25 Ekim 2021 Pazartesi

Edebiyatta kadın portreleri Blanche du Bois

 Elif Mat


 

Tennessee Williams’ın A street Car Named Desire adlı tiyatro oyunu dilimize Arzu Tramvayı olarak çevrilmiştir. Bir güneyli olan Tenesse Williams’ın en sevdiği şehir New Orleans’tır ve orada gerçekten Desire isminde bir tramway vardır Bu vagon bugün müze olarak kullanılmaktadır.

Eserin başında Blanche, bu tramvaya binerek Elysian Fields’e gider. Bu şehrin Fransız tarafında Misissippi ırmağına yakın bir cadee ismidir. Kelimenin aslı Yunan mitolojisinden gelir iyilerin ölümden sonra gittikleri yer. Cennet. Paris’teki meşhur Champs-Élysées caddesi,  Élysée Sarayiıda ismini bu Yunanca kelimeden alırlar.

Bu şehrin fakir bir bölgesidir, iki katlı şirin evleri vardır. Dışarıdan merdivenli ahşap işlemeli her çeşit insanın yan yana yaşadığ,ı sokaktan müzik sesinin sarhoş gürültülerinin geldiği yerlerdir buraları.

Amerika’nın güney eyaletlerinin görkemli bir geçmişi vardır oysa ki Buradaki insanlar, eskiden büyük çiftliklerin ve kölelerin sahipleriydi. Uçsuz bucaksız arazilerinde pamuk tarımı yapılıyordu. Kendilerini Avrupa’daki  ortaçağ dükleri, düşesleri gibi görüyorlardı. Yalnız kendileri gibi, beyaz ve zengin olan kimselerle görüşüyorlardı. Büyük, genellikle beyaz kösklerde oturuyor, ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmuyorlardı. Ama zamanla her şey değişti. Köleler isyan etti. Kuzey Güney savaşı çıktı. Kölelik kaldırıldı. Toprak sahipleri artık eskisi gibi bedava işgücüne sahip değillerdi. Dahası sanayileşmeyle birlikte toprak sahibi olmak da eskisi gibi, çok mühim bir şey olmaktan çıkmıştı.

Aileler eski zenginliklerini kaybetmeye başladılar. Nüfus şehirlere aktı. Orta halli veya fakir aileler geçim kaynaklarını fabrika da çalışarak temin etmeye başladılar. Şehirlerde artık zencisi, beyazı, Meksikalısı, Fransızı, İspanyolu, İngilizi hepsi bir arada ve birbirlerine yakın dairelerde yaşar oldular. Artık sınıf farkı pek bir şey ifade etmiyordu.

İşte Blanche, böyle zengin bir aileden geliyordu. İngilizce öğretmeni kültürlü bir kadındı. Ama ailenin büyükleri ölmüş, kendisi parasını idare edememiş, borçlarını ödeyememiş, bir özel meseleden dolayı çalıştığı okuldan da uzaklaştırılmıştı.

Eldeki, avuçtaki para bitince, o büyük ev de satılmış, çeşitli otellerde kalmaya başlamıştı. Bir kaç sene sonra, artık otele verecek para da bitti. Çaresiz kardeşinin yanına New Orleans’a geldi.Blanch’ın ismi Fransızcaydı. Blanche du Bois Beyaz Koru manasına geliyor. Kendisini baharda çiçek  açmış meyva ağaçlarına benzetiyor. Beyazlık masumiyeti simgeler. O da artık yaşı ilerlemesine ve feleğin çemberinden geçmiş olmasına rağmen, aslında çocuk ruhluydu. Kendisinden bir kaç yaş küçük olan kızkardeşi Stella çoktan evden ayrılmış kendisine yeni bir hayat kurmuştu. Stanley isminde fabrikada işçi olarak çalışan kocasıyla beraber küçük bir dairede yaşıyorlardı.

Bu Stanley, onların genç kızken etraflarında görmeye alışık oldukları zengin, kibar gençlere hiç benzemiyordu. Kaba saba, içkiye ve kumara düşkün, bağırıp çağırmaya temayülü olan,  eğitimli olmayan, iri yarı, ama yakışıklı bir adamdı.

Stella, eski zenginliğin romantizmini çoktan bırakmıştı. Gerçekçi bir şekilde hayata tutunmuştu. Stanley’in kendilerine göre daha aşağı bir sosyal sınıftan olmasına da aldırış etmiyor, kocasını seviyordu.

Ama Blanche, hem yaşadıkları çevreyi, hem de Stella’nın kocasını çok yadırgamıştı doğrusu. Gidecek bir yeri yoktu, o kücük dairede Stella ve kocası Stanley ile birlikte yaşamaya başladı. Bir yatak odası, bir salon bile denilemeyecek küçük bir alan ve mutfak. Daha doğrusu mutfakta bir masa ve sedir.Blanche o sedirde yatacaktı.

 

Stanley, eve arkadaşlarını toplayıp, poker oynamayı seviyordu. Bu oyun esnasında da kadınların evde olmalarını istemiyordu. İki kardeş sinemaya gittiler, dışarıda yemek yediler ,dolaştılar ve saat geç olunca eve döndüler. Poker oyunu devam ediyordu. Kadınlar yatak odasına geçti ,radyoyu açtı, eğlenceli bir şekilde konuşmaya başladılar. Stanley kumarda kaybettiği için sinirliydi, çok da içmişti. Radyoyu kapamalarını ve susmalarını istedi onlardan.

Stella sinirlendi. “Kendi evimde konuşamayacak mıyım? Hem gitsin artık bu adamlar evlerine oyun bitsin geç oldu” dedi.

Aslında Stanley’in arkadaşı Mitch de oyun oynamak istemiyor, Blanche ile sohbet etmek istiyordu. Ama Mitch kumarda parayı kazanan taraf olmuştu ve Stanley onu masaya çağırıp, kaybettiği parayı geri almak istiyordu.

Kavga çıktı. O sarhoşlukla Stanley, hamile karısı Stella’ya vurdu. Arkadaşları hemen üstüne çullanıp onu zaptettiler, yaka paça tutup ayılması için duşa götürdüler.

O sırada kadınlar çoktan korkup, üst kattaki komşuya sığınmışlardı.

Üstüne soğuk su dökülen Stanley ayılmıştı. Bütün gece sokaktan üst kata bağırdı, karısını geri istiyordu. Blanch’ın uyarılarına rağmen, Stella dayanamadı geri kocasının yanına gitti.

Zavallı Blanche, geceyi korkuyla geçirdi. Nasıl olup da Stella gibi hanım bir kızın, bu kaba saba adamla beraber olduğunu anlayamıyordu.

Zaten iki kız kardeşin konuşmalarını da zaman zaman Stanley duyuyor, Blanche’ın kendi hakkında ne düşündüğünü biliyordu.

En kötü darbe, Stanley’in, Blanche’ın aile evinin satılmasına neden olduğunu öğrendiğinde geldi. Bu ona göre kendi karısının da pay alması gereken mirastı. Şimdi öyle bir miras kalmamıştı. Çok sinirlendi ve Blanche’ı araştırmaya başladı.

Gelip karısına, Blanche’ın iyi bir ününün olmadığını, buraya gelmeden evvel, bazı kötü şöhretli otellerde kaldığını, bir çok adamla beraber olduğunu söylediği gibi, okuldan izinle ayrılmadığını, bir öğrencisi ile ilişki kurduğu için, okul tarafından görevine son verildiğini anlattı.

Stella bunlara inanmak istemiyor, Stanley’i susturmak istiyordu. Ama Stanley bununla kalmadı, Blanche ile evlenmek isteyen Mitch’e de durumu anlattı. Bu evliliğe mani oldu.

Aslında o talihsiz gün, Blanche ‘ın doğum günüydü. Mitche’de davetliydi, Stella hazırlık yapmıştı. Ama Mitch gelmedi. Yine kavga çıktı aile arasında ama bu sefer Stella daha fazla dayanamadı doğum sancıları tuttu. Stanley’den kendisini hastaneye götürmesini istedi.

Blanche, evde yalnız ve üzgündüi. Perişan halde içkisini yudumluyordu. Geç vakit, Stanley geldi. Doktorların kendisine eve gitmesini söylediklerini, daha doğumun olmadığını söyledi.

Sonra olanlar oldu. Kendisini bilmeyen bu hadsiz adam, bu sefer Blanche’ a saldırdı ve tecavüz etti. Blanche’ın kendisni savunma çabaları işe yaramadı.

 

Hastanede doğum yapan Stella, bu durumdan habersiz ertesi gün eve bebeğiyle geldi. Blanche’ın başına gelen bu felaket, bir başka felakete daha yol açacaktı. Blanche olanları Stella’ya anlatmakla hata yapmıştı.

Stella Blanche’ın anlattığı hikayeye inanmak istemiyor, Stanley Blanche’ın gitmesini istiyordu. Blanche’ın gidecek yeri yoktu. Ailece Blanche’ın akıl hastası olduğuna karar verdiler ve bir hastaneye yatırılmasını istediler.

Blanche, hakikaten de hayal aleminde yaşamaktaydı. Tanıdığı Teksaslı  zengin bir  adamın gelip, kendisini buradan kurtaracağına inanıyor, ona mektuplar yazıyordu.

Kapı çaldı ama gelen Teksaslı değildi. Bir doktor ve hemşireydi. Hemşire Blanche’ı zaptetmeye çok uğraştı başaramadı ama doktor kibar bir yaklaşım sergiledi. Onu elinden tutup güzellikle götürdü.

Mitch ağlıyordu. Erkek olup, sevdiği kadına, Blanche’a sahip çıkamamıştı. Onun mahvını sadece seyretmişti.

Stanley durumu umursamıyordu.

Stella? Stella bu seçimi yapmıştı ama görünen o ki  bu karar onu da mahvetmişti.

Tiyatro eseri Stella’nın ağlaması ve Stanley’in onu teselli etmeye çalışması ile biter. Filmde ise Stella ile Stanley kavga ederler ve  Stella kocasına bu sefer dönmemeye karar verir.

 

Arada çocuk olsa da artık devam edemeyecektir. Bu durum da güzel bir evlilik zaten beklenemezdi.

Hangi son daha mantıklı buna seyirci karar verecek.

 


Blanche Karakteri

 

İyi bir evde büyümüş, ingilizce öğretmeni olan, Fransızcayı iyi konuşan, kültürlü bir kadın Blanche. Mitche ile olan arkadaşlıklarında, kendi geçmişini de anlattı unutmadığı, unutamadığı ilk kocası Allen’ı da.

 Ona sadece boy (çocuk) diyordu. Kendisi 16 yaşındayken, her ikisi de daha çocuk denecek yaşta evlenmişlerdi. Ancak Allen’da bir farkllık vardı, bu çok yakışıklı ve kendisini çok sevdiği genç kocası aslında onunla pek beraber olmuyordu. Bir gün,tesadüfen kocasının gay olduğunu öğrendi. Önce bir şey demedi ama bir akşam dans ederlerken,” gördüm biliyorum” dedi Allen’a.

Allen dışarı çıktı. Ağzına silahı dayayıp intihar etti. Bu iki olay arasında yani Blanche’ın ona bildiğini söylemesiyle, Allen’ın intiharı arasında sadece dakikalar vardı.

Blanche’ ın geçmişindeki trajedi buydu. Bu olayın üzerinden gelememişti. Aile büyüklerinin ölümüyle yalnız kalmıştı, yalnızlığını içkiyle ve rastgele tanıştığı adamlarla geçiriyordu.

O dönemin şartlarında çok erkekle beraber olan kadınlara akıl hastası gözüyle bakılıyordu. (Oyun 1947’de yazılmış)

Blanche, geçmişte yaşıyordu. O kaybettikleri ihtişamlı evin ismi Belle Réve- Güzel Rüya idi. O bile rüya idi. Tramvay’ın adı Desire- Arzu idi. Desire İtalyanca sidare yıldız kelimesinden geliyor de olumsuzluk eki. Yıldızdan uzak olmak anlamını taşıyor. Biz yıldızlara ulaşamayız, onlar çok uzaktadır. Aslında yıldızın kendisini bile değil, sadece ışığını görürüz. Dünya, arzu, istek, hayal kurma yeridir. Elysean fields ile çağrışım yapan Cennet ise artık bir arzunun olmadığı yerdir. Orada isteyebileceğimiz her şey vardır. Ama dünyadayken bu da ulaşılmaz bir kavramdır.



Stella Karakteri

Stella’nın ismi de yıldız manasına geliyor. Stella gerçekçi, isteklerine kavuşmuş, hayal kurmayan, beklentisi olmayan bir kadın.

Bu eserin başında adres arama sahnesinde,  A street car named Desire, Elysean Fields ve Cemetery- Mezarlık kelimeleri geçiyor. İlk baştan ölüm ve desire arasında bağ kuruluyor.



Stanley Karakteri

Gene ilk sahnede Stanley, kasaptan aldığı et paketini karısına bir top gibi fırlatıp, kendisi bowling oynamaya gidiyor.

Carne – et demek İtalyanca’da. Carnal desire, tensel istek, nefsin istekleri anlamına geliyor. Ruhsal, ulvi şeylerden ayrı, daha basit dünyevi arzular.

Stanley böyle bir adam ruhsal incelikten yoksun. Yaptıklarının cezasını çekmiyor.

Bu eserde cinsellik ön planda. Blanche’ın sevdiği adam Allen, gay olmasının cezasını çekti. O yıllarda toplum tarafında kabul edilmeyen gay  eğilimindeki gençler ruhsal bunalım geçiriyorlar, bazen de böyle intihar ediliyorlardı. Tennese Williams da gaydi ve ailesi tarafından, özellikle babası tarafından dışlanmıştı.

O da, böyle zengin bir güney evinde büyümüştü ve onun kızkardeşi de akıl hastası olduğu gerekçesiyle akıl hastanesine kapatılıp, ailesinin isteğiyle gereksiz bir beyin ameliyatına maruz kalmıştı. (Lobotomi) Aynı Amerikan Başkanı Kennedy’nin kızkardeşi gibi. Erkeklerin çapkınlığına çapkınlık denip geçiliyor ama kızların renkli bir hayatı olursa, bu akıl hastalığı kabul edilip, icabına bakılıyordu o yıllarda. Özellikle zengin ailelerde. Önemli olan ailenin ismiydi.

Blanche da bunun kurbanı oldu. İçindeki yalnızlığı ve acıyı bastırmak için başka adamlarla birlikte olduğu için akıl hastası olarak görülüp, hastaneye gönderildi.

Stella kocasına olan tutkusu yüzünden, hem kendisine dayak atan adamla beraber olmayı devam etti hem de kardeşinin tecavüzle ilgili ifadesine inanmayarak onu deli kabul etmeyi  kocasından ayrılmaya tercih etti.

Stanley ise kaba saba da olsa, şiddet de gösterse, içkici, kumarbaz ve tecavüzcü de olsa başına bir şey gelmeden bu yaptıklarının cezasını çekmeden hayatına devam etti.

 

Tennessee Williams (1911-1983)