31 Ağustos 2023 Perşembe

Emrin olur gülüm başüstüne

 Bir yol çizilmişti William’a. Kayahan’ın “emrin olur gülüm başüstüne” şarkısında müzik biraz gizemli başlar sanki orada korkutucu birşeyler olacaktır. William’ın kaderine de fırtınalar düşecektir.

Mezuniyetin ardından üniversite’de bir iş bulunur, lojman tutulur ve iki genç evlenirler. Bu arada hesapta olmayan bir şey olur Julia’nın küçük kardeşi Cecilia hamile kalır.



 Ne?! Herşeyin düzgün, sıralı gitmesine, kitapta yazdığı gibi olmasını isteyen Julia için bu imkansız birşeydir. Cecilia evlilik dışı bir ilişki yaşamış, hamile kalmış ve çocuğunu kendi büyütmeye karar vermiştir. Bu haber anne Rose’u deliye döndürür. O öfkeyle, Cecilia’yı evden gönderir. Bağımsız bir karakter yapısına sahip olan Cecilia, bir komşunun evinde bir oda tutarak hayatına devam eder. Evlenmeyecektir. Ne iş yapacağı konusu ise açıktır. Okulu falan boşver, ressam olarak hayatını kazanmaya kararlıdır.

Julia düşünür, kendisinin de bir bebeği olursa aileye yeniden ahenk gelebilir diye hayal kurar ve William’a bir bebek istediğini söyler. Bu haber genç adamı şaşırtır, çünkü henüz yeni evlenmiş, ayakları üzerine durmaya çalışıyorlarken ve daha çok gençken böyle bir şeye hazır değildir. Ama herzamanki gibi eşinin isteklerine karşı koymayı düşünemez ve bu durumda da sessizliği tercih eder.

Önce Cecilia’nın kızı İsabel, sonra da Julia ve William’ın kızları Alice dünyaya gelir ve işler ondan sonra karışmaya başlar.

Bu romanda yazar hep ölümle doğumu eşleştirmiş. William’ın doğumundan hemen sonra ablasının ölümü gibi İsabel’in doğumundan hemen sonra dedesi Charlie hayatını kaybediyor. Charlie eşi Rose gibi çocuklarına karşı sert bir baba değildi. Kızının evden ayrılmasını istemedi ama ona destek olmaya da ömrü vefa etmedi.

Bu ölüm üzerine Rose’un artık sabrı taşmış olur, evi satıp Florida’ya taşınmaya karar verir. Eşi ölmüş, bir torunu olmuş, diğer torunu da yoldayken çocuklarının kendisine halen daha ihtiyacı varken, o kapıyı çekip gitmeyi tercih etmiştir. Bu durumda diğer kızlar Silvia ve Emeline de bir anda evsiz kalmış olur. Emeline Cecelia ile birlikte aynı yere kiracı olarak gider, Silvia ise biraz Julia’larda kalarak, durumu idare etmeye çalışır.

Silvia da üniversiteye gitmek ister ama o Julia gibi burs kazanamamıştır. Kütüphanede çalışarak para biriktirmektedir. Emeline ise çocuk yuvasında çalışmakta ve çocukları çok sevmektedir.

Julia’nın bebeği Alice doğduğunda, kızkardeşleri özellikle Silvia kendisine yardımcı olur. William gece gündüz çalışır. Üniversite’de kariyer yapmak, evi geçindirmek, bir yandan gece bebek sesiyle uykusuz kalmak, onu giderek daha da yormaya, bunaltmaya başlamıştır.

Julia ise tamamen bebeğiye meşgul, sanki başka bir alemdedir. Giderek birbirlerinden uzaklaşmaya başlarlar. William teselliyi gene basket sahasında arar. Boş vakitlerinde spor salonuna gider, gide gele kendisini dizi için tedavi eden fizyoterapistle arkadaş olur. Bu konuya ilgi duyar ve artık sporculara biraz da fizyoterapistin gözüyle bakmaya başlar. Üniversite, yıldız sporcularına önem vermekte, spor kazalarını önlemek için araştırmalar yaptırmaktadır.

Bunun için sporculara önceki yaralanmaları hakkında sorular sorulması, varsa bazı zayıf noktalar vücutta o bölgelerin güçlendirilmesi gerekmektedir.

Bir gün dersten sonra William, üniversitenin parkında, bir bankta eski hocasıyla oturup sohbet etmeye başlar ama gerisini hatırlamaz.  Geceler boyu uykusuzluk sonunda dayanılmaz hale gelmiş ve o bankta uyuyakalmıştır. Ondan sonra işini aksatmaya başlar. Aslında yaşadığı bir depresyondur ve çevresindekiler durumu anlamazlar, zaten sessizliğini korumakta, kimseye birşey söylememektedir.

Bir gün gelir devam edemez. Julia’ ya bir not bırakarak, ayrılmak istediğini söyler, bir zarfın içine de babasının daha önce kendisine evlenme hediyesi olarak gönderdiği on bin dolarlık çeki koyar. Bu çekten Julia’ya daha önce bahsetmemiştir. Babasının parasını istemez ve o nedenle çeki bankaya yatırmayı da düşünmemiştir bugüne kadar ama artık Julia’yı terkettiğine göre ona bu çeki vermesi gerekmektedir. Julia’nın ve kızının geçimleri için başka bir çaresi yoktur.

Notu ve çeki bıraktıktan sonra arkasına bakmadan gider.

 

Adını yazmışlar gökyüzüne Fırtınalar düşmüş kaderime Yolumu çizmişsin sen yine Emrin olur gülüm, emrin olur

30 Ağustos 2023 Çarşamba

William

 

Bazı kitaplar vardır bitmesini istemezsiniz. Bu da öyle bir kitaptan bir hikaye. 

Yakında okuduğum Ann Napolitano'nun Hello Beautiful isimli eserinden William karakteri. Okuduğum kitaplardaki karakterler hakkında yazmayı seviyorum.




William bizden bir kaç yaş büyüktü, 1960 Boston doğumluydu. Varlıklı bir ailenin oğluydu, para sıkıntısı çekmemişti ama başka dertleri, derin bir hüznü vardı.

Onun doğumu ile kendisinden iki üç yaş büyük ablası Caroline’nin ateşlenerek ölümü aynı haftaya denk gelmiş. Hayatının ilk bir haftasını saymassak ömrü tek çocuk olarak geçmiş. Ablasının vefatından sonra annesi derin bir depresyona girmiş, babası akşamları içen, çocuğuyla pek alakadar olmayan biriymiş. Etrafta  onunla ilgilenen amca dayı teyze hala gibi büyüklerde olmayınca, William kendisini hep yalnız, adeta istenmeyen bir çocuk olarak görmüş, bitmeyen, tükenmeyen hüznünün sebebi buydu aslında. Başka bir aile olsa Allah bir tane yavrumuzu aldı ama bize bir oğul bağışlardı der, ona gözbebekleri gibi bakardı, ne yazık ki William’ların evinde durum böyle olmadı. 

Hastalık lafı o kadar korkutucu bir laftı ki, çocuk öksürmeye, aksırmaya, “kendimi iyi hissetmiyorum” diyerek, nazlanmaya korkardı. Birisi “nasılsın?” diye sorsa hemen “iyiyim” derdi, hiçbir şekilde ailesine bir sorun çıkartmayı istemiyordu.

Çocukluk yılları ile tek hatırladığı çok hızlı boy atması ve zamanını yalnız geçirmesi idi. Bu yalnızlık sadece basketbol oynarken bölünüyordu. Orda arkadaş vardı, orada kendisini destekleyen hatta hayran olanlar vardı, orada şakalaşma, gülüşme, koşma, oynama, terleme, yorulma vardı ve bütün bunlar ona çok iyi geliyordu.

Liseyi bitirdiğinde ne yapacağı belliydi. Boston’da kalmak istemiyordu. Bir basketbol bursu bulup, buradan gitmeli başka bir şehirde bir üniversiteye yazılmalıydı. İstediği oldu, Nothwestern Üniversite’sine yazılınca,  Chicago’ya, o rüzgarlı şehre taşındı.

Giderken anne, babasıyla vedalaştı bunun son veda olacağını belki bilmiyordu ama kalbinin derinliklerinde bir yerde hissedebiliyordu.  Zaten kazanmış olduğu bursla idare edebilirdi çok da fazla bir paraya ihtiyacı yoktu.

Annesi ne yaptı o gidince, belki derin bir nefes aldı. Ya babası, şüphesiz bir şey olmamış gibi akşam olunca viskisini alıp, şöminenin karşısındaki sevdiği berjer koltuğa oturdu, purosunu yaktı, pek de bir şey düşünmedi.

Yaşadığı şehir değişmişti ama hayatı pek de değişmemişti. Yine okul ve yine basketbol. Topu sahada sektirirken çıkan ses onu rahatlatıyordu, hayattaki bütün hüzünler o sesin ardında kalıyordu, saha da huzurlu, sınıfta sessiz ve düşünceliydi.

Bir kız vardı sınıfında, bıcır bıcır her daim neşeli, her daim konuşkan, iki de bir hocaya soru soran çalışkan kızlardan. Önce sinir oldu kızın ikide bir derste hocanın sözünü kesip pek de anlamlı olmayan sorular sormasından.

Sonra kız bir gün yanına geldi, “ne kadar da uzun boylusun sen öyle” dedi ona durup dururken. İsmi Julia idi tanıştılar mecburen. Derslerde konuşur oldular. Bu kız yanındayken ne yapayım diye düşünmeye pek gerek kalmıyordu, kız nereye gitmek isterse oraya gidiyorlardı. Sinema tiyatro kütüphaneye gidip ders çalışma, günler öyle geçiyordu.

Julia bir gün onu evine davet etti. Kendi evinden çok farklıydı bu ev. Küçük ama hareketli, telaşlı, konuşkan gürültülü. Julia dört kız kardeşin büyüğüydü. Evde de her işi idare eden bilmiş kız havasındaydı. Annesi Rose tipik bir İtalyan anne modeliydi, o da konuşkan güzel yemek yapan bahçede sebzesini maydonozunu, dere otunu yetiştiren becerikli, kızların üzerinde otoritesi olan bir kadındı.

Baba Charles ise, kendi babası gibi içkiyi seviyordu ama tatlı bir adamdı, mahallede seviliyordu. Şiirden edebiyattan konuşurdu. Kızlarına iyi bir babaydı, Rose’un tek şikayeti kocasının yeterince para kazanamaması iş hayatında ilerleyememesiydi.

Julia çalışkan ve gelecekte başarılı olacağına inanmış bir öğrenciydi, o da William gibi burslu okuyordu bu iyi üniversitede.

“William universiteyi bitirince ne iş yapacak?” dedi Rose bir gün. Julia’nın hemen iyi bir cevap bulması gerekiyordu. “Profesör olacak” dedi. Şöyle bir düşündü, kendisini profesör eşi olarak hayal etti, baktı hoşuna gitti bu fikir. Yalnız Willam’a sormamıştı ne istediğini.

William ise universitede tarih okuyordu ama parlak bir basketbol kariyeri hayal ediyordu.

Hayat her zaman insanın istediği gibi gitmiyor. William iyi bir oyuncuydu ama korttaki arkadaşları kendisinden daha iyi yarı ve kalıplıydılar. Bir gün birisiyle maçta çarpışınca yere biçimsiz bir şekilde düştü, büyük bir acıyla kıvrandı. Hemen hastaneye kaldırıldı. Dizinden bir seri ameliyat geçirmesi gerekiyordu, değil basket oynamak, günlerini acısız geçirmek, rahatça yürüyüp, merdiven çıkmak bile sorun olacaktı. Basketbol kariyeri hayali böylece sona erdi.

Derslere devam ediyor, fizik tedaviye gidiyor dizini güçlendirmeye çalışıyordu. Julia evlilik hayalleri kuruyordu. "Mezuniyetten sonra evleniriz", dedi bir gün...