Julia hemen telefon açıp kardeşi Silvia’yı çağırdı, durumu anlattı. Kucağında çouğuyla birdenbire terkedilmişti ama “yıkılmadım ayaktayım” modundaydı.
Yaklaşan fırtınayı aslında Silvia sezmişti daha önceden. William’ın basketbol tarihiyle ilgili bir çalışması vardı. Bu elyazısı notları belki günün birinde bir kitap haline getirecekti. Julia bu dosyayı hem kendi okumuş, hem de okuması için Silvia’ya vermişti. Silvia’da babası gibi iyi bir okurdu. Bu dosya da sadece basketbol tarihi değil, araya yazılmış karalamalar, dipnotları ve sorularda adeta William’ın ruhu vardı. Silvia o sessiz gencin ruhundaki acıyı görebiliyordu. Kitabı okuduğundan William’a hiç sözetmedi. William ise onun okuduğunu anlamış, biraz içi daralmıştı.
Silvia William’ın gittiğini duyunca genç adam için endişelendi. Acaba neredeydi, ne yapıyordu? Hemen onu bulmaları gerekiyordu. Julia ise öfkeliydi. “ O beni bıraktı sen benim için endişeleneceğine onu merak ediyorsun. Bırak ne yaparsa yapsın” dedi. Silvia bir yandan bebekle ilgileniyor bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. En iyisi William’ın arkadaşı Kent’i aramaktı. Öyle yaptı. Kendini tanıttı, bu durumu sana haber vermek istedim dedi. Kent hemen yanlarına geldi, sporcu gençleri toplayıp arama başlatacağım dedi.Olay duyulunca eski, yeni bütün basketçiler geldi yardıma, önce üniversiteyi sonra çevre sokakları aramaya başladılar. Bazısı “bir barda içiyordur merak etmeyin sabaha çıkar ortaya” diyordu. Silvia buna ihtimal vermedi. William içki seven biri değildi.
Bütün gece aradılar arkadaşlarını, herkesin nasıl canla başla uğraştığını görünce Silvia,” takım ruhunun” ne demek olduğunu bir daha anladı. Bunlar William’ın gerçek ailesiydiler. Asla birbirlerini bırakmayacak olan takım arkadaşları.
Sabaha karşı artık hepsi yorgunluktan tükenmek üzereyken, bir ambulansın göle doğru hızla gittiğini gördüler. Kent’in seslenmesiyle gençler hemen o tarafa koşmaya başladılar, rüzgar hızıyla hareket ediyorlardı. Silvia arkalarından koştu. Gölde bir insan bulunmuştu. Basketçiler suya girerek genç adamın çıkarılmasına yardım ettiler.
Evet oydu. William adeta donmak üzereydi. Kendini göle atmış, intihar etmek istemişti. Sağlık görevlileri ilk müdehaleden sonra onu battaniyelere sararak ambulansa bindirdiler. Silvia da arkasından bindi. Hemşire, “ Eşi misiniz?” diye sorunca sesini çıkarmadı. Kent ile gözgöze gelip anlaştılar. Birinin William ile gitmesi gerekiyordu, bu durumda Silvia gitti hastaneye.
Diğerleri taksiye atlayıp arkadan yetiştiler. Durumu kötüydü ama kurtulacaktı. Tedaviye cevap verip biraz iyileştikten sonra psikiyatri böümüne yatırdılar hastayı. Ömür boyu kullanması gereken ilaçlar yazıldı. Silvia işten ve Julia’ya gidip gelmekten fırsat buldukça ziyarete geliyordu. Julia’nın da gidip William’ı görmesi konuşması gerekiyordu ama o bu öneriyi kesinlikle reddediyordu. Terkedilmek ağır gelmişti. “Beni terk eden adam ne yaparsa yapsın” diyordu.
Silvia William ile ne konuşacağını ne soracağını bilemedi. Önce sırf konu olsun diye basketbolla ilgili sorular sormaya başladı. Tahmin ettiği gibi basket konusu açılınca konuşuyordu. Sonra artık biraz iyileşip hastaneden çıkma zamanı gelince, kararının kesin olup olmadığını sordu ona.
William’ın kararı kesindi. Artık kızını ve eşini görmeyecekti. “Julia ne isterse yapabilir, çocuğu istediği gibi yetiştirebilir, ben bir hak iddia etmeyeceğim” dedi. Ne Silvia, ne de Julia buna inanamadılar. William çocuğuyla ilgili haklarından feragat ediyordu. Bu Julia’yı daha da kızdırdı ama düşününce bir taraftan da rahatladı. Artık William ile hiç bir bağı kalmamıştı.
Tekrar üniversite hayatındaki çalışkan başarılı enerjik kız rolüne büründü. Hamilelik ve doğumla gelen o rehavet hali kalktı. Pek çok kadın gibi o da doğum yapmanın anne olmanın bir kadına verdiği o muazzam gücü ruhunda hissediyordu. Hemen iş bulmak için kolları sıvadı. New York’ta geçici bir iş vardı. Bir hocası isterse araştırma görevlisi olarak altı aylığına New York’ a gidip çalışabileceğini söyledi. Zaten bu lojmandan da ayrılmaları gerekiyordu. Hemen toparlandı hiç tereddüt etmeden uçağa atladı ve New York’a gitti. Annesinin Florida’daki arkadaşlarının yardımıyla bulunan boş bir eve yerleşti. Sahibinin olmadığı süre içinde o eve bakacaktı.
Çocuğu bir yuvaya yazdırdı. Üstüne başına yeni iş kıyafetleri aldı, saçını topuz yapıp daha ciddi bir görünüme büründü, ruju topuklu pabuçları herşeyi mükemmel olmalıydı. Geçmişe takılacak bir tip değildi. Başarılı iş kadını rolü oynayacak ve bu rüyası gerçek olacaktı. Sanki o kıyafetler o dış görünüş onun kalkanı olmuştu. Hayatında herşey kusursuz olmalıydı. Görüntü iyi olur, kendine güveni yerinde olursa her istediğini başarabilecekti.
Herşey çok çabul olup bitti. Silvia artık hastaneden çıkmış olan William ile ilgilenmemesi, kendisini çekmesinin gerektiğini biliyordu ama yapamadı. Bir köşeye çekilip sevgisini kalbine gömemeyecekti. William ‘ın ilgiye ihtiyacı vardı, Silvia elinden ne gelirse yapacaktı.
Bu gelişmeler sonucu aralarında yakınlaşma başladı. Elalem ne der? Kızkardeşinin eski eşiyle ilişki yaşamak da ne demek, ne olur, ne biter bilmiyordu. Sadece arada bir gizli saklı görüşüyorlardı. William a yine üniversite de bir iş ve kalabileceği bir yer bulunmuştu. Artık fizyoterapistle birlikte sporcu sağlığı konusundaki araştırma yapıyordu. Çevresindeki herkes ona destek veriyordu.
William’ın Silvia ile ilişkisinden ilk önce Kent’in haberi oldu. O bu ilişkiyi destekledi ve artık herşyin gizli saklı değil açık olmasının daha iyi olacağını söyledi. İnsanın ruh sağlığı için alabildiğince dürüst bir hayat yaşaması daha iyiydi.
Julia’nın haberi yoktu tabii bu durumdan ama diğer kızkardeşlerinin haberi oldu ve onlar da zamanla bu ilişkiyi kabul ettiler. Julia’nın da zaten Chicago’ya dönme gibi bir niyeti yoktu. Çocuğunu New York’ta yetiştirecekti. İstediği gibi iş kadını olma hayalini de gerçekleştirmişti. Yeteri kadar para kazanabiliyordu. Geçmişi ve Chicago’yu silip attı.
Resim: Robin Williams 'ın Chicago Concord Music Hall duvarına yapılmış resmi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder