22 Temmuz 2021 Perşembe

Düğün

 

Mavi elbise çok yakışmıştı Vildan’a mavi gözleri siyah kıvırcık saçlarıyla ışıl ışıl parıldıyordu. Neşeli şarkı söylemeyi seven bir kızdı. Notre- Dame de Sion’ da okuyordu.

O gece “Bak sen şu ufaklığa” dedi Tarık, “Ne de çabuk büyümüşsün. Genç kız olmuşsun.”

Vildan’ın kalbi hopladı. “Yeni mi fark ettin?” dedi içinden. Tarık’a sadece gülümsemekle yetindi.

“Hadi gel, ilk dansını benimle yap.”

Tam ağzına lokmasını atmaktayken gelmişti bu teklif.

Şule ile göz göze geldiler. Şule güldü.

Hemen kalktı “Peki, nasıl isterseniz” dedi. Piste doğru yürüdüler. Çevredeki hanımların onaylayan bakışları üzerlerindeydi.

Yanakları kızardı dans ederlerken başı Tarık’ın omzundaydı. “Hiç bakmayacak mısın bana?” Dedi delikanlı.

Başını kaldırdı. “Hah şöyle, yüzünü göreyim” dedi, gülümsedi.

“Sen hep böyle çekingen miydin?”

“Değildim.”

“Bitti mi okul?”

“Evet, bitmek üzere”

“Nasıl?”

“Bir dersten ikmale kaldım”

“Hangisi?”

“Söylemeyeceğim.”

“Peki”

“Hangisi?”

“Niye ısrar ediyorsun?”

“Merak ettim”

“Kimya”

“Niye kaldın?”

“Laboratuvarda deney yaparken ufak bir kaza oldu.”

“Havaya mı uçurdun okulu?”

“Neredeyse”

“Tehlikeli bir kadın tipi var sende” dedi eğlenerek.

“Biraz öyle galiba.”

Bütün gece konuşarak dans ederek geçmişti. Adeta zamanın nasıl geçtiğini anlamadılar.  Eğlenceli bir düğün olmuştu. Misafirler yavaş yavaş ayrılmaya başladılar.

“Sen biraz daha kal, misafirleri yolcu edelim, ben seni evine bırakırım” dedi Tarık.

“Beklerler evden”

“Yok canım, düğünün bu saate kadar uzayacağını tahmin ederler.”

 


Müthiş bir gece olmuştu. Birkaç hafta evveline kadar böyle bir şey olacağını, Tarık’la böyle samimi güzel bir akşam geçireceğini rüyasında görse inanmazdı.

Rüksan’da çok güzel bir gelin olmuştu. Düğünden sonra, başlarına gül yaprakları dökülerek, mutluluk dilekleriyle uğurlandılar kulüpteki odalarına.

“Fayton çağırayım mı?” dedi Tarık.

“Yok yürüyelim, fazla uzak değil ev.”

Evin önüne geldiklerinde yanağına bir öpücük kondurdu. Elini öptü. “Yarın akşam iskeleye gel, görüşelim” dedi.

 

21 Temmuz 2021 Çarşamba

Ada Vapuru

 Elif Mat

Öykü


Genç kadın çarşı dönüşü ada vapuruna binmişti. Güneş gözlüğü, şapkası, beyaz keten takımı ile çok şıktı.

“Pazartesi günü Kapalıçarşı kalabalık olur, bugün gitme istersen, demişti annem ama işim acildi. Haklıymış, iğne atsan yere düşmüyor, bir de sıcak” dedi arkadaşına.

“Ben de teyzemi doktora götürmek için indim şehre. Evet her yer çok sıcak.”

 “Arzu edersen inince pastaneye uğrayıp birer dondurma yiyelim”

“Aaa, tabii çok memnun olurum” dedi Vildan gözleri ışıldayarak.

Bu akşam saati hareketli olurdu iskele. Vapurdan inenler, yürüyüş bahanesiyle onları karşılamaya gelenler, denizde geçirilen uzun bir günden sonra şehre dönenler olurdu.

İskelede faytonlar müşteri beklerdi.

İnerken acaba o yeşil gözlü çocuğu görebilir miyim, diye etrafa baktı Vildan. Olur ya belki o da yürüyüşe çıkmıştır.

 


Pastanede fıstıklı dondurma ısmarladılar ikisi de.

“En çok vişneli severim ben ama bu beyaz takımla risk almayayım şimdi” diyerek göz kırptı Şule.

“Eee, ne iş için gitmiştin Kapalıçarşı’ya?”

“Sorma, gelecek hafta düğün var.  Orada zümrüt küpe görmüştüm. Uzun zamandır almak istiyordum. Düğünü bahane ettim. Kıyafetime uyar diye düşündüm. Elbisem uçuk yeşil ipek. Turuncumsu bir fular da takacağım”

“Oh, ne güzel” Bordo rengi yumuşak kadife koltuklar pek rahattı.  “Kimin düğünü bu?”

“Rüksan’ın.”

Rüksan, yeşil gözlü çocuğun ablasıydı. Yüzü pembeleşti, kalbi daha bir hızlı çarptı.

“Aaa, öyle mi? Kiminle evleniyor Rüksan Abla?”

“Cavid’ le, Avukat biliyorsun. Karaköy’de yazıhanesi var. Babası babamla Pertevniyel Lisesi’nden sınıf arkadaşıymış, tanıyor bizimkiler.”

Vildan, “Ah, o düğünde ben de olsaydım” diye içinden geçirdi, gözleri daldı.

Tesadüf bu ya, bir sonraki vapurdan Rüksan indi. Hemen el sallayarak yanlarına davet ettiler.

“Nasılsın hayatım, şimdi sen de çok telaş vardır”

“Hem de ne telaş! En son provada bitti. Birkaç rötuşla gelinlik hazır oldu, bugün öğleden sonra teslim aldık. Laf aramızda kayınvalide de herşey karışıyor şimdiden”

“Hayırlı olsun, evleniyormuşsunuz, şimdi haberim oldu. Çok tebrik ederim. Mutluluklar dilerim” dedi Vildan sevinçle.

“Çok teşekkürler canım. Ay bu nasıl bir heyecanmış, nefes almayı bırakmış gibiyim kaç gündür. Zayıfladım. Gelinlik biraz bollaştı üzerimde. Bu hafta sonu kulüpte olacak. Bir de parıltılı pabuç aldık altına. Biraz yüksekçe. İnşallah bir sorun olmadan giyebilirim. Sen de gelsene düğüne Vildan. Adanın bütün gençleri orada olacak. Eğleniriz.”

“Bilmem ki, davetinize çok teşekkür ederim. Bir aileme sorayım. Müsaade alabilirsem gelirim”

“Çok memnun olurum. Şule ile beraber gelirsiniz. Bana müsaade, bugün çok yoruldum. Bir fayton bulup, eve gideyim yemek saati de geliyor.” Diyerek ayrıldı gelin hanım.

Vildan olanlara inanamıyordu. “Ne şans! Dileğim kabul oldu, şükürler olsun” dedi kendi kendine.

Şule Vildan’a göz ucuyla baktı. Anlamıştı kızın heyecanını. “Hoş bir tesadüf. Ne iyi oldu, birlikte gideriz” dedi.

Eyvah ne giyecekti? “Anlaşıldı yarın ki vapurla ben de alışverişe gideceğim. Ne giyeceğime bakayım. Mavi bir elbisem var boncuk işlemeli, belki onu giyerim” dedi.

 

 


12 Temmuz 2021 Pazartesi

Göğe Yükselen Merdiven

 

Ladder of Divine Ascent (icon).
Saint Catherine's Monastery, Egypt.
UNESCO World Heritage Site.



Resim Sina Dağında bir manastırdan. Hristiyanlıkta teslis anlayışında dolayı 3 rakamı önemli Burada da 30 basamak var. 30 kademede nefs iyileştirilecek bu yolla Tanrı'nın huzuruna çıkılacak. Merdivenin sonunda Hz. İsa karşılıyor onları. Ama yol kolay değil. İblisler onları aşağı çekmeye, düşürüp yemeğe uğraşıyorlar ve bazılarını düşürüyorlar. Sina dağında Hz. Musa'ya on emrin verilmesi, Tevrat'ta buna benzer bir merdivenle Hz. Yakup'un rüyasında göğe çıkması, Hz. Muhammed'in miracı hep yeryüzü ve gökyüzü arasındaki bir bağı temsil ediyor.

William Blake- Jacob's Ladder- Hz. Yakub'un Merdiveni


Günümüze Ley hatları konuşuluyor dünyanın bazı yerlerinden geçen enerji hatları, Nemrut Dağı, Kabe, Urfa,  Göbekli Tepe, Mardin, Ankara Konya, İstanbul özellikle Ayasofya, bazı yatırların türbeleri oralarda özel bir enerji olduğu öbür alemlerden direkt olarak iniş çıkışa müsait, geçiş kapısı gibi yerler olduğu söyleniyor.

Ankara'da Augustus Tapınağı ile Hacı Bayram Veli camisinin yan yana olması, Anıtkabrin bulunduğu yerin eskiden Hititlerce önemli bir yer olması,  Kudüs'te bulunan kutsal makamların hep tarih boyunca önemini koruması bu enerji hatlarıyla bağlantılı olarak düşünülüyor. 

Hac için insanların her dinden kendilerine özel yerler belirleyip nesillerce gitmeleri orada toprağa basmakla kendilerine bir ferahlık gelmesi insanın doğayla bütünleşmesi duygusu yaşaması ruhsal bakımdan yükselme, görüş açısının değişmesi her kültürde var.

Piramitler, İngiltere'deki Stonehedge Maya uygarlığı gibi dünyanın çeşitli yerlerinde buna benzer söylenceler var.



Bu iyi yönü bir de göğe yükselmenin kibirle ilgisi var. Madalyonun öbür yüzü.  Mesela Kur'an da Firavun'un Haman'a bir kule yap da görelim Musa'nın Tanrısını demesi, Babillilerin kule yapmalarının Tevrat'ta Tanrı'yı kızdırması ve kulenin yıkılarak insanların dillerinin karıştırılarak dünyanın dört bir yanına dağıtılması. Bundan alınacak derste insanın göğe merdiven dayayarak değil de tevazuuyla yere eğilerek secde ederek kulluk bilincine vararak Tanrı'ya yaklaşmasının mümkün olması denebilir.


Mümin Suresi 36-37.Ayet

Firavun, “Ey Hâmân!” dedi, “Bana yüksek bir kule inşa et; belki bazı yollara, göklerin yollarına ulaşırım da bu sayede Mûsâ’nın ilâhını görebilirim! Doğrusu onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum.” İşte böylece, yaptığı çirkin iş Firavun’a güzel göründü ve doğru yolu bulması engellendi. Firavun’un tuzağı hüsrandan başka bir sonuç doğurmadı.




11 Temmuz 2021 Pazar

Çocukluğa Mektup

 

Sevgili minik Teresa,

Şimdi kendimi nasıl da köşeye sıkışmış hissediyorum bir bilsen. Bu hayattan bu yabancı ülkeden kurtulmak imkânsız gibi.



Oysa ne güzel bir çocukluğun olmuştu senin. Zor de aslında Polonyalı, savaşta Fransa’ya kaçmış olan anne babanın yaşadıkları. Ama sen Paris’te yoklukta da olsa güzel neşeli bir çocukluk yaşadın. 12 yaşında dans okuluna başladın. Bebeklikten beri hayalin dans etmekti. Daha önceki bale kurslarını saymaksak bu ilk ciddi okul deneyimi idi. Müzikle hep iç içe büyüdün. Ağabeyin duvarcı ustasıydı. O okulu değil hayatı tercih etmişti. Bir an evvel para kazanması gerekiyordu çünkü.

Pazar sabahları Montmartre ’a gider sokak ressamlarını seyrederdik. O zamanlar bu kadar turist akınına uğramamıştı. Dönüş yolunda café’ lerden birine girer, soğan çorbası ısmarlardık. Annem beyaz şarap söylerdi. En güzeli çilekli pasta ve üzerine içilen kahveydi.

Asma bahçelerinin önünde resim çektirirdik. Asmalar belediye tarafından 1933 yılında ekilmiş ve oraya bina yapılması, asmaların kesilmesi yasaklanmış, tam 27 çeşit şarap üretiliyormuş. Ekim ayında şarap deneme zamanında babam anlatırdı bunları bize.

Her seferinde değişik sokaklardan iner, adres soran turistlere yardım eder, önümüze çıkan bir metro istasyonundan metroya biner eve dönerdik.

Ağabeyim genç yaşta evlendi, anne baba erken göçtü, ben revüde çalışmaya başladım.

Şimdi anne olma sırası ben de, bir kız bir oğlum var. Lisa’nın gözleri aynı sen. Bakalım o da dansı sevecek mi?



 

Kaçırılma Olayı

 


Elif Mat

Öykü






Bir sabah karmaşık bir rüya görerek uyandı. İçinde bir huzursuzluk vardı. Carlo bir iş seyahatine gitmiş, henüz gelmemişti.

Çocuğa kahvaltı yaptırdı, okula yolladı. Evdekilere “Carlo’dan bir haber var mı?” diye sordu. “Yok” dediler.

Küçük kızı iki yaşında olmuştu, gülücükler dağıtıyordu. Işıl ışıl parlayan yeşil gözleri vardı. Ona cicili bicili elbiseler giydiriyor, gezdiriyordu. Carlo da bayılıyordu küçük Lisa’ya, eve geldiğinde kucağından indirmiyordu.

İş yerine telefon açtı, “siz bir haber aldınız mı?” dedi

 “Hayır, henüz Bolivya’dan dönmedi” dediler.

“Sorun, araştırın bakalım, ne zaman dönecek?” dedi.

Yabancı bir ülke, kocasından başka kimsesi yoktu. Evet, parıltılı bir hayat yaşıyorlardı ama kimseye güvenemezdi.

Bir kahve yapmalarını söyledi. Camın önüne oturdu, dışarıyı seyretmeye başladı.

Sigarasını yaktı, güzel gözleri buğulandı.

Gün geçmiyordu.

Arabasına bindi dolaşmaya çıktı. Kavşakta kapı açıldı, içeri bir adam atladı. Zaten üstü açık araba, güvenlik bakımından sorunluydu.  Adam silahını çıkardı. “Sür” dedi.

“Ben ineyim, sen al arabayı, eğer istediğin arabayı çalmaksa” dedi Teresa.

“Hayır, istediğim sensin güzelim, sür” dedi adam.

Bilmediği bir yöne doğru ilerlerken yolda bir kilise gördüler. Teresa aniden frene basıp, kaçmak istedi. Kiliseye sığınmayı düşünmüştü.

Adam kaçmasına fırsat vermedi. Tuttuğu gibi arka koltuğa attı, arabanın üzerini kapattı, direksiyona geçti, hızla uzaklaştılar oradan.

Yolları nereden geçtiğimizi ezberlemem lazım diye düşündü Teresa. Kilisenin adına dikkat etmişti. ‘Kutsal Kurtarıcı Kilisesi”

“Niye kaçırıyorsunuz beni?” dedi.

“Carlo’dan fidye isteyeceğiz senin için”

Sesini çıkartmadı, “Carlo burada değil ki” diye düşündü.

İçindeki sıkıntıyla gittiler, o zamana kadar görmediği mahallelerden geçtiler, nihayet şehir dışında bir çiftliğin önünde durdular. Adam arabayı garaja çekti, kapısını kapattı.

Teresa’yı eve götürdü. İçerde yaşlı bir çift vardı. “Bu hanım bu gece misafirimiz dedi onlara.” Kadınla adam anlamaz gözlerle baktılar.

“Soru yok” dedi eşkıya.  Teresa’ya da döndü. “Korkma bunlar benim anne babam. Sana bir şey yapmayacağız. Bir şey istiyorsan söyle” dedi.

Adama “Eşim burada değil” dedi Fransızca.

“Ne diyorsun?”

Bu sefer İspanyolca tekrarladı aynı şeyi.

“Önemli değil, biz onu nerede bulacağımızı buluruz” dedi adam.



Yaşlı kadın merakla geldi Teresa’nın yanına “Sen kimsin, ismin ne?” dedi. Teresa kaçırıldığını anlattı evde beni bekleyen çocuklarım var dedi Kocasının kim olduğunu söyledi.

Anne kalktı oğlunun yanına gitti, vurdu ona. “Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Aklını mı kaçırdın? Başımızı belaya mı sokacaksın bizim? Yanına bırakırlar mı zannediyorsun, öldürürler bizi!” dedi.

Babası sıkıntıyla başını salladı.

Paolo, “Anne uzatmayın, fazla kalmayacak, böyle emir aldım. Yarına kadar anlaşma sağlanır, bırakırız. Burası gözden uzak kimse tahmin etmez kadının burada olduğunu” dedi.

Babası işaret etti. Dışarı çıktılar.

“Ne oluyor? Niye getirdin bu kadını buraya? Fidye mi isteyeceksiniz? Ne kadar? Diye peş peşe sorular sordu.

“İki çete arasında savaş çıktı. Carlo’nun Bolivya’dan getireceği mala çöktüler. Bizim patron da karısını kaçırırsak, pazarlık gücümüz artar” dedi.

“Annenin hakkı var. Öldürürler bunlar seni yanına bırakmazlar. Bu işe hiç girmeyecektin.”

“Çok para var.”

“Parası batsın, öldükten sonra parayı ne yapacağız? Mezarda mı sayacaksın?”

İçeri girdiklerinde Teresa ağlıyordu. “Ne oldu, niye ağlıyorsun. Bir şey yapmayacağız, kılına zarar gelmeyecek” dedi.

“Gelmeyecek” dedi anne, “ben başında bekleyeceğim.”

“Çocuklarımı merak ediyorum” dedi Teresa. “Onların başına bir şey gelmesin.”

“Merak edilecek bir şey yok. Olay duyulmuş, sizin evin çevresini polis sarmış. Arama yapılıyor. Bu işin bir an evvel bitmesi gerekiyor.”

Carlo iş güç konularından pek bahsetmezdi. Teresa’nın bilmesini istemiyordu. Tiyatrolar, revüler, gece kulüpleri işin görünen yüzüydü. Son yıllarda uyuşturucu işine de bulaşmıştı. Bu zenginlik oradan geliyordu.

Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Bolivya’da rakip çete ile aralarında çatışma çıktı. Malına el koymak istiyorlar, Carlo direniyordu.  “Karını kaçırdık” haberi gelince, mecburen herşeyi bırakıp dönmek zorunda kaldı. “Venezüella sınırlarına girince bırakacağız” dediler.

Sabaha karşı, “kadını bırakın” emri gelince, Paolo seslendi Teresa’ya, “kalk gidiyorsun, serbestsin” dedi.

Telaşla aşağıya koştu genç kadın, “anahtar nerede?” Dedi.

“Kiliseye kadar biz götüreceğiz, yolları bilmiyorsun” dedi Paolo.

Babası önden eski bir kamyonetle yola çıktı. Paolo, “Onu takip et. Polis durdurursa bizi tanımıyorsun. Seni nerede sakladığımızı bilmiyorsun. Bizlerin ismini de bilmiyorsun. Yüzümüzü görmedin. Burada kaldığın sürenin tamamında gözlerinin kapalı olduğunu, bizim seni getirip, kiliseye bıraktığımızı söyle. Sakın intikam almaya çalışmayın” dedi.

Kurtulduğuna inanamıyordu Teresa. Kocasına ne olduğunu da bilmiyordu. Eve doğru hızla gitti.

Kapıda polisler, gazeteciler vardı. Onu sorguya çekmek istediler. En iyisi hiçbir şey söylememekti. “Beni birisi bayıltıp kaçırdı. Kim olduğunu görmedim. Sonra bu sabah karanlıkta sakladıkları yerden çıkartıp gözlerim bağlı getirdiler. Kim olduklarını bilmiyorum” dedi.

İsimlerini duydun mu?

“Hayır”

“Kaç kişiydiler?”

“Bilmiyorum”

“Eşgalleri?”

“Bilmiyorum”

“Kadın var mıydı aralarında?”

“Yok. Artık beni bırakın çocuklarıma gideyim. Çok yorgunum”

“Peki sonra gene geleceğiz”

Biraz sonra Carlo geldi, o da sorguya çekildi. O, o kadar kolay kurtulamayacaktı. Sinirle telaşla gelmişti. Birbirlerine sarıldılar hasretle. Konuşacak çok şey vardı ama ikisi de şu anda kurtulmuş ve evlerine, birbirlerine kavuşmuş olmanın verdiği rahatlama hissiyle susmayı tercih ettiler. Önce olayın şokunu üzerlerinden atmaları gerekiyordu.

Carlo bir parti malı rakibine bırakıp gelmek zorunda kalmıştı. Bu alemde itibarı sarsılmıştı. Polise yakalanmışlar, isimleri gazetelere geçmişti. İlerleyen günlerde boy boy resimleri gazetelerin birinci sayfasını süsleyecekti.

Belli ki de buradan kaçmaları gerekecekti. Ama nereye, nasıl?

“Şu anda hiçbir şey yapamayız” dedi Carlo. Önce hakkımdaki dosyanın kapanması, işin soğuması gerekir.

“Ya seni hapse atarlarsa?”

“Ellerinde delil yok. Kimse konuşmaz. Ötekiler de biz Carlo’nun malını çaldık diyemezler ya. Bir şey olursa da işimizi ayarlamasını biliriz.”

Tabii ya, tanıdıkları vardı. Polis de zaman zaman bu güçlü adamlara göz yumuyordu. Kimbilir ne pazarlıklar dönüyordu Teresa’nın bilmediği.

“Paris’e gitsek”

“Gidemeyiz.”


9 Temmuz 2021 Cuma

Karar

 



Elif Mat
#Öykü

Bu zor bir karardı. Bundan sonraki hayatını belirleyecek bir karar. Hangi ülkede yaşayacağını çocuğunu nasıl büyüteceğini, nasıl bir adamlar ömrünü geçireceğini ilgilendiriyordu.

Revüde dans ederek geçimini kaç yaşına kadar sağlayabilirdi. Emekli olma zamanı gelecekti elbet. Bunları düşündü. Oğlunun Fransa’daki geleceğini ve burada Venezüella da bulundukları ortamı düşündü.

En iyi okula vermişti Carlo onu. Çocuk mutlu olursa annesi de burada kalır diye düşünüyordu belli ki. Çocukta halinden memnun görünüyordu.

Carlo’nun cazibesine kapılmıştı zaten tanıştıklarından beri. “Peki öyle olsun” dedi, kabul etti teklifini.

Hayat rüya gibi geçmeye başladı. Güzel bir ev, yakışıklı bir koca, akıllı bir çocuk, ikincisi de yolda.

Bir gün kendi resmini bir dergide gördü, iş adamı Carlo Bianchi ile güzel eşi operadan çıkarlarken diyordu. Teresa’nın üzerinde yeşil kadife bir gece elbisesi vardı. Kolunda yakut taşlı bilezik, ona uygun yüzüğü, küpeleri, kızıl saçları ile çok hoş görünüyordu. Yazıda Fransız bir revü yıldızı olduğu parlak kariyerini bu evlilik için geride bıraktığı anlatılıyordu.

“Meşhur olmuşuz” dedi.

“Severler burada sosyete haberlerini”

“Paris’e gitsek”

“Çocuğun doğmasını bekleyelim. Daha iyi olur.”

Özlemişti artık Paris’i Teresa ama artık uzun süre gidemem herhalde diye düşündü. Bebek doğduktan sonra kolay olmazdı seyahat.

Bir de kızları oldu. Teresa gerçekten çok mutluydu. İlk oğlunun doğumunda zorluk çekmişti çocuğa bakmakta ama şimdi burada Caracas’ta imkanları genişti. Evde dadılarla büyüyecekti çocuk. Geleceğe ümitle bakabilirdi.

Ondan haber bekleyen Lucy’ ye mektup yazdı, hayatındaki gelişmeleri anlattı. O’na Paris’i sordu.

Gelen cevabi mektup biraz karmaşıktı. Lucy’nin hayatında da değişiklikler vardı. O da evlenmişti ama mutlu değildi. Kocasının başı polisle dertteydi. Uyuşturucu işine girmişti. Karakolluk olduklarında kendilerini sorgulamaya Robert gelmişti. Lucy’nin bu işlerden haberi olmadığı anlaşılınca onu serbest bırakmışlardı. Ama kocası hala içerdeydi.

Ayrılırlarken Robert, ona Teresa’yı sormuş, Lucy’de, “Venezuella’da yaşıyor artık” demişti.

Robert’ın lafı edilince, gözleri daldı Teresa’nın ne yapıyordu acaba eski aşkı.

Kendi kocasının da karışık işleri olduğunu biliyordu ama bir şey sormamayı daha akıllıca buluyor Carlo’nun anlattıkları dışında işle ilgili bir merak göstermiyordu.

Biraz “üzümünü ye, bağını sorma” durumu vardı aralarındaki ilişkide.

Daha doğrusu kötü bir şey olmasın, bu büyü bozulmasın istiyordu. Çünkü hayatta herşeyin yolunda gittiği, işlerin tereyağından kıl çeker gibi kolaylıkla halledildiği görülmemiştir. Her şey iyi derken bir şey olur tökezler insan. Ne bileyim nazar değer, bir şey olur.

“Demek her şeyin yolunda olması da ayrı bir dertmiş insanın eli yüreğinde oluyormuş” dedi kendi kendisine.

7 Temmuz 2021 Çarşamba

Caracas

 




Teresa ne diyeceğini bilmiyordu.

“Gitme” dedi Robert. “Paris’e benzemez oralar. Yalnız bir kadın için tehlikeli.”

“Yalnız gitmiyorum, grupla beraberim, anlaşmayı yaptık, kontratı imzaladık. Uçak biletlerimizi aldılar. Evi boşaltıyorum.”

“Peki” dedi Robert sesi kırgın. “Yarın ararım ben seni.”

Teresa gece geç yattığı için sabahları kalkamıyordu. Komşu Hanımla anlaşmış, kadına anahtar vermişti. Sylvia erkenden geliyor, çocuğu hazırlıyor okula götürüyordu. Akşamları da Teresa alıyordu ikisinin de çocuğunu okuldan.

Robert geldiğinde Patrick okulda, Teresa ise henüz uyanmamıştı. Kapı çaldı üç kere.  Önce "bırak çalsın" dedi, sonra söylene söylene kalktı Teresa. Açtı kapıyı, karşısında Robert.

“Ne oldu?” Dedi

“Gitmeye kararlısın biliyorum ama gitmeden önce sana söyleyeceklerim var. Aslında söylememem gerekiyor. Çünkü sırdır, gizli tutulması gerekir. Ben İnterpol’de görevliyim. Gizli serviste.  Yasaktır söylememiz, nerede çalıştığımız hangi işin peşinde olduğumuz, özel hayatımız, adresimiz, telefonumuz hepsi gizlidir. O yüzden ne zaman bana bir şey sorsan doğru dürüst bir cevap alamadın.”

“Aynasız” dedi Teresa.

Güldüler.

“Ha unutmadan, evli falan değilim hayatımda kimse yok. Lucy’ nin gördüğü kadında ajandır. Bazan takip yaparken çift olarak bir yere girip inceleme yapmak daha kolay oluyor. O gün de birisinin peşindeydik.

Bu dediklerimi kimseye söylemeyeceksin, ne olursa olsun. Vereceğim adresi ezberleyeceksin. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa benimle bağlantı kuracaksın.

Ne olursa olsun uyuşturucudan ve satıcılarından uzak duracaksın. Çok büyük operasyonlar dönüyor orada. Dikkatli ol. Kimseye güvenme. En yakınındakilere bile.”

Teresa’nın gözleri açılmıştı. Duyduklarını anlamlandırmaya çalışıyordu. “Tamam” dedi. “Merak etme, çocuk değilim.”

“Git” dedi Robert. “İlle de gitmek istiyorsan. Ama unutma ben buradayım.”

Onu kollarına aldı, hırsla öptü. Tuttu elinden yatağa götürdü.

Uçağa binerken aklı karmakarışıktı Teresa’nın. Ağlıyordu. Yanında oğlu “Ne oldu anne?” dedi.

“Annen duygusal böyle işte. Paris’ten evimizden ayrılmak bana zor geldi.”

“Ben çok heyecanlıyım. İlk defa uçakla bir yere gidiyorum. Çok eğleneceğiz” dedi çocuk. Yol boyunca konuştu, sorular sordu.

Diğer artistlerde heyecanlıydılar. “Latin Amerika ha! İnanamıyorum” dedi kızlardan biri.

Bir başkası “Orada bir milyarder bulup, evleneceğim” dedi.

“Aaa! Ben Paris’ten başka yerde yaşayamam. Döneceğim, işim bitince hemen.”

“Rio de Janerio’yu da görmek istiyorum. Çok muhteşem bir şehir.”

“Düşünsene kaç yer göreceğiz, muhteşem müzikhollerde çalışacağız. Bu şans bir daha ele geçmez.”

“Eyvah file çoraplarımı unuttum”

“Merak etme orada bulur alırız. Ya da senin milyarder sevgilin Paris’ten getirtir.”

Konuşa konuşa uyudular. Tatlı umut dolu bir uykuydu bu. Yeni başlangıçlara çarpıyordu kalpleri genç kadınların ve guruptaki tek çocuk olan Patrick’in.

 


Caracas’a indiklerinde şehre hayran kaldılar. Dağların arasında büyülü bir yerdi. Deniz iki bin metre yükseklikteki dağların arkasında kalıyordu. Bir otele yerleştiler. Gösteriler başlamadan önce biraz dinlenin, havuzda yüzün dedi Carlos.

Birkaç gün sonra Teresa’ya sen çocukla biz de de kalabilirsin dedi. Çalışırken çocukla ilgilenecek birisini ayarlamak lazım. Evde yardımcılarım var. Onlar ilgilenirler.

“Hmm. Sana özel ilgi gösteriyor, bu adam” dedi Emily.

“Öyle görünüyor. Çocukla da çok ilgili. Ona bir İspanyolca hocası tutmak istiyor. -Buradayken eğitimi aksamasın- dedi.”

Carlo’nun evi şehir dışında güzel bir villa idi.  Şatafatlı değil sade döşenmişti. Bahçesi bakımlı, arkadaki havuzuyla ağaçların gölgesindeki rahat koltuklarıyla çok davetkar bir yerdi.

Sana bir bisiklet alalım gezersin dedi çocuğa. Patrick halinden memnun görünüyordu.

Teresa Carlo’nun her şeyi ince ince düşünmesinden etkilenmişti.  Herşey yeniydi onun için. Latin Amerika hakkında fazla bir bilgisi yoktu. İspanyolca da bilmiyordu. Ama öğrenecekti.

Ertesi hafta gösteriler başladı. Çok yoruluyorlardı. Hızlı tempo, işten geri kalan zamanlarda, etrafı gezip görme, alışveriş, günler hızla geçiyordu.

“Turne başarılı oldu biraz daha uzatabiliriz” dedi Carlo. Çocuğu da istersen burada okula yazdıralım.

“Nasıl olur, alırlar mı?”

“Ben hallederim.  Gösteriler bitince de artık çalışmazsın dinlenirsin.”

Beraber yaşamaya başlamışlardı. Hayatı değişiyordu Teresa’nın. İki seçenek vardı karşısında, ya Paris’e dönecek, eski hayatına devam edecek, ya da burada kalıp, Carlo ile yaşayacaktı.

Carlo herşeyi bu ikinci seçeneğe göre planlıyordu. Onun döneceğine ihtimal vermek istemiyordu. Çocukla da baba gibi ilgileniyordu.

Teresa, "herşey çok iyi gidiyor ama aslında bu adamı fazla tanımıyorum. Doğru bir karar mı veriyorum," diye düşünüyordu.

Kızlardan birkaçı da orada sevgili bulmuşlardı. Onlar da kalıp kalmamak arasında kararsızdı.

Gitme vakti geldi. Kader ağlarını örüyordu. Sarıldı Carlo beline, “Bırakmam seni. Artık ben neredeysem sen de oradasın” dedi.

 

Elif Mat

Öykü

5 Temmuz 2021 Pazartesi

Revü Yıldızı

 

Elif Mat

Öykü


1950’ li yıllar, Paris



Adam evliydi galiba ama kadına söylememişti. Teresa, uzun boylu yeşil gözlü alımlı bir revü yıldızıydı. Senelerce çalışmıştı. Çocukluğundan beri dans ediyordu. Mesleğinde çok başarılı ve yetenekliydi. Anne babası o küçükken Polonya’dan gelmişlerdi Fransa’ya.

Robert ile iyi anlaşıyorlar, gezip tozuyorlardı ama ona fazla güvenemiyordu. Bir dediği bir dediğini tutmuyordu pek. Kendine güvensiz bir hali vardı adamın.

Daha önce de bir İtalyan sevgilisi olmuştu, ondan bir oğlu vardı Patrick. Çocuk artık büyüyordu, dokuz yaşına gelmişti. Enrico ölünce Teresa oğluna hem annelik hem babalık yapar olmuştu.  Kimseleri yoktu. Daha yeni yeni kendisini toparlıyordu.

Alışveriş merkezinde çalışan arkadaşı Lucy, “Senin Robert evli mi?” diye sordu. “Geçen gün bir kadınla gördüm onu. Hediyelik eşya bakıyorlardı.”

“Bilmiyorum. Şüpheleniyordum zaten. Kaç defa sordum geçiştirdi. Bu âlemde adam gibi adama rastlanmıyor.”

O gün öğleden sonra hem çocuğun giysilerini onarıyor, hem de bunları düşünüyordu. Bu aralar, akşamları çalıştığı yere bir Venezüellalı dadanmıştı. Revüyü Güney Amerika turnesine davet ediyordu. Bakalım patron ne diyecekti bu işe.

Kızlar istemiyorlardı. Taa oralarda ne işimiz var diyorlardı. Herkesin, evi çocuğu kendisini Paris’e bağlayan bir hayatı vardı. Ama teklif edilen para iyiydi. Ben ne yaparım acaba diye düşündü. Bu eve de, bir sürü kira veriyorum.

Hadi gittim diyelim, çocuk ne olacak ona kim bakacak? Onu da götürmem lazım. Okulu ne olacak?

Üç ay için gidip biraz para biriktirmek oraları görmek fena fikir değildi aslında.



Carlo uzun boylu yanık tenli mavi gözlü çok cazip bir adamdı. Beyaz gömleği boynundaki mavi fuları ile pek şıktı. Ana dili İspanyolcaydı ama Fransızcayı da fena konuşmuyordu. Eğlenceyi seven yüksek sesle kahkaha atan, kolunu beline doladığında Teresa’nın yüreğini hoplatan bir adam.

Kanı ısınmıştı bu adama. Neşeli, güler yüzlü adamları severdi. Konuşkan olması, dertsiz tasasız görünmesi hoşuna gidiyordu.

“Gelirsem oğlumu da getirmem gerekir Venezüella’ya. Burada bırakacak kimsem yok” dedi.

“Kaç yaşında?”

“9”

“Gelsin, dünyayı görmüş olur, İspanyolca öğrenir, hayat tecrübesi kazanır” dedi Carlo.

“Pasaport çıkartayım o zaman.”

“Senin var mı?”

“Var. İtalya’ya giderken almıştım. Evi de boşaltmam lazım, üç ay boşuna kira vermek istemiyorum.”

“Bir ay vaktin var, herşeyi halletmek için.”

O sırada kadehe eli çarptı, cam şıkırtısı yere dökülen kırmızı şarap…

Acaba kötüye mi işaret bu? Yoo hayır. Cam kırılınca nazar gider derler. İyiye yoralım diye düşündü.

Dışarı çıktılar, gökyüzü pırıl pırıldı. Yıldızlara bakınca içi coşkuyla doldu. Heyecanla gelecek günleri bekliyordu.

Yeni bir kıta, yeni bir hayat. Görünüşe göre üç aylık bir turne olacaktı bu ama uzayabilirdi. Haydi hayırlısı.

Robert’te de iyi oldu. Madem evliydi niye beni aylarca oyaladı utanmaz adam.

Şimdi “İş için Venezüella’ya gidiyorum” deyince bakalım ne diyecek?

Adam, birkaç gün sonra aradı. “Akşam görüşelim, özledim seni” dedi.

“Bu akşam olmaz. Bu aralar çok yorgunum hem geç saatlere kadar çalışıyorum, hem turneye hazırlanıyorum.”

“Ne turnesi?”

“Güney Amerika Turnesi. Venezüella’dan teklif aldık. Patron kabul etti. Üç aylığına gidiyoruz.”

Kimseciklere söylemeden mi gidiyorsun? Ne bu? Bir Nisan şakası mı?”

“Hayır, ne münasebet? Şaka falan değil. Gerçekten böyle bir teklif aldık. Önce çok düşündüm nasıl olur diye ama sonra bir değişiklik bana iyi gelecek dedim. Parası da iyi.”

“Nerede kalacaksınız?”

-Lafa bak herhalde bir yer buluruz- diye düşündü içinden-

“Organizatör Carlo otelleri ayarlayacak, otellere biz para vermiyoruz, onlar hallediyor.”

“Üç ay çok, özlerim seni”

“Öyle mi? Belki çok meşgul olursun, fark etmezsin bile”

“Ne demek istiyorsun?”

“Geçen gün, seni görmüş Lucy, mağazada bir hanımla”

“Haydaa! Kim bu Lucy ya? Ne karıştırıyor?”

“Karın mıydı?

“Kaç defa söyledim sana evli değilim diye”

....