Silvia ve William’ın evliliği tam yirmşbeş yıl sürdü, taa ki Silvia hastalanana kadar. Bir beyin tümörü hayatlarını kararttı. Amerikalı doktorlar da insanın yüzüne karşı “ az ömrün kaldı” diyerek, moral bozdukları için, hayatları birdenbire değişti. Bir gün William telefon açıp durumu Julia’ya bildirdi. Gelip kardeşini görmesini istiyordu. Seneler sonra ilk defa birbirlerinin sesini duydular. Julia ne diyeceğini bilemedi. “ Çok işim var” diyerek kapattı telefonu. Her koşulda önemli iş kadını rolünü sürdürüyordu ancak masanın altında çıkarmış olduğu topuklu pabuçlarını giymeyi unutarak, ofiste yalın ayak dolaşmaya başladı.
Sonra bir uçağa
atlayıp Chicago’ya gitti, doğruca Silvia’nın çalıştığı kütüphaneye gidiğ onu
beklemeye başladı. İki kardeş yıllar sonra birbirlerini gördüler, bir şey
olmamış gibi konuştular. Silvia bu ziyaretten kimseye söz etmedi. Sonraki
günlerde yine Julia fırsat buldukça ziyaretlerini sürdürdü.
Kızı Alice’e de
bu durumu anlatması gerekiyordu. Bir gün onu restorana götürüp teyzesinin hasta
olduğunu söyledi. Yıllar önce kızına William için öldü demişti. Şimdi bu yalana
da son vererek gerçeği anlattı. Alice şok olmuştu. Annesinin kendisine böyle
bir yalan söylemesini anlamıyordu. Bir müddet konuşmadılar.
İnternetten
araştırdı babasını. Northwestern Universitesinde çalıştığını öğrenince o da
hemen bir uçağa atlayıp soluğu Chicago’da aldı. Universite’ye gittiğinde onun
uzun boyundan, gözlerinin benzerliğinden hemen William'la bir alakası olduğunu
anladılar. Biraz bekledi, yoktu, babası
gelmeyecekti. O gün nedense işe gelmemişti.
Aklına teyzesi
Cecilia’yı aramak geldi. Cecilia başarılı bir ressamdı ve yaptığı duvar
resimleri Chicago’nun çeşitli mahallelerini süslüyordu. Aslında Alice teyzesi
Cecelia’yı internetten takip ediyor, resimlerini duvarına asıyordu.
Telefona kuzeni
İsabel çıktı. En son bebekkken birbirlerini görmüşlerdi. Alice kim olduğunu
söyleyince, İsabel, Silvia’nın ölmüş olduğunu, hemen kendi evlerine gelmesini
söyledi. “Bütün aile biraradayız” dedi.
Alice yıllar
sonra hayatta kalan iki teyzesine ve kuzenine kavuşmuştu. Annesi’ de haberi
almış gelmiş, ev kalabalıktı. William, William’ın arkadaşları, kızkardeşlerin
bütün hayatları boyunca oturdukları mahalleden arkadaşları herkes oradaydı.
Rose da haberi alınca Florida’dan gelmişti.
William önce
Julia ile konuştu kısaca sonra dışarı bahçeye çıktı. Kızıyla yüzyüze gelmek
için biraz kendisini toparlaması gerekiyordu.
Alice artık küçük
bir bebek değil, yetişkin bir insandı. Bir kitapevinde editör olarak
çalışıyordu. Ona Silvia’nın çocukluğundan beri yazdığı hatıralarını topladığı
bir kitap taslağını verdiler. Silvia bu kitabının Alice’e verilemesini istemiş,
“ o ne isterse yapsın” demişti. Sevgili teyzesi ölümünde de onu düşünmüştü. Bu
Alice için bulunmaz bir hediyeydi, sorularına cevapları bu yazılarda
bulabilecekti.
William da
bahçede Alice’i düşünüyordu. O kadar
tatlı o kadar mutlu gülücükler saçan bir bebekti ki Alice, William depresyona
girdiğinde kendi içine düştüğü karanlığın kızına da gölge etmesinden korkmuş,
onu korumak adına çocuğundan ayrı olmaya karar vermişti. Küçükken yaşadığı
travmayı kızına da yaşatmak istememişti. Belki de bu depresyon ona aileden
mirastı. Ama şimdi anladı ki Alice gayet iyi büyümüş, mutlu bir genç kızdı.
Ancak o da sessizdi ve o da insanlardan uzak duruyordu. Belki bu güvensizlik
babasız büyümekle ilgiliydi. İçeri girip kızıyla konuşmaya karar verdi. O
sırada Alice de babasını bulmak için arka kapıdan çıkıyordu.
Beraber bahçede
oturup konuştular. Konuşma zor olmamıştı. Doğal olarak birbirlerine ısındılar.
Evdekiler rahatladı. Pencereden arada baba kıza bakıyorlardı.
Kitapta ölüm ve
doğum konuları hep yan yana gelmişti. Bir kez daha öyle oldu. Silvia’nın ölümü
William’ı kızına kavuşturmaya vesile olmuş, baba kız bunca sene sonra birbirini
bulmuştu.
Julia ise
senelerdir görmediği diğer iki kız kardeşine kavuşmanın mutluluğunu yaşıyor,
aslında ailenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyordu.
Ann Napolitano'nun Hello Beautiful isimli kitabından....