Elif Mat
Öykü
Bir sabah karmaşık bir rüya görerek uyandı. İçinde bir huzursuzluk vardı. Carlo bir iş seyahatine gitmiş, henüz gelmemişti.
Çocuğa kahvaltı yaptırdı, okula yolladı. Evdekilere “Carlo’dan
bir haber var mı?” diye sordu. “Yok” dediler.
Küçük kızı iki yaşında olmuştu, gülücükler dağıtıyordu. Işıl
ışıl parlayan yeşil gözleri vardı. Ona cicili bicili elbiseler giydiriyor,
gezdiriyordu. Carlo da bayılıyordu küçük Lisa’ya, eve geldiğinde kucağından
indirmiyordu.
İş yerine telefon açtı, “siz bir haber aldınız mı?” dedi
“Hayır, henüz
Bolivya’dan dönmedi” dediler.
“Sorun, araştırın bakalım, ne zaman dönecek?” dedi.
Yabancı bir ülke, kocasından başka kimsesi yoktu. Evet,
parıltılı bir hayat yaşıyorlardı ama kimseye güvenemezdi.
Bir kahve yapmalarını söyledi. Camın önüne oturdu, dışarıyı
seyretmeye başladı.
Sigarasını yaktı, güzel gözleri buğulandı.
Gün geçmiyordu.
Arabasına bindi dolaşmaya çıktı. Kavşakta kapı açıldı, içeri
bir adam atladı. Zaten üstü açık araba, güvenlik bakımından sorunluydu. Adam silahını çıkardı. “Sür” dedi.
“Ben ineyim, sen al arabayı, eğer istediğin arabayı
çalmaksa” dedi Teresa.
“Hayır, istediğim sensin güzelim, sür” dedi adam.
Bilmediği bir yöne doğru ilerlerken yolda bir kilise
gördüler. Teresa aniden frene basıp, kaçmak istedi. Kiliseye sığınmayı
düşünmüştü.
Adam kaçmasına fırsat vermedi. Tuttuğu gibi arka koltuğa
attı, arabanın üzerini kapattı, direksiyona geçti, hızla uzaklaştılar oradan.
Yolları nereden geçtiğimizi ezberlemem lazım diye düşündü
Teresa. Kilisenin adına dikkat etmişti. ‘Kutsal Kurtarıcı Kilisesi”
“Niye kaçırıyorsunuz beni?” dedi.
“Carlo’dan fidye isteyeceğiz senin için”
Sesini çıkartmadı, “Carlo burada değil ki” diye düşündü.
İçindeki sıkıntıyla gittiler, o zamana kadar görmediği
mahallelerden geçtiler, nihayet şehir dışında bir çiftliğin önünde durdular.
Adam arabayı garaja çekti, kapısını kapattı.
Teresa’yı eve götürdü. İçerde yaşlı bir çift vardı. “Bu
hanım bu gece misafirimiz dedi onlara.” Kadınla adam anlamaz gözlerle baktılar.
“Soru yok” dedi eşkıya.
Teresa’ya da döndü. “Korkma bunlar benim anne babam. Sana bir şey
yapmayacağız. Bir şey istiyorsan söyle” dedi.
Adama “Eşim burada değil” dedi Fransızca.
“Ne diyorsun?”
Bu sefer İspanyolca tekrarladı aynı şeyi.
“Önemli değil, biz onu nerede bulacağımızı buluruz” dedi
adam.
Yaşlı kadın merakla geldi Teresa’nın yanına “Sen kimsin,
ismin ne?” dedi. Teresa kaçırıldığını anlattı evde beni bekleyen çocuklarım var
dedi Kocasının kim olduğunu söyledi.
Anne kalktı oğlunun yanına gitti, vurdu ona. “Sen ne yapmaya
çalışıyorsun? Aklını mı kaçırdın? Başımızı belaya mı sokacaksın bizim? Yanına
bırakırlar mı zannediyorsun, öldürürler bizi!” dedi.
Babası sıkıntıyla başını salladı.
Paolo, “Anne uzatmayın, fazla kalmayacak, böyle emir aldım.
Yarına kadar anlaşma sağlanır, bırakırız. Burası gözden uzak kimse tahmin etmez
kadının burada olduğunu” dedi.
Babası işaret etti. Dışarı çıktılar.
“Ne oluyor? Niye getirdin bu kadını buraya? Fidye mi
isteyeceksiniz? Ne kadar? Diye peş peşe sorular sordu.
“İki çete arasında savaş çıktı. Carlo’nun Bolivya’dan
getireceği mala çöktüler. Bizim patron da karısını kaçırırsak, pazarlık gücümüz
artar” dedi.
“Annenin hakkı var. Öldürürler bunlar seni yanına
bırakmazlar. Bu işe hiç girmeyecektin.”
“Çok para var.”
“Parası batsın, öldükten sonra parayı ne yapacağız? Mezarda
mı sayacaksın?”
İçeri girdiklerinde Teresa ağlıyordu. “Ne oldu, niye
ağlıyorsun. Bir şey yapmayacağız, kılına zarar gelmeyecek” dedi.
“Gelmeyecek” dedi anne, “ben başında bekleyeceğim.”
“Çocuklarımı merak ediyorum” dedi Teresa. “Onların başına
bir şey gelmesin.”
“Merak edilecek bir şey yok. Olay duyulmuş, sizin evin
çevresini polis sarmış. Arama yapılıyor. Bu işin bir an evvel bitmesi
gerekiyor.”
Carlo iş güç konularından pek bahsetmezdi. Teresa’nın
bilmesini istemiyordu. Tiyatrolar, revüler, gece kulüpleri işin görünen
yüzüydü. Son yıllarda uyuşturucu işine de bulaşmıştı. Bu zenginlik oradan
geliyordu.
Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Bolivya’da rakip çete ile
aralarında çatışma çıktı. Malına el koymak istiyorlar, Carlo direniyordu. “Karını kaçırdık” haberi gelince, mecburen
herşeyi bırakıp dönmek zorunda kaldı. “Venezüella sınırlarına girince
bırakacağız” dediler.
Sabaha karşı, “kadını bırakın” emri gelince, Paolo seslendi
Teresa’ya, “kalk gidiyorsun, serbestsin” dedi.
Telaşla aşağıya koştu genç kadın, “anahtar nerede?” Dedi.
“Kiliseye kadar biz götüreceğiz, yolları bilmiyorsun” dedi
Paolo.
Babası önden eski bir kamyonetle yola çıktı. Paolo, “Onu
takip et. Polis durdurursa bizi tanımıyorsun. Seni nerede sakladığımızı
bilmiyorsun. Bizlerin ismini de bilmiyorsun. Yüzümüzü görmedin. Burada kaldığın
sürenin tamamında gözlerinin kapalı olduğunu, bizim seni getirip, kiliseye
bıraktığımızı söyle. Sakın intikam almaya çalışmayın” dedi.
Kurtulduğuna inanamıyordu Teresa. Kocasına ne olduğunu da
bilmiyordu. Eve doğru hızla gitti.
Kapıda polisler, gazeteciler vardı. Onu sorguya çekmek
istediler. En iyisi hiçbir şey söylememekti. “Beni birisi bayıltıp kaçırdı. Kim
olduğunu görmedim. Sonra bu sabah karanlıkta sakladıkları yerden çıkartıp
gözlerim bağlı getirdiler. Kim olduklarını bilmiyorum” dedi.
İsimlerini duydun mu?
“Hayır”
“Kaç kişiydiler?”
“Bilmiyorum”
“Eşgalleri?”
“Bilmiyorum”
“Kadın var mıydı aralarında?”
“Yok. Artık beni bırakın çocuklarıma gideyim. Çok yorgunum”
“Peki sonra gene geleceğiz”
Biraz sonra Carlo geldi, o da sorguya çekildi. O, o kadar
kolay kurtulamayacaktı. Sinirle telaşla gelmişti. Birbirlerine sarıldılar
hasretle. Konuşacak çok şey vardı ama ikisi de şu anda kurtulmuş ve evlerine,
birbirlerine kavuşmuş olmanın verdiği rahatlama hissiyle susmayı tercih
ettiler. Önce olayın şokunu üzerlerinden atmaları gerekiyordu.
Carlo bir parti malı rakibine bırakıp gelmek zorunda
kalmıştı. Bu alemde itibarı sarsılmıştı. Polise yakalanmışlar, isimleri
gazetelere geçmişti. İlerleyen günlerde boy boy resimleri gazetelerin birinci
sayfasını süsleyecekti.
Belli ki de buradan kaçmaları gerekecekti. Ama nereye, nasıl?
“Şu anda hiçbir şey yapamayız” dedi Carlo. Önce hakkımdaki dosyanın
kapanması, işin soğuması gerekir.
“Ya seni hapse atarlarsa?”
“Ellerinde delil yok. Kimse konuşmaz. Ötekiler de biz Carlo’nun
malını çaldık diyemezler ya. Bir şey olursa da işimizi ayarlamasını biliriz.”
Tabii ya, tanıdıkları vardı. Polis de zaman zaman bu güçlü
adamlara göz yumuyordu. Kimbilir ne pazarlıklar dönüyordu Teresa’nın bilmediği.
“Paris’e gitsek”
“Gidemeyiz.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder