28 Mart 2024 Perşembe

Kitap Serüveni- Din, Siyaset ve Dante

 


Arkadaşlar bu kitap serüvenimi biraz anlatmak istiyorum. Ben bir kitap yazayım diye yola çıkmadım aslında. Kitap okumayı ve okuduğum kitapları anlatmayı seviyorum. Bloglarımda Facebook yazılarımda, YouTube kanalında zaman zaman paylaşıyorum.



Dante’nin İlahi Komedya’sı da seneler önce aldığım başucu kitaplarımdan biriydi. Daha önceden bir bilgisi olmayan bir kişi için çok karmaşık bir kitap. Yüz kantodan oluşuyor. Kanto aslında şarkı demek, şiir ölçülü yazılıyor müzikle de okunuyormuş. Latinceden Yunancadan gelen gelenekle şarkı söylemek fiili kullanılıyor. Mesela ben eserimde falanca kişinin şarkısını söylemem gibi ifadeler kullanılıyor. Yani onun adını anmaya değmez demek istiyor. Bir kişinin veya bir şeyin şarkısını söylerim, yani onu anlatırım, ondan bahsederim derse, ona değer verdiğini gösterir.

Ölçü, vezin, kafiye de önemlidir çünkü ahenk verir, kulağa hoş gelir, bu hayatın kargaşasında bir düzendir insana müzik gibi şiir de huzur verir.

Düz yazıyla da istediğini yazabilirdi ama şiirle yazmış, duygularını daha derinden ifade etmiş, hem maharetini göstermiş hem de şiirin kolay ezberlenmesi hatırda, kalması eserin kolayca yayılmasını sağlamış.

Bir aydın sorumluluğuyla halka hitap etmek, onlara bir şeyler vermek istemiş bunun içinde Latince değil kendi vatandaşlarının anlayacağı İtalyanca’ yı tercih etmiş. Latince yazsaydı sadece elitler anlayabilecekti.

Ders kitabı gibi yazmamış, masal alemine, hayal dünyasına götürmüş okuyucuyu. Çünkü bazı meseleler var, kalem yazmaz hissetmeniz lazım. Mesela onun sevdiği örnek aldığı büyük din alimi Thomas Aquinas metafizikte öyle bir mertebeye gelmiştir ki “Tamam”, demiş kalemini bırakmış. O kadar yazılabiliyor veya insan aklı o kadar alabiliyor.

Dante’nin başka kitapları da var. Vita Nova (Yeni Hayat) da gençlik yıllarını, yazdığı şiirleri, ilk aşkı Beatrice’i anlatıyor. O hem şiir hem düz yazı tarzında yazılmış.  O kitabı “İlerde hiçbir kadına yazılmamış bir kitabı Beatrice için yazacağım” diyerek bitiriyor. Beatrice’in hayatı genç yaşta sona eriyor, Dante’nin yazdığı Vita Nova kitabı bitiyor ama aşk bitmiyor onun için aslında o kitapta bitmiyor.

Sonraki yıllarında yazdığı Convivio (Şölen) isimli kitapta felsefi konuları; Halk Diliyle Belagat kitabında Latince yerine anadilde yazılmasının önemini anlatıyor, Latince kökenli dilleri inceliyor. Monarşi ise bir siyaset bilimi kitabı bu kitapta ideal yönetim tarzının nasıl olabileceğini işliyor.

Komedya ise çok geniş konuları ele alıp o döneme ışık tutuyor. İçinde Yunan Mitolojisi, Roma tarihi, Edebiyat tarihi, Hristiyanlık tarihi ve dini ve felsefi konular var. Ahirete yaptığı yolculukta, iki rehberinden Virgil aklı ve felsefeyi, sevdiği kadın Beatrice ise Vahyi, tanrıdan gelen ilhamı temsil ediyor.

Çok değişik konular var ve gizemli bir tarzda yazılmış. Biraz açıklama gerektiriyor, anlamak için uzun araştırmalar gerektiriyor. Bazen bir bilmece çözer gibi ilerliyorsunuz. Bazen meselenin bir yüzünü bir kantoda anlatırken bir başka yüzünü bir sonraki kantoya bırakıyor, okuyucuyu şaşırtıyor, düşündürüyor.

Üç bölümü var (Kantika deniyor) Cehennem, Araf ve Cennet. Bu üç rakamı rastgele bir rakam değil, Hristiyanlıktaki teslis (Baba-Oğul, Kutsal Ruh) anlayışını temsil ediyor. Üç Dante için önemli diğer başka şairlerden farklı olarak, dörtlük yerine üçlük olarak tasarlamış şiirlerini.

İtalyanca çok müzikal ve kafiyeye uygun olduğu için bütün maharetini kullanmış, Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri ortaya çıkmış. En son kantoyu yazdıktan kısa bir süre sonra da sıtma hastalığına yakalanarak, hayata veda etmiş.

Ben önce çalışmama her bir kantoya tek tek yorum yazarak başladım. Cehennem bitip de Araf başlayınca, şiir orada o kadar güzel bir hal aldı ki, kendim çevirmek isteğini duydum. Bu sefer hem şiir tercümesi hem de yorum olarak devam ettim. (En sevdiğim bölüm Araf)

O bitince tekrar başa dönüp, İnferno’yu da yeniden ele aldım. Şiiri çevirip yorumları tekrar yazdım.

Sonra Cennet kısmına geldi sıra. Cennet en zor olan kısım hem kullanılan dilin çetrefilli oluşu hem de ele alınan felsefi konular yönünden, o kısım biraz daha yavaş ilerledi. Arada durup başka kitaplar okumam gerekti daha iyi anlamak için.

Sonra tekrar bütün eseri yeniden inceleyip, kişileri tarihi olayları, papalıkla siyaset ilişkisini araştırdım.

Bütün çalışmamı İngilizce kaynaklardan araştırarak, üniversitelerin internet sitelerinden ve çeşitli kitaplardan yararlanarak yaptım.

Kullandığım dil herkesin anlayacağı bir dil oldu. Şiir çevirisinde fazla detaya boğmadan, kolay okunabilir tarzda bir üslup kullanmaya çalıştım.

Bütün bunlar emek istedi tabii. Ondan sonra da kitap haline getirmek fikri olgunlaşınca kitabın düzeni nasıl olacak konusu beni biraz meşgul etti.

Sevgili Nihan ve 25 m2 ekibiyle çalışmamızda her şey yerine oturdu. İçime sinen bir çalışma oldu.

Eksiğimiz veya yanlışımız olduysa af ola.

Din ve Siyaset ismi de şuradan geliyor: Beni esas ilgilendiren, heyecanlandıran yönü din ve siyaset çatışması ve Avrupa’nın karışık tarihi oldu.

İlgi duyan arkadaşlarla bayramdan sonra bir toplantı organize edip, fikir alışverişinde bulunmayı isterim.

 

4 Mart 2024 Pazartesi

James Joyce/ Dublinliler



İlk hikâye “The Sisters- Kız kardeşler” adını taşır. Bu hikâyede bir çocuk vardır. Mahallelerindeki yaşlı bir papazla arkadaşlığı olan. Papaz çocuğa Latince ve tarih konularında bir şeyler öğretir. Çocuk papazı sever çünkü akıllı ve bilgili biriyle konuşmaktan hoşlanır. Papaz gençken Roma’ya gönderilmiş eğitimini ilerletmek için. Demek ki o da gençken ümit vaat eden bir öğrenciydi. Dublin yakınlarında küçük bir yerden gelmişler. Okumakla ailesini daha iyi bir yere getirecekti.

Papaz artık yaşlanmıştı ve üçüncü defadır kalp krizi geçirdi. Daha evvelkilerden felçliydi. Artık daha fazla yaşamayacağını biliyordu. “Bu dünyadan artık gidiciyim” dedi çocuğa.

Çocuk da bunu bildiği için bazen akşam evin önünden geçerken, acaba öldü mü, diye cama bakıyordu. Çünkü ölen kişinin odasında iki mum yakmak adeti vardı, o da ışığı kontrol ediyordu.

Ertesi gün eve geldiğinde evde misafir vardı ve eniştesiyle konuşuyorlardı. Misafir papazın öldüğünü haber vermişti enişteye. Çocuk yemeğini yerken ona da söylediler. Kayıtsız görünmeye çalıştı yemeği yemeğe devam etti.

Eniştesi çocuğun papazla vakit geçirdiğini söyleyince Mr. Cotter “Ben kendi çocuğumun papazla vakit geçirmesini doğru bulmam yaşıtlarıyla oynasın” dedi. Enişte ben de aynı fikirdeyim dedi. Teyze şaştı bu konuşmalara neden diye sordu.

Mr Cotter hiçbir cümlesini bitirmeden kesik kesik konuşuyordu.

Ertesi gün papazın evine taziyeye gittiler. Papaza bakan iki kız kardeşi vardı. Onlara başsağlığı dilediler. Yaşlı kadınlar papazın acı çekmeden huzur içinde öldüğünü zaten bu sonucu beklediğini söylediler.

Buradaki konuşmalar da öyle kesik kesikti. Fazla bir şey anlaşılmıyordu. Papaz bir ayin sırasında kutsal kâseyi düşürmüş, sonra da bir gün ortadan kaybolmuş, onu arayanlar kilisede gece vakti karanlıkta günah çıkartma kabininde kahkaha atarken kendi kendine konuşurken bulmuşlar. Bu olaylardan dolayı işinden olmuş, sonra yavaş yavaş hastalık ilerlemiş felçli olarak bakıma muhtaç hale gelmiş

Çocuk bu başsağlığı ziyareti öncesi papazı rüyasında gördü papaz günah çıkartıyor kendisi de günahlarını affediyordu. Yani roller değişmiş, papaz günah çıkartan çocuk da papaz rolüne geçmişti. Ölü odasına girdiklerinde çocuğun aklı karışıktı doğru dürüst dua edemedi İçinde bir his papazın gülümsediğini söylüyordu ama ölüye baktığında gülümseyen bir yüz görmedi. Gri soğuk ölümün yüzüydü gördüğü.

Biraz daha konuştuktan sonra gittiler. Çocuk bu ölüme sandığı kadar üzülmediğini fark etti. Evden çıktıklarında rahatlamıştı.

 

Acaba bu hikâyede Joyce ne anlatıyordu. Esas konu çocuğun düşünceleri ve çocuğun gözünden görünen büyükler dünyasıydı ama hikâye kız kardeşler ismini taşıyordu.  Daha ilk başta, “ her şey göründüğü gibi değil bu kitap biraz düşünerek okunacak” mesajı verilmişti.

İlk sayfalarda çocuğa garip gelen üç kelimeden bahsedildi. Bunlar paralysis (felç olmak); simony- (kiliseye ait kutsal değerlerin alınıp satılması), ve gnomon (güneş saatinde zamanı gösteren üçgen şeklinde metal parça) kelimeleriydi.



Paralize olmak, felç olmak hem kişisel hem de toplumsal olarak ilerleyememeyi olumlu yönde bir adım atamamayı ifade ediyor.

Simony kelimesi İncil’in “Elçilerin İşleri” bölümünde anlatılan Simon Magus’tan geliyor. Büyücü Simon İsa’nın havarilerinin Kutsal Ruh aracılığıyla gösterdiği mucizeleri görünce, onlara para teklif ederek, o mucize gösterme yetkisine sahip olmak ister. Bunun üzerine havarilerden Peter onu azarlayarak, kutsal’ ın para karşılığı alınıp satılamayacağını, Simon’un yüreğinin tanrının gözünde doğru ve temiz olmadığını söyler. Simon bunun üzerine tövbe edip af diler.

Katolik kilisesinde kutsal değerlerin parayla satılması, “kiliseye bağışta bulunursanız günahınız af olunacak, cennete gideceksiniz” gibi yaklaşımlar eleştirilmiş bu davranışlara simony denmiştir. Bunun gibi, kilisede bir makamın da parayla satın alınması adeti vardı. Kişinin kendisinin veya ailesinin verdiği rüşvetle veya kiliseye bağış adı altında verilen paralarla bir kişinin papaz olması ve kurumda yükselmesi de simony olarak adlandırıldı ve bu tövbe edilmesi gereken büyük bir günah olarak kabul edildi.

“Dublinliler” kitabında üstü kapalı da olsa bir kilise eleştirisi görüyoruz. Çocuk rüyasında papazı simony günahından ötürü af ediyor.

Diğer kelime gnomon saat icat edilmeden kullanılan güneş saati ile ilgili. Üçgen şeklindeki metal parçanın gölgesi düştüğü yerdeki çizgilere bakılarak saat anlaşılıyor. Ancak tabii gece çalışmıyor bu sistem yani 24 saatlik bir sistem değil. Yetersiz kalıyor.

Yetersizlik fikri, güneş, aydınlık, gölge karanlık imajlarıyla bir şey anlatılmak isteniyor.

James Joyce bu hikayeleri 1904 yılında yazmaya başlamış önce dergilerde yayınlanmış sonra 1914 yılında kitap halinde basılmış. Sonra eleştirel bakış açısı nedeniyle toplum tarafından yadırganmış. Kiliseyi ve siyasi sistemi eleştirdiği için yazar kitaplarını bastırmak da güçlük çekmiş. Bu ilk kitabı.

Birinci Dünya Savaşı öncesindeki Dublin’i görmüş oluyoruz bu kitapta.  O sırada İrlanda henüz İngiliz hakimiyetinde. Joyce ülkenin geri kalmasını bu İngiliz boyunduruğuna ve Katolik kilisesinin gericiliğine bağlıyor. Ama tek sebep bu değil tabii. Dublinliler diyerek insanları onların hayatını nasıl davrandıklarını inceleyerek, topluma ayna tutuyor.

Bu paralize olmak felç olmak ilerleyememek temasını diğer hikayelerde de göreceğiz. Çoğunlukla açık seçik yazmıyor ama satır aralarından bazı şeyler anlaşılıyor. O devirde ahlak kuralları ve din ön plandaydı ama bir taraftanda ahlaka aykırı aktivitelerde oluyordu. Birincisi şehirde çok sayıda İngiliz askeri ve liman şehri olması dolayısıyla gelip giden denizciler, yabancılar vardı. Çok sayıda genç ve bekar erkeğin bulunması sebebiyle olsa gerek Dublin Avrupa’da en çok sayıda genelev barındıran ve cinsellik yoluyla bulaşan hastalıkların görüldüğü şehirdi. Özellikle frengi çoktu ve Dublin için Avrupa’nın frengi başkenti deniyordu. Bu hastalık henüz tedavi edilemezken, ileri aşamalarında beyni de etkiliyor, deliliğe ve felce kadar varan şikayetlere yol açıyordu.

Papaz bunu simgeliyor. Açıkça söylenmiyor ama el kol hareketlerinde kontrolü kaybetmesi kilise de kutsal kâseyi düşürmesi, sonra akli dengesizliğin başlaması, gece kiliseye gidip günah çıkartma odasına girip yüksek sesle gülmesi en son olarak da hastalığının ilerleyerek yatalak olması frengiyle bağlantılı olabilir. Aynı şekilde yaşlı kız kardeşlerinden birinin de zor yürümesi, üstünü başını düzgün ilikleyememiş olması da acaba onda da böyle bir hastalık var mı sorusunu akla getiriyor.

Eve gelen komşu çocuğun papazla arkadaşlığını yanlış bulduğunu belirtmiş ve kendi yaşıtlarıyla oynaması daha iyi demişti. Çocuk “ben çocuk değilim” gibisinden sinirlendi ama bir şey söylemedi.  Papaz çocuğa Latince öğretmiş, katakompları (roma dönemi mezarları) anlatmış, Napolyon Bonapart dönemini, kilise seremonilerini, papazlıkla ilgili konuları öğretmiş sonra da denemek için dini sorular yöneltmiş.

Mr Cotter’ın çocuğun papazla arkadaşlığına karşı çıkması genç nesil artık kilise etkisinden çıksın anlamında olabilir. Anlattıkları konular geçmişi simgeliyordu, Roma İmparatorluğunu, Napolyon Bonapart’ın kurduğu imparatorluğu anlatıyordu. Halbuki artık İrlandalılar İmparatorluk kavramından hoşlanmıyorlar, İngiliz İmparatorluğunun kendi ülkelerinden elini çekmesini ve Home Rule dedikleri İrlanda da kendi özerk yönetimlerini kurmayı arzuluyorlardı.

En son olarak da kitabın ilk hikayesi ile son hikayesi arasında bir paralellik olduğunu söyleyerek konumuzu bitirelim Her ikisinde de ölüm konusu var ve her iki hikâyede de iki yaşlı kız kardeş var.