9
Artık eline kâğıt kalem alıp, Thomas’a mektup yazması, son
aylarda hayatının nasıl değiştiğini anlatması gerekiyordu. Uzun müddettir
görüşmemişlerdi. Onu özlemiş miydi? Belki bazen ama giderek hafızasından
siliniyordu. Gönlünde eski yeri yoktu. Toronto’ya gelirken belki buradan da ya
trene ya otobüse biner New York’a gider onu görürüm diye düşünüyordu. Ama
aramayan sormayan adama gitmenin de bir alemi yoktu.
Bu mektupla hem Toronto’ya geldiğini haber verecek hem de
artık gelecek planlarında onun yeri olmadığını anlatmaya çalışacak en azından
ima edecekti. Bir yere gitmeyen bir ilişkiyi sürdürmek istemiyordu.
Mektubun tonu sandığından da neşeliydi. Buraya geldi geleli
sabahları gülümseyerek uyanıyor, akşamları mutlu yatıyordu. Hayatındaki bu
değişiklik ona gerçekten çok iyi gelmişti. Çocukluğunu geçirdiği baba evinden
ilk defa ayrılmış, kabuğundan çıkmış, yazdan yaza gelecek kendisiyle gönül
eğleyecek bir adamı beklemektense daha iyi bir geleceğe doğru yola çıkmıştı.
Bir şeye başlamak için eskiyi geride bırakmak, yeni hayat
için eskiyle bağları koparmak gerekiyordu. Belki de buna büyümek deniyordu.
İlerde bir gün eski evine dönerse büyümüş olgunlaşmış olarak
dönecekti.
Thomas ne yapıyordu acaba? O da büyüyüp olgunlaşıyor muydu?
Belki o da kendi hayat mücadelesini veriyor, kendi içini kemiren sorunlarla
başa çıkmaya uğraşıyordu.
Belki de kendisiyle fazla meşguldü. Sarah’ya istediğini
veremiyordu.
Ona Toronto’yu anlattı uzun uzun, halasını, yeni işini
yaşadığı mahalleyi, hafta sonlarında bir iki kez gidip gördüğü filmleri. Silver
İslet’te geride bıraktığı arkadaşlarını.
Mektuba pulu yapıştırıp posta kutusuna attıktan sonra derin
bir oh çekti. Rahatlamıştı. Senelerin yükü kalkmıştı üzerinden. Hiç kimseye
hiçbir yere bağlılığı yoktu. Özgürdü. Bir işi bir geleceği vardı. Bundan sonra kendi yolunu çizmekte
kararlıydı.
Banyoya girdi hazırlanıp saçlarına yeni bir model vermek
için kuaföre gitmeye karar verdi. Kendisine birkaç yeni kıyafet aldı.
Adımlarında hafiflik kalbinde neşe vardı. Mevsim bahara dönüyordu. Her şey
yolundaydı.
Dükkâna geldiğinde David “Ne oldu bugün biraz geciktin?”
dedi.
“Öyle oldu gelirken yolda birkaç dükkâna uğradım. İçimde
bir sevinç var.”
“Bahardandır. Güzel yüzünü böyle gülerken görmek ne hoş”
“David bu köşeye bir hobi köşesi yapmak istiyorum, sadece
çocuklara değil annelerine de hitap edecek bir şeyler satmalıyız. Ben renkli
yünler, kanaviçe malzemeleri, dantel, örgü modelleri de satalım istiyorum,
hatta birkaç moda dergisi. Bir yandan çocuklar oyuncaklarla ilgilenirken,
anneler de oyalanır. Dükkânda daha çok vakit geçirirler. Hatta kahve
makinesinde kahve yapıp akşamüstü gelen müşterilere ikram da edebiliriz.”
“Anlaşıldı sen burayı yakında hanımlar gününe
çevireceksin. İstersen café de açalım?”
“Dalga geçme. Ben hep böyleyim, hep kafamda projeler
olur.”
“Bakalım işler fena değil, biraz yatırım yapabiliriz
belki.”
Birbirlerine özel hayatlarıyla ilgili fazla soru sormamaya çalışıyorlardı
ama hemen her gün birlikte çalışınca dükkânın içinde ister istemez laf lafı
açıyor, ipuçları veriliyordu.
David’in daha önce evlenip ayrılmış olduğunu öğrenmişti.
Eski eşi ve 9 yaşındaki oğlu Toronto’nun kuzeyinde bir yerde iki saat uzaklıkta
bir kasabada yaşıyorlardı. Carol ayrılınca kendi ailesinin yanına gitmeyi
tercih etmişti. David oğlunu az görebiliyordu. “Belki biraz daha büyüyünce
Toronto’ya okumaya gelir” diyordu.
Geçen Noel’de gitmiş, hediyeler götürmüştü. Gitmese onu
yemeğe davet edeceklerdi. Halasının fikriydi bu. Sarah’nın yanında olmasına çok
sevinmiş “şöyle unutulmayacak bir Noel geçirelim” demiş, günlerce
hazırlanmıştı. “Madem bu kadar hazırlık yapıyorsun ben de Augusta ile eşini
davet edeyim şenlendirsinler evimizi” demişti Sarah. Hakikaten güzel bir
Noel’di. Halasına sevdiği çikolatalardan aldı. Halası da ona gümüş çay takımını
hediye etti. “Bu benden sonra senin” dedi.
Yaza doğru garip bir olay oldu. Gece yarısı el ayak
çekildikten sonra Sarah karmaşık rüyalar görmüş nefes nefese uyanmıştı. Kalkıp
su içmek için mutfağa gitti. Sanki bir yerden çocuk sesi geliyordu. Kedi
falandır dedi önce. Sonra bir koşuşturma birinin ayağının takılıp düştüğünü
gördü. Uzun pardösülü kadın korkuyla kafasını kaldırıp cama doğru baktı.
Toparlanıp, hemen aceleyle uzaklaştı.
Allah Allah, ne işi var bu kadının gece yarısı sokakta dedi
Sarah. Kilise bahçesinden çıkmıştı. Camı açtı etrafı dinledi. Evet cılız bir
ses geliyordu bebek ağlaması gibi. Yoksa, yoksa kadın bebeği kiliseye mi
bırakıp kaçmıştı.
Hemen üzerine bir şey alıp nefes nefese aşağı koştu. Kalbi
yerinden fırlayacak gibiydi. Aceleyle girdi bahçe kapısından. Evet orada
kilisenin kapısının önünde merdivenlerin başında bir büyükçe çanta vardı.
Yüreği ağzında yaklaşıp çantaya baktı. Çantanın fermuarı açık içinde
battaniyesine sarılmış bir bebek yatıyordu. Bebeğin üzerine de bir zarf
bırakılmıştı Bir de biberon.
Hemen çocuğu kucakladı. Çantayı aldı, eve geldi. Allah’ım
ben bu çocuğa nasıl bakarım, ne yedirir ne içiririm dedi. Çantanın içinde birkaç
çocuk maması ve iki üç tane çocuk bezi vardı. Zarfı aldı içindeki mektubu
çıkardı okumaya başladı.
Evlenmeden hamile kalmış genç bir kadındı çocuğun annesi.
İlişki kurduğu adam evliydi ve hamile kaldığını öğrenince artık onu görmek
istemediğini söylemiş, selamı sabahı kesmişti.
Tek başına çocuğa bakması imkansızdı. Kiliseden bebeğine
uygun bir aile bulunup evlat edindirilmesini istiyordu.
“Bebeğimin ismi Mary, ona iyi bakın” yazıyordu.
Sarah’nın annesinin ismi de Mary idi. Bu bir işaret herhalde
dedi. Bir çocuğu olmasını ne kadar çok isterdi. Yaşı ilerliyordu. Hayatta
kendisini yalnız hissediyordu. Bu belki de tek şansıydı çocuk sahibi olmak
için.
Karar verdi bu bebeği ne polise ne kiliseye teslim
etmeyecekti. Kendi doğurmuş gibi gidip kaydını yaptıracaktı. Ne düşünürlerse
düşünsünler. Zaten Toronto’da kendisini tanıyan çok kişi yoktu. Evde doğum
yaptığını söyleyecekti. Birazdan halası uyanacak hayret edecekti evdeki bebek
sesine.
David’e de haber vermesi lazımdı. Ondan saklayamazdı. Hem
dükkândan çocuk için bazı ihtiyaç malzemeleri de alabilirdi. Bebeği hastaneye
götürüp sağlık kontrolü de yaptırmak gerekirdi. Yapacak ne çok iş vardı. Ve en
önemlisi sakin olmalıydı. Yalan söylediğini kimse anlamamalıydı.
Önce halası çok karşı çıktı, “Kızım sen deli misin bu
devirde yalnız başına nasıl çocuk büyütürsün el alem ne der? Evlilik dışı çocuğu var derler kimseyle
evlenemezsin”. Durup durup, bir şeyler söylüyordu. Bir yandan da bu bebeğe
ne lazım çaresine bakalım çocuk karyolası yedek kıyafetler bir sürü şey lazım
diyordu.
“El alemin ne diyeceğini bilmiyorum ama David’e söylemem
lazım, ondan saklayamam” dedi Sarah. Çocuğu sarıp sarmaladı, dükkânın
yolunu tuttu. Halasından başka biriyle de konuşmaya ihtiyacı vardı. Kalbi
çarpıyordu. Acaba isteğini gerçekleştirebilecek miydi?
Dükkândan içeri girdiğinde David önce anlamadan baktı ona,
yüzünde bir soru ifadesi belirdi. “Ne oldu, kimin bu bebek? dedi. Baby sitter’lık
mı yapıyorsun? Bebeği işe mi getirdin?”
Sarah oturdu, gözlerinden yaşlar boşandı birden hıçkırarak
olan biteni anlattı. “Kimseye vermeyeceğim bu bebeği. Allah dualarımı kabul
etti” dedi.
“Sarah olmaz iyi düşün, böyle bir karar birdenbire
alınmaz. Bak, bu hem devleti kandırmak olur. Kendi adına nüfusa yazdıracaksın
onu.”
“Evet başka çarem yok. Evli olmadığım için evlat
edinemem. Bana vermezler. Kilise önce yetimhaneye koyar bu yavruyu sonra uygun
bir aile çıkarsa evlatlık verir.”
“Önce doğum sertifikası almak lazım. Niye hastaneye gelmedin
derlerse ne diyeceksin?”
“Sancım tuttu
yetişemedim, halam yardım etti” diyeceğim.
“Ya o kız, bebeğin annesi vazgeçer de gelirse bebeği
bulmak için o zaman ne yapacaksın?”
“Bulamaz. Geleceğini de sanmam. Gelecek olsa bebeğini
gece yarısı kiliseye getirip bırakmazdı.”
“Peki, önce çocuğun ihtiyaçlarını karşılayalım, ne varsa
söyle, ben gidip mama alayım. Bizim evde çocuk yatağı olacak onu da bulur
getiririm size. Bir iki gün geçsin kararın sabitse ben gelirim seninle bebeğin
kaydını beraber yaptırırız.”
Sarah yeniden ağlamaya başladı. “Gelir misin gerçekten?”
“Evet oraya yalnız göndermem seni. İnsanların sana tuhaf
tuhaf bakmasını istemem. Common Law evliliğimiz olduğunu söyleriz. Resmi
nikahımız olmadan beraber olduğumuzu.” Durdu
“Emin misin bu bebeğe annelik yapmak istediğinden?”
“Hayatta hiçbir şeyden emin olmadığım kadar eminim…” Bir
sessizlik oldu.
“Niye yardım ediyorsun?” diye sordu Sarah. Böyle bir
şeyi beklemiyordu.
“Geçen sene en yakın arkadaşım bebeğini kaybetti. Elinden
bir şey gelmedi Hiçbirimiz bir şey yapamadık. Aile çok üzüntülü günler geçirdi
uzun müddet kendilerine gelemediler. Şimdi karşımda hayata tutunmaya çalışan
bir bebek var ve ona annelik yapmak isteyen, bunu her şeyden fazla isteyen bir
kadın var. Tabii yardım edeceğim. Bu sefer elimden bir şey geldiği için bir
yardımda bulunabildiğim için sevinerek yardım edeceğim. Hem…” dedi.
Sustu.
Sarah “Hem de ne?”
“Hem de seni seviyorum”