Teresa ne diyeceğini bilmiyordu.
“Gitme” dedi Robert. “Paris’e benzemez oralar. Yalnız bir
kadın için tehlikeli.”
“Yalnız gitmiyorum, grupla beraberim, anlaşmayı yaptık,
kontratı imzaladık. Uçak biletlerimizi aldılar. Evi boşaltıyorum.”
“Peki” dedi Robert sesi kırgın. “Yarın ararım ben seni.”
Teresa gece geç yattığı için sabahları kalkamıyordu. Komşu
Hanımla anlaşmış, kadına anahtar vermişti. Sylvia erkenden geliyor, çocuğu
hazırlıyor okula götürüyordu. Akşamları da Teresa alıyordu ikisinin de çocuğunu
okuldan.
Robert geldiğinde Patrick okulda, Teresa ise henüz
uyanmamıştı. Kapı çaldı üç kere. Önce "bırak çalsın" dedi, sonra söylene söylene kalktı Teresa. Açtı kapıyı, karşısında
Robert.
“Ne oldu?” Dedi
“Gitmeye kararlısın biliyorum ama gitmeden önce sana
söyleyeceklerim var. Aslında söylememem gerekiyor. Çünkü sırdır, gizli
tutulması gerekir. Ben İnterpol’de görevliyim. Gizli serviste. Yasaktır söylememiz, nerede çalıştığımız hangi
işin peşinde olduğumuz, özel hayatımız, adresimiz, telefonumuz hepsi gizlidir.
O yüzden ne zaman bana bir şey sorsan doğru dürüst bir cevap alamadın.”
“Aynasız” dedi Teresa.
Güldüler.
“Ha unutmadan, evli falan değilim hayatımda kimse yok. Lucy’
nin gördüğü kadında ajandır. Bazan takip yaparken çift olarak bir yere girip
inceleme yapmak daha kolay oluyor. O gün de birisinin peşindeydik.
Bu dediklerimi kimseye söylemeyeceksin, ne olursa olsun.
Vereceğim adresi ezberleyeceksin. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa benimle
bağlantı kuracaksın.
Ne olursa olsun uyuşturucudan ve satıcılarından uzak
duracaksın. Çok büyük operasyonlar dönüyor orada. Dikkatli ol. Kimseye güvenme.
En yakınındakilere bile.”
Teresa’nın gözleri açılmıştı. Duyduklarını anlamlandırmaya
çalışıyordu. “Tamam” dedi. “Merak etme, çocuk değilim.”
“Git” dedi Robert. “İlle de gitmek istiyorsan. Ama unutma
ben buradayım.”
Onu kollarına aldı, hırsla öptü. Tuttu elinden yatağa
götürdü.
Uçağa binerken aklı karmakarışıktı Teresa’nın. Ağlıyordu. Yanında
oğlu “Ne oldu anne?” dedi.
“Annen duygusal böyle işte. Paris’ten evimizden ayrılmak
bana zor geldi.”
“Ben çok heyecanlıyım. İlk defa uçakla bir yere gidiyorum.
Çok eğleneceğiz” dedi çocuk. Yol boyunca konuştu, sorular sordu.
Diğer artistlerde heyecanlıydılar. “Latin Amerika ha!
İnanamıyorum” dedi kızlardan biri.
Bir başkası “Orada bir milyarder bulup, evleneceğim” dedi.
“Aaa! Ben Paris’ten başka yerde yaşayamam. Döneceğim, işim
bitince hemen.”
“Rio de Janerio’yu da görmek istiyorum. Çok muhteşem bir
şehir.”
“Düşünsene kaç yer göreceğiz, muhteşem müzikhollerde
çalışacağız. Bu şans bir daha ele geçmez.”
“Eyvah file çoraplarımı unuttum”
“Merak etme orada bulur alırız. Ya da senin milyarder
sevgilin Paris’ten getirtir.”
Konuşa konuşa uyudular. Tatlı umut dolu bir uykuydu bu. Yeni
başlangıçlara çarpıyordu kalpleri genç kadınların ve guruptaki tek çocuk olan
Patrick’in.
Caracas’a indiklerinde şehre hayran kaldılar. Dağların
arasında büyülü bir yerdi. Deniz iki bin metre yükseklikteki dağların arkasında
kalıyordu. Bir otele yerleştiler. Gösteriler başlamadan önce biraz dinlenin,
havuzda yüzün dedi Carlos.
Birkaç gün sonra Teresa’ya sen çocukla biz de de
kalabilirsin dedi. Çalışırken çocukla ilgilenecek birisini ayarlamak lazım.
Evde yardımcılarım var. Onlar ilgilenirler.
“Hmm. Sana özel ilgi gösteriyor, bu adam” dedi Emily.
“Öyle görünüyor. Çocukla da çok ilgili. Ona bir İspanyolca
hocası tutmak istiyor. -Buradayken eğitimi aksamasın- dedi.”
Carlo’nun evi şehir dışında güzel bir villa idi. Şatafatlı değil sade döşenmişti. Bahçesi
bakımlı, arkadaki havuzuyla ağaçların gölgesindeki rahat koltuklarıyla çok
davetkar bir yerdi.
Sana bir bisiklet alalım gezersin dedi çocuğa. Patrick
halinden memnun görünüyordu.
Teresa Carlo’nun her şeyi ince ince düşünmesinden
etkilenmişti. Herşey yeniydi onun için.
Latin Amerika hakkında fazla bir bilgisi yoktu. İspanyolca da bilmiyordu. Ama
öğrenecekti.
Ertesi hafta gösteriler başladı. Çok yoruluyorlardı. Hızlı
tempo, işten geri kalan zamanlarda, etrafı gezip görme, alışveriş, günler hızla
geçiyordu.
“Turne başarılı oldu biraz daha uzatabiliriz” dedi Carlo.
Çocuğu da istersen burada okula yazdıralım.
“Nasıl olur, alırlar mı?”
“Ben hallederim. Gösteriler bitince de artık çalışmazsın dinlenirsin.”
Beraber yaşamaya başlamışlardı. Hayatı değişiyordu Teresa’nın.
İki seçenek vardı karşısında, ya Paris’e dönecek, eski hayatına devam edecek,
ya da burada kalıp, Carlo ile yaşayacaktı.
Carlo herşeyi bu ikinci seçeneğe göre planlıyordu. Onun
döneceğine ihtimal vermek istemiyordu. Çocukla da baba gibi ilgileniyordu.
Teresa, "herşey çok iyi gidiyor ama aslında bu adamı fazla
tanımıyorum. Doğru bir karar mı veriyorum," diye düşünüyordu.
Kızlardan birkaçı da orada sevgili bulmuşlardı. Onlar da
kalıp kalmamak arasında kararsızdı.
Gitme vakti geldi. Kader ağlarını örüyordu. Sarıldı Carlo
beline, “Bırakmam seni. Artık ben neredeysem sen de oradasın” dedi.
Merakla bekliyoruz bakalım ne yapacak Teresa...
YanıtlaSil:))
YanıtlaSil