6 Şubat 2021 Cumartesi

Gece yarısı

 

9



Artık eline kâğıt kalem alıp, Thomas’a mektup yazması, son aylarda hayatının nasıl değiştiğini anlatması gerekiyordu. Uzun müddettir görüşmemişlerdi. Onu özlemiş miydi? Belki bazen ama giderek hafızasından siliniyordu. Gönlünde eski yeri yoktu. Toronto’ya gelirken belki buradan da ya trene ya otobüse biner New York’a gider onu görürüm diye düşünüyordu. Ama aramayan sormayan adama gitmenin de bir alemi yoktu.

Bu mektupla hem Toronto’ya geldiğini haber verecek hem de artık gelecek planlarında onun yeri olmadığını anlatmaya çalışacak en azından ima edecekti. Bir yere gitmeyen bir ilişkiyi sürdürmek istemiyordu.

Mektubun tonu sandığından da neşeliydi. Buraya geldi geleli sabahları gülümseyerek uyanıyor, akşamları mutlu yatıyordu. Hayatındaki bu değişiklik ona gerçekten çok iyi gelmişti. Çocukluğunu geçirdiği baba evinden ilk defa ayrılmış, kabuğundan çıkmış, yazdan yaza gelecek kendisiyle gönül eğleyecek bir adamı beklemektense daha iyi bir geleceğe doğru yola çıkmıştı.

Bir şeye başlamak için eskiyi geride bırakmak, yeni hayat için eskiyle bağları koparmak gerekiyordu. Belki de buna büyümek deniyordu.

İlerde bir gün eski evine dönerse büyümüş olgunlaşmış olarak dönecekti.

Thomas ne yapıyordu acaba? O da büyüyüp olgunlaşıyor muydu? Belki o da kendi hayat mücadelesini veriyor, kendi içini kemiren sorunlarla başa çıkmaya uğraşıyordu.

Belki de kendisiyle fazla meşguldü. Sarah’ya istediğini veremiyordu.

Ona Toronto’yu anlattı uzun uzun, halasını, yeni işini yaşadığı mahalleyi, hafta sonlarında bir iki kez gidip gördüğü filmleri. Silver İslet’te geride bıraktığı arkadaşlarını.

Mektuba pulu yapıştırıp posta kutusuna attıktan sonra derin bir oh çekti. Rahatlamıştı. Senelerin yükü kalkmıştı üzerinden. Hiç kimseye hiçbir yere bağlılığı yoktu. Özgürdü. Bir işi bir geleceği vardı.  Bundan sonra kendi yolunu çizmekte kararlıydı.

Banyoya girdi hazırlanıp saçlarına yeni bir model vermek için kuaföre gitmeye karar verdi. Kendisine birkaç yeni kıyafet aldı. Adımlarında hafiflik kalbinde neşe vardı. Mevsim bahara dönüyordu. Her şey yolundaydı.

Dükkâna geldiğinde David “Ne oldu bugün biraz geciktin?” dedi.

Öyle oldu gelirken yolda birkaç dükkâna uğradım. İçimde bir sevinç var.”

“Bahardandır. Güzel yüzünü böyle gülerken görmek ne hoş”

“David bu köşeye bir hobi köşesi yapmak istiyorum, sadece çocuklara değil annelerine de hitap edecek bir şeyler satmalıyız. Ben renkli yünler, kanaviçe malzemeleri, dantel, örgü modelleri de satalım istiyorum, hatta birkaç moda dergisi. Bir yandan çocuklar oyuncaklarla ilgilenirken, anneler de oyalanır. Dükkânda daha çok vakit geçirirler. Hatta kahve makinesinde kahve yapıp akşamüstü gelen müşterilere ikram da edebiliriz.”

“Anlaşıldı sen burayı yakında hanımlar gününe çevireceksin. İstersen café de açalım?”

“Dalga geçme. Ben hep böyleyim, hep kafamda projeler olur.”

“Bakalım işler fena değil, biraz yatırım yapabiliriz belki.”

 

Birbirlerine özel hayatlarıyla ilgili fazla soru sormamaya çalışıyorlardı ama hemen her gün birlikte çalışınca dükkânın içinde ister istemez laf lafı açıyor, ipuçları veriliyordu.

David’in daha önce evlenip ayrılmış olduğunu öğrenmişti. Eski eşi ve 9 yaşındaki oğlu Toronto’nun kuzeyinde bir yerde iki saat uzaklıkta bir kasabada yaşıyorlardı. Carol ayrılınca kendi ailesinin yanına gitmeyi tercih etmişti. David oğlunu az görebiliyordu. “Belki biraz daha büyüyünce Toronto’ya okumaya gelir” diyordu.

Geçen Noel’de gitmiş, hediyeler götürmüştü. Gitmese onu yemeğe davet edeceklerdi. Halasının fikriydi bu. Sarah’nın yanında olmasına çok sevinmiş “şöyle unutulmayacak bir Noel geçirelim” demiş, günlerce hazırlanmıştı. “Madem bu kadar hazırlık yapıyorsun ben de Augusta ile eşini davet edeyim şenlendirsinler evimizi” demişti Sarah. Hakikaten güzel bir Noel’di. Halasına sevdiği çikolatalardan aldı. Halası da ona gümüş çay takımını hediye etti. “Bu benden sonra senin” dedi.

 

Yaza doğru garip bir olay oldu. Gece yarısı el ayak çekildikten sonra Sarah karmaşık rüyalar görmüş nefes nefese uyanmıştı. Kalkıp su içmek için mutfağa gitti. Sanki bir yerden çocuk sesi geliyordu. Kedi falandır dedi önce. Sonra bir koşuşturma birinin ayağının takılıp düştüğünü gördü. Uzun pardösülü kadın korkuyla kafasını kaldırıp cama doğru baktı. Toparlanıp, hemen aceleyle uzaklaştı.

Allah Allah, ne işi var bu kadının gece yarısı sokakta dedi Sarah. Kilise bahçesinden çıkmıştı. Camı açtı etrafı dinledi. Evet cılız bir ses geliyordu bebek ağlaması gibi. Yoksa, yoksa kadın bebeği kiliseye mi bırakıp kaçmıştı.

Hemen üzerine bir şey alıp nefes nefese aşağı koştu. Kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. Aceleyle girdi bahçe kapısından. Evet orada kilisenin kapısının önünde merdivenlerin başında bir büyükçe çanta vardı. Yüreği ağzında yaklaşıp çantaya baktı. Çantanın fermuarı açık içinde battaniyesine sarılmış bir bebek yatıyordu. Bebeğin üzerine de bir zarf bırakılmıştı Bir de biberon.

Hemen çocuğu kucakladı. Çantayı aldı, eve geldi. Allah’ım ben bu çocuğa nasıl bakarım, ne yedirir ne içiririm dedi. Çantanın içinde birkaç çocuk maması ve iki üç tane çocuk bezi vardı. Zarfı aldı içindeki mektubu çıkardı okumaya başladı.

Evlenmeden hamile kalmış genç bir kadındı çocuğun annesi. İlişki kurduğu adam evliydi ve hamile kaldığını öğrenince artık onu görmek istemediğini söylemiş, selamı sabahı kesmişti.

Tek başına çocuğa bakması imkansızdı. Kiliseden bebeğine uygun bir aile bulunup evlat edindirilmesini istiyordu.

Bebeğimin ismi Mary, ona iyi bakın” yazıyordu.

Sarah’nın annesinin ismi de Mary idi. Bu bir işaret herhalde dedi. Bir çocuğu olmasını ne kadar çok isterdi. Yaşı ilerliyordu. Hayatta kendisini yalnız hissediyordu. Bu belki de tek şansıydı çocuk sahibi olmak için.

Karar verdi bu bebeği ne polise ne kiliseye teslim etmeyecekti. Kendi doğurmuş gibi gidip kaydını yaptıracaktı. Ne düşünürlerse düşünsünler. Zaten Toronto’da kendisini tanıyan çok kişi yoktu. Evde doğum yaptığını söyleyecekti. Birazdan halası uyanacak hayret edecekti evdeki bebek sesine.

David’e de haber vermesi lazımdı. Ondan saklayamazdı. Hem dükkândan çocuk için bazı ihtiyaç malzemeleri de alabilirdi. Bebeği hastaneye götürüp sağlık kontrolü de yaptırmak gerekirdi. Yapacak ne çok iş vardı. Ve en önemlisi sakin olmalıydı. Yalan söylediğini kimse anlamamalıydı.

Önce halası çok karşı çıktı, “Kızım sen deli misin bu devirde yalnız başına nasıl çocuk büyütürsün el alem ne der?  Evlilik dışı çocuğu var derler kimseyle evlenemezsin”. Durup durup, bir şeyler söylüyordu. Bir yandan da bu bebeğe ne lazım çaresine bakalım çocuk karyolası yedek kıyafetler bir sürü şey lazım diyordu.

“El alemin ne diyeceğini bilmiyorum ama David’e söylemem lazım, ondan saklayamam” dedi Sarah. Çocuğu sarıp sarmaladı, dükkânın yolunu tuttu. Halasından başka biriyle de konuşmaya ihtiyacı vardı. Kalbi çarpıyordu. Acaba isteğini gerçekleştirebilecek miydi?

Dükkândan içeri girdiğinde David önce anlamadan baktı ona, yüzünde bir soru ifadesi belirdi. “Ne oldu, kimin bu bebek? dedi. Baby sitter’lık mı yapıyorsun? Bebeği işe mi getirdin?”

Sarah oturdu, gözlerinden yaşlar boşandı birden hıçkırarak olan biteni anlattı. “Kimseye vermeyeceğim bu bebeği. Allah dualarımı kabul etti” dedi.

Sarah olmaz iyi düşün, böyle bir karar birdenbire alınmaz. Bak, bu hem devleti kandırmak olur. Kendi adına nüfusa yazdıracaksın onu.”

“Evet başka çarem yok. Evli olmadığım için evlat edinemem. Bana vermezler. Kilise önce yetimhaneye koyar bu yavruyu sonra uygun bir aile çıkarsa evlatlık verir.”

“Önce doğum sertifikası almak lazım. Niye hastaneye gelmedin derlerse ne diyeceksin?”

 “Sancım tuttu yetişemedim, halam yardım etti” diyeceğim.

“Ya o kız, bebeğin annesi vazgeçer de gelirse bebeği bulmak için o zaman ne yapacaksın?”

“Bulamaz. Geleceğini de sanmam. Gelecek olsa bebeğini gece yarısı kiliseye getirip bırakmazdı.”

“Peki, önce çocuğun ihtiyaçlarını karşılayalım, ne varsa söyle, ben gidip mama alayım. Bizim evde çocuk yatağı olacak onu da bulur getiririm size. Bir iki gün geçsin kararın sabitse ben gelirim seninle bebeğin kaydını beraber yaptırırız.”

Sarah yeniden ağlamaya başladı. “Gelir misin gerçekten?”

“Evet oraya yalnız göndermem seni. İnsanların sana tuhaf tuhaf bakmasını istemem. Common Law evliliğimiz olduğunu söyleriz. Resmi nikahımız olmadan beraber olduğumuzu.”  Durdu “Emin misin bu bebeğe annelik yapmak istediğinden?”

 

“Hayatta hiçbir şeyden emin olmadığım kadar eminim…” Bir sessizlik oldu.

“Niye yardım ediyorsun?” diye sordu Sarah. Böyle bir şeyi beklemiyordu.

 

“Geçen sene en yakın arkadaşım bebeğini kaybetti. Elinden bir şey gelmedi Hiçbirimiz bir şey yapamadık. Aile çok üzüntülü günler geçirdi uzun müddet kendilerine gelemediler. Şimdi karşımda hayata tutunmaya çalışan bir bebek var ve ona annelik yapmak isteyen, bunu her şeyden fazla isteyen bir kadın var. Tabii yardım edeceğim. Bu sefer elimden bir şey geldiği için bir yardımda bulunabildiğim için sevinerek yardım edeceğim. Hem…” dedi.

Sustu.

Sarah “Hem de ne?”


“Hem de seni seviyorum”