Elif Mat
Tennessee Williams’ın
A street Car Named Desire adlı tiyatro
oyunu dilimize Arzu Tramvayı olarak
çevrilmiştir. Bir güneyli olan Tenesse Williams’ın en sevdiği şehir New
Orleans’tır ve orada gerçekten Desire
isminde bir tramway vardır Bu vagon bugün müze olarak kullanılmaktadır.
Eserin başında Blanche,
bu tramvaya binerek Elysian Fields’e
gider. Bu şehrin Fransız tarafında Misissippi ırmağına yakın bir cadee ismidir.
Kelimenin aslı Yunan mitolojisinden gelir iyilerin ölümden sonra gittikleri
yer. Cennet. Paris’teki meşhur Champs-Élysées caddesi, Élysée Sarayiıda ismini bu Yunanca kelimeden
alırlar.
Bu şehrin fakir
bir bölgesidir, iki katlı şirin evleri vardır. Dışarıdan merdivenli ahşap
işlemeli her çeşit insanın yan yana yaşadığ,ı sokaktan müzik sesinin sarhoş
gürültülerinin geldiği yerlerdir buraları.
Amerika’nın güney
eyaletlerinin görkemli bir geçmişi vardır oysa ki Buradaki insanlar, eskiden
büyük çiftliklerin ve kölelerin sahipleriydi. Uçsuz bucaksız arazilerinde pamuk
tarımı yapılıyordu. Kendilerini Avrupa’daki
ortaçağ dükleri, düşesleri gibi görüyorlardı. Yalnız kendileri gibi,
beyaz ve zengin olan kimselerle görüşüyorlardı. Büyük, genellikle beyaz
kösklerde oturuyor, ellerini sıcak sudan soğuk suya sokmuyorlardı. Ama zamanla
her şey değişti. Köleler isyan etti. Kuzey Güney savaşı çıktı. Kölelik
kaldırıldı. Toprak sahipleri artık eskisi gibi bedava işgücüne sahip değillerdi.
Dahası sanayileşmeyle birlikte toprak sahibi olmak da eskisi gibi, çok mühim
bir şey olmaktan çıkmıştı.
Aileler eski
zenginliklerini kaybetmeye başladılar. Nüfus şehirlere aktı. Orta halli veya
fakir aileler geçim kaynaklarını fabrika da çalışarak temin etmeye başladılar.
Şehirlerde artık zencisi, beyazı, Meksikalısı, Fransızı, İspanyolu, İngilizi
hepsi bir arada ve birbirlerine yakın dairelerde yaşar oldular. Artık sınıf
farkı pek bir şey ifade etmiyordu.
İşte Blanche,
böyle zengin bir aileden geliyordu. İngilizce öğretmeni kültürlü bir kadındı.
Ama ailenin büyükleri ölmüş, kendisi parasını idare edememiş, borçlarını
ödeyememiş, bir özel meseleden dolayı çalıştığı okuldan da uzaklaştırılmıştı.
Eldeki, avuçtaki
para bitince, o büyük ev de satılmış, çeşitli otellerde kalmaya başlamıştı. Bir
kaç sene sonra, artık otele verecek para da bitti. Çaresiz kardeşinin yanına
New Orleans’a geldi.Blanch’ın ismi Fransızcaydı. Blanche du Bois Beyaz Koru manasına geliyor. Kendisini baharda
çiçek açmış meyva ağaçlarına benzetiyor.
Beyazlık masumiyeti simgeler. O da artık yaşı ilerlemesine ve feleğin
çemberinden geçmiş olmasına rağmen, aslında çocuk ruhluydu. Kendisinden bir kaç
yaş küçük olan kızkardeşi Stella çoktan evden ayrılmış kendisine yeni bir hayat
kurmuştu. Stanley isminde fabrikada işçi olarak çalışan kocasıyla beraber küçük
bir dairede yaşıyorlardı.
Bu Stanley,
onların genç kızken etraflarında görmeye alışık oldukları zengin, kibar
gençlere hiç benzemiyordu. Kaba saba, içkiye ve kumara düşkün, bağırıp çağırmaya
temayülü olan, eğitimli olmayan, iri
yarı, ama yakışıklı bir adamdı.
Stella, eski
zenginliğin romantizmini çoktan bırakmıştı. Gerçekçi bir şekilde hayata
tutunmuştu. Stanley’in kendilerine göre daha aşağı bir sosyal sınıftan olmasına
da aldırış etmiyor, kocasını seviyordu.
Ama Blanche, hem
yaşadıkları çevreyi, hem de Stella’nın kocasını çok yadırgamıştı doğrusu.
Gidecek bir yeri yoktu, o kücük dairede Stella ve kocası Stanley ile birlikte
yaşamaya başladı. Bir yatak odası, bir salon bile denilemeyecek küçük bir alan
ve mutfak. Daha doğrusu mutfakta bir masa ve sedir.Blanche o sedirde yatacaktı.
Stanley, eve
arkadaşlarını toplayıp, poker oynamayı seviyordu. Bu oyun esnasında da
kadınların evde olmalarını istemiyordu. İki kardeş sinemaya gittiler, dışarıda
yemek yediler ,dolaştılar ve saat geç olunca eve döndüler. Poker oyunu devam
ediyordu. Kadınlar yatak odasına geçti ,radyoyu açtı, eğlenceli bir şekilde
konuşmaya başladılar. Stanley kumarda kaybettiği için sinirliydi, çok da
içmişti. Radyoyu kapamalarını ve susmalarını istedi onlardan.
Stella
sinirlendi. “Kendi evimde konuşamayacak
mıyım? Hem gitsin artık bu adamlar evlerine oyun bitsin geç oldu” dedi.
Aslında
Stanley’in arkadaşı Mitch de oyun oynamak istemiyor, Blanche ile sohbet etmek
istiyordu. Ama Mitch kumarda parayı kazanan taraf olmuştu ve Stanley onu masaya
çağırıp, kaybettiği parayı geri almak istiyordu.
Kavga çıktı. O
sarhoşlukla Stanley, hamile karısı Stella’ya vurdu. Arkadaşları hemen üstüne
çullanıp onu zaptettiler, yaka paça tutup ayılması için duşa götürdüler.
O sırada kadınlar
çoktan korkup, üst kattaki komşuya sığınmışlardı.
Üstüne soğuk su
dökülen Stanley ayılmıştı. Bütün gece sokaktan üst kata bağırdı, karısını geri
istiyordu. Blanch’ın uyarılarına rağmen, Stella dayanamadı geri kocasının yanına
gitti.
Zavallı Blanche,
geceyi korkuyla geçirdi. Nasıl olup da Stella gibi hanım bir kızın, bu kaba
saba adamla beraber olduğunu anlayamıyordu.
Zaten iki kız
kardeşin konuşmalarını da zaman zaman Stanley duyuyor, Blanche’ın kendi
hakkında ne düşündüğünü biliyordu.
En kötü darbe,
Stanley’in, Blanche’ın aile evinin satılmasına neden olduğunu öğrendiğinde
geldi. Bu ona göre kendi karısının da pay alması gereken mirastı. Şimdi öyle
bir miras kalmamıştı. Çok sinirlendi ve Blanche’ı araştırmaya başladı.
Gelip karısına, Blanche’ın
iyi bir ününün olmadığını, buraya gelmeden evvel, bazı kötü şöhretli otellerde
kaldığını, bir çok adamla beraber olduğunu söylediği gibi, okuldan izinle
ayrılmadığını, bir öğrencisi ile ilişki kurduğu için, okul tarafından görevine
son verildiğini anlattı.
Stella bunlara
inanmak istemiyor, Stanley’i susturmak istiyordu. Ama Stanley bununla kalmadı,
Blanche ile evlenmek isteyen Mitch’e de durumu anlattı. Bu evliliğe mani oldu.
Aslında o talihsiz
gün, Blanche ‘ın doğum günüydü. Mitche’de davetliydi, Stella hazırlık yapmıştı.
Ama Mitch gelmedi. Yine kavga çıktı aile arasında ama bu sefer Stella daha
fazla dayanamadı doğum sancıları tuttu. Stanley’den kendisini hastaneye
götürmesini istedi.
Blanche, evde
yalnız ve üzgündüi. Perişan halde içkisini yudumluyordu. Geç vakit, Stanley geldi.
Doktorların kendisine eve gitmesini söylediklerini, daha doğumun olmadığını
söyledi.
Sonra olanlar
oldu. Kendisini bilmeyen bu hadsiz adam, bu sefer Blanche’ a saldırdı ve
tecavüz etti. Blanche’ın kendisni savunma çabaları işe yaramadı.
Hastanede doğum
yapan Stella, bu durumdan habersiz ertesi gün eve bebeğiyle geldi. Blanche’ın
başına gelen bu felaket, bir başka felakete daha yol açacaktı. Blanche olanları
Stella’ya anlatmakla hata yapmıştı.
Stella Blanche’ın
anlattığı hikayeye inanmak istemiyor, Stanley Blanche’ın gitmesini istiyordu.
Blanche’ın gidecek yeri yoktu. Ailece Blanche’ın akıl hastası olduğuna karar
verdiler ve bir hastaneye yatırılmasını istediler.
Blanche,
hakikaten de hayal aleminde yaşamaktaydı. Tanıdığı Teksaslı zengin bir adamın gelip, kendisini buradan kurtaracağına
inanıyor, ona mektuplar yazıyordu.
Kapı çaldı ama
gelen Teksaslı değildi. Bir doktor ve hemşireydi. Hemşire Blanche’ı zaptetmeye
çok uğraştı başaramadı ama doktor kibar bir yaklaşım sergiledi. Onu elinden
tutup güzellikle götürdü.
Mitch ağlıyordu.
Erkek olup, sevdiği kadına, Blanche’a sahip çıkamamıştı. Onun mahvını sadece
seyretmişti.
Stanley durumu
umursamıyordu.
Stella? Stella bu
seçimi yapmıştı ama görünen o ki bu
karar onu da mahvetmişti.
Tiyatro eseri
Stella’nın ağlaması ve Stanley’in onu teselli etmeye çalışması ile biter. Filmde
ise Stella ile Stanley kavga ederler ve Stella kocasına bu sefer dönmemeye karar
verir.
Arada çocuk olsa da
artık devam edemeyecektir. Bu durum da güzel bir evlilik zaten beklenemezdi.
Hangi son daha
mantıklı buna seyirci karar verecek.
Blanche Karakteri
İyi bir evde
büyümüş, ingilizce öğretmeni olan, Fransızcayı iyi konuşan, kültürlü bir kadın
Blanche. Mitche ile olan arkadaşlıklarında, kendi geçmişini de anlattı
unutmadığı, unutamadığı ilk kocası Allen’ı da.
Ona sadece boy (çocuk) diyordu. Kendisi 16
yaşındayken, her ikisi de daha çocuk denecek yaşta evlenmişlerdi. Ancak
Allen’da bir farkllık vardı, bu çok yakışıklı ve kendisini çok sevdiği genç
kocası aslında onunla pek beraber olmuyordu. Bir gün,tesadüfen kocasının gay olduğunu öğrendi. Önce bir şey
demedi ama bir akşam dans ederlerken,” gördüm biliyorum” dedi Allen’a.
Allen dışarı
çıktı. Ağzına silahı dayayıp intihar etti. Bu iki olay arasında yani Blanche’ın
ona bildiğini söylemesiyle, Allen’ın intiharı arasında sadece dakikalar vardı.
Blanche’ ın geçmişindeki
trajedi buydu. Bu olayın üzerinden gelememişti. Aile büyüklerinin ölümüyle
yalnız kalmıştı, yalnızlığını içkiyle ve rastgele tanıştığı adamlarla
geçiriyordu.
O dönemin
şartlarında çok erkekle beraber olan kadınlara akıl hastası gözüyle
bakılıyordu. (Oyun 1947’de yazılmış)
Blanche, geçmişte
yaşıyordu. O kaybettikleri ihtişamlı evin ismi Belle Réve- Güzel Rüya
idi. O bile rüya idi. Tramvay’ın adı Desire-
Arzu idi. Desire İtalyanca sidare yıldız
kelimesinden geliyor de olumsuzluk
eki. Yıldızdan uzak olmak anlamını taşıyor. Biz yıldızlara ulaşamayız, onlar
çok uzaktadır. Aslında yıldızın kendisini bile değil, sadece ışığını görürüz.
Dünya, arzu, istek, hayal kurma yeridir. Elysean
fields ile çağrışım yapan Cennet
ise artık bir arzunun olmadığı yerdir. Orada isteyebileceğimiz her şey vardır.
Ama dünyadayken bu da ulaşılmaz bir kavramdır.
Stella Karakteri
Stella’nın ismi
de yıldız manasına geliyor. Stella gerçekçi,
isteklerine kavuşmuş, hayal kurmayan, beklentisi olmayan bir kadın.
Bu eserin başında
adres arama sahnesinde, A street car named Desire, Elysean Fields
ve Cemetery- Mezarlık kelimeleri geçiyor. İlk baştan ölüm ve desire arasında bağ kuruluyor.
Stanley Karakteri
Gene ilk sahnede
Stanley, kasaptan aldığı et paketini
karısına bir top gibi fırlatıp, kendisi bowling oynamaya gidiyor.
Carne – et demek İtalyanca’da. Carnal
desire, tensel istek, nefsin istekleri anlamına geliyor. Ruhsal, ulvi
şeylerden ayrı, daha basit dünyevi arzular.
Stanley böyle bir
adam ruhsal incelikten yoksun. Yaptıklarının cezasını çekmiyor.
Bu eserde
cinsellik ön planda. Blanche’ın sevdiği adam Allen, gay olmasının cezasını
çekti. O yıllarda toplum tarafında kabul edilmeyen gay eğilimindeki gençler ruhsal bunalım geçiriyorlar,
bazen de böyle intihar ediliyorlardı. Tennese Williams da gaydi ve ailesi
tarafından, özellikle babası tarafından dışlanmıştı.
O da, böyle
zengin bir güney evinde büyümüştü ve onun kızkardeşi de akıl hastası olduğu
gerekçesiyle akıl hastanesine kapatılıp, ailesinin isteğiyle gereksiz bir beyin
ameliyatına maruz kalmıştı. (Lobotomi) Aynı Amerikan Başkanı Kennedy’nin
kızkardeşi gibi. Erkeklerin çapkınlığına çapkınlık
denip geçiliyor ama kızların renkli
bir hayatı olursa, bu akıl hastalığı kabul edilip, icabına bakılıyordu o
yıllarda. Özellikle zengin ailelerde. Önemli olan ailenin ismiydi.
Blanche da bunun
kurbanı oldu. İçindeki yalnızlığı ve acıyı bastırmak için başka adamlarla
birlikte olduğu için akıl hastası olarak görülüp, hastaneye gönderildi.
Stella kocasına
olan tutkusu yüzünden, hem kendisine dayak atan adamla beraber olmayı devam
etti hem de kardeşinin tecavüzle ilgili ifadesine inanmayarak onu deli kabul
etmeyi kocasından ayrılmaya tercih etti.
Stanley ise kaba
saba da olsa, şiddet de gösterse, içkici, kumarbaz ve tecavüzcü de olsa başına
bir şey gelmeden bu yaptıklarının cezasını çekmeden hayatına devam etti.