12 Haziran 2019 Çarşamba

Ağaçlar


Inferno 13

Nessus daha karşı kıyıya varmamıştı ki; kendimizi patikasız ormanda bulduk.
Sık ağaçlık, Cehennemin kırık tabanından yukarı, kıvrılarak çıkıyordu.
Yaprakları yeşil değil, karaydı
Dalları birbirne dolanmış, sağlıksızdı.
Meyvesi zehirdi...
Toskana’daki Cecina ve Cornetto ırmakları arasındaki ormandan daha çetrefildi.

Ustamın  yazdığı eserde,
Aeneas’ ı Stophades den kovan ve kötü kehanette bulunan
 Çirkin Harpiler buradaydı.
Kanatları geniş, ayakları pençe, koca göbekleri tüylerle kaplı,
ama boynu, yüzü kadın şeklinde;
Ağaçların üzerine tünemiş, karga gibi ötmekteydiler.

Ustam, “ikinci halkadayız” dedi.
“Kavrulmuş kuma varıncaya kadar, ağaçların arasından yürüyeceğiz.”
Burada çok değişik şeyler göreceksin; dikkatli bak!
Öyle ki; bana olan güvenin sarsılabilir, gördüklerin karşısında.
Korkunç çığlıklar duyuyordum,
 hemen sesin nereden geldiğini görmek için etrafıma bakındım;
Ama kimseyi göremedim
Çığlıklar karşısında şaşkınlıkla olduğum yerde kalakaldım.
Herhalde ustam,  ruhların dalların arasına saklandığını düşündüğümü sandı;
  o dallardan birini kır o zaman anlarsın” dedi
Şaşırmıştım, tereddüt ederek bir dala uzandım, yavaşça kırdım.

Ağaçtan bir ses geldi:
Niye kırıyorsun beni?”
İçinden kara kan aktı yaranın etrafını sardı;
Ağaç yine feryad etti;
Niye kırıyorsun beni
Sende hiç acıma yok mu?
Biz de insandık bir zamanlar,
şimdi çalı çırpı olduk.
Belki bunu bilsen, daha merhametli olurdun bize karşı!”
Yeşil ağaçların rüzgarda hışırdaması gibi, bu dallardan da sözler geliyordu.
Hem sözler geliyor, hem de kan akıyordu boşanırcasına.
Korkup dalı yere attım, hareket edemiyordum
Yarı döndüm Ustama.
Yaralanmış ruh eğer sadece sözlerime inansaydı sana dokunmazdık
Elini kaldırmazdı sana.
Onun için ona dalını kırmasını söyledim.
Doğrunun anlaşılabilmesi için.
Üzüldüm bu duruma şimdi.
Bize ismini söyler misin, hikayeni anlatır mısın?
Bu ruh dünyaya geri dönünce senin şöhretini tazelesin.”



“Bu sözler bana çok iyi geldi; çok uzun demezseniz anlatayım hikayemi.
Federico’ nun kalbinin iki anahtarı da benim elimdeydi.
Hünerle açıp, kapıyordum; istediğim gibi
Bütün sırlarına hakimdim.
Ama kendi şanlı mevkiime o kadar düşkündüm ki;
 hem uykularımdan oldum hem de hayatımdan.
Kıskançlık denen orospu, gözlerini Sezar’dan ayırmaz.
Sarayda onun hükmü geçer.
Herkesi aleyhime kışkırttı.
Arkamdan konuştular, felaketimi hazırladılar.
Beni Kral’ a karşı kötü gösterdiler.
Mutluluğum hüzne dönüştü.
Haksızca suçlandım.
Ruhum o kızgınlıkla, dünyadaki ezadan kurtulmak için kendine kıydı.
Kendime karşı adaletsizlik ettim.
Bu ağacın yeni salınan köklerine ant olsun ki;
Efendime, İmparator’a asla ihanet etmedim.
O şanına layık bir imparatordu.
Eğer dünyaya dönerseniz benden bahsedin,
Kıskananlardan intikamımı alın.”



Şair ayağa kalktı bana döndü;
“Artık sessiz” dedi “şimdi ona hayatını ve gördüğü eziyeti sorabilirsin.”
“Ona soracağım soruların bana yararı olacağını düşünebilirsin,
 ama boğazımda düğümleniyor sözler soramıyorum.” dedim.
O zaman ustam sordu:
“Sözlerinden çok etkilendi bu adam,
 Ey tutsak olmuş ruh, anlat bize; nasıl bu ağacın içine hapsoldun?
Burada kurtulmanın bir yolu var mıdır?”
Ağaç kuvvetlice üfledi,
O rüzgar, söz oldu;
Kendi canına kıyanın ruhu bedeninden ayrıldığında
Cezalandırılmaya gelir;
Minos onu yedinci çukura yollar.
Ağaçların arasına düşer.
Artık kader nereye savurursa, orada kök salar
Oradan filizlenir, büyür, genişler, ağaç olur.
Harpiler gelir yapraklarını yemeğe, ona eza vermeye başlar.
Aynı zamanda acının çıkış noktası olur o yaralar.
Hesap günü geldiğinde, biz de toplanma yerine gideriz.
Herkese bedeni geri verilir.
Bizde alırız bedenimizi ama üzerimize giyemeyiz.
Haksızlık olur,
Çünkü bize verilene kıymışız...

O bedeni alır, buraya sürükleriz
Ağaca asarız, bedenlerimiz sonsuza kadar bu ağaçlardan sallanır,
Dikenlerin üzerinde.”

Ağacın dibinde biraz daha bekledik ama ruh daha fazla konuşmadı.
O sırada bir gürültü koptu ormanda.
Sanki vahşi hayvan gürültüsü gibiydi.
Dalları kırarak, uluyarak, delicesine bir yarış içinde geliyorlardı
Solumuzdan kırılmadık dal bırakmadan, yaklaştılar.

Liderleri “Gel bakalı ölüm!” diye bağırdı.

Diğeri kendisini geçene kızarak,
Toppo’da bacakların o kadar kuvvetli değildi, Lano” dedi.

Nefessiz kalarak, kendisini dalların arasına sakladı.
Yapraklarla üzerini örttü.
Arkasında çakal sürüsü yetişti;
Hepsi birden üzerine çullandı.

Oracıkta param parça ettiler.
Her bir uzvunu bir tarafa yaydılar.
Ustam elimden tutup, beni oradan uzaklaştırdı.

Ağaçtan bir feryad yükseldi:
Jacoma da Sant’Andrea, benim ardıma saklandın da eline ne geçti?
Benim senin hayatınla ne alakam vardı?”

Ustam ona yakınlaşınca, sordu:
“Sen kimdin, böyle yaralı?” 




Floransa' lı cevap verdi:
Bu köpeklerin bizi nasıl yaraladığını görmeye gelen adam,
Yapraklarımı benden aldılar;
O yaprakları topla da yarama sar!

Ben Mars putunu yıkıp, 
Vaftizci Yahya’yı yücelten şehirde doğdum.
Bu hadise üzerine, Savaş Tanrısı intikam almaya yemin etti.
Hala Arno köprüsünde O’nun suretinden bir iz kalmıştır.

O orada olmasa Totilla' nın şehri yıkmasından sonra
vatandaşların çabalarıyla şehir yeniden kurulamazdı.


Benim anlatacak bir hikayem yok.
Astım kendimi...”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder