. Uçaktan bildiri atmışlar Fransızlar kaçsın
Almanları bombalayacağız demişler. Senin haberin olmadı mı?”
“Hayır, evde yalnızdım.
Etien’e ne oldu?”
“Tutuklanmış olabilir” dedi
Werner.
Yatak odasına gitti. Beyaz
bir yastık kılıfı buldu. Marie’ye verdi. “Bunu teslim bayrağı olarak
kullanacaksın. Ben seni dışarı çıkaracağım. Hastaneye git. Orayı bombalamazlar.
Kendini tanıt. Seni emniyetli bir yere götürsünler.”
“Sen? Sen benimle gelmeyecek
misin?”
“Ben seninle gelemem.
Yanında bir Alman askeriyle yürüyemezsin. Yalnız gideceksin. Korkma uzaktan
takip edeceğim seni. Elinde beyaz bayrakla yürüyen bir kıza kimse ateş açmaz.”
Marie elini Werner’in yüzüne
uzattı. Yüzünü eliyle okşadı dokunarak tanımaya çalıştı. Sonra başını omzuna
koydu bir kere daha sarıldı.
“Au revoir” dedi. Allah seni
korusun.
“Günün birinde bu lanet
savaş biterse Paris’e gel Doğa tarihi müzesinde beni sor.”
“Peki” dedi Werner. “Dediğin
gibi olsun.”
“Dikkatli ol”
“Sen de.”
Böyle söyleyerek ayrıldılar.
Vücutları döndü elleri bir müddet daha birbirlerinin ellerinde kaldı.
Marie hastaneye varıncaya
kadar Werner onu uzaktan takip etti Kendi canını hiçe sayarak. Sonra döndü
gitti.
Gidecekti bir yere ama
nereye?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder