Hayatıma girişi, dolunayda suların yükselmesi
gibiydi. Sular yükseldikçe, köpüklü dalgalar sahile vurur, su damlaları yukarı
sıçrar, sahilde yürüyüş yapanların ayaklarını serinletir. Bu ilk karşılaşmadan
sonra yeniden buluştuk, portakal-mor renklerdeki, gün batımı eşliğinde, bir çok
kadeh porto şarabıyla tatlandırdığımız bu buluşma mükemmeldi, arkadaşlık bağımız
sağlamlaşmıştı, üzerime çöken sis tabakası kalkmıştı.
İlk başlarda buluşmalarımızda, biraz suskun,
hatta biraz çekingendim. Eşi, meşhur bir psikanalistti hatta bir zamanlar " Time"
dergisine kapak olmuştu. Bu Time kapağı çalışma odasındaki yazı masasının üzerinde
asılıydı. Kendisi, “kimlik bunalımı” terimini ilk kullanan kişiydi. Meşhurlar,
beni biraz rahatsız eder, kendimi yetersiz hissederim. Karşımdaki insanda,
olumlu bir izlenim bırakma arzumu bastırarak, onun yerine, bütün yetersizliklerimle,
sadece kendim olmaya gayret ettim. Neyse ki, Joan, bana kendisinin de mükemmel
olmadığını söyledi. Her halukarda, onun arkadaşı olmak ya da olmamak seçimi
bana ait değildi; Joan bana bağlanmıştı.Benim onu kabul etmem
gerekiyordu.Kayaya yapışmış bir istiridye gibi. Bir fırtına gelipte, bizi ayırmazsa,
birbirimize takılı kalacaktık. Ben ve genç kız kalbine sahip, yaşlı bir hanım.
O da bana kalbini açtı, çünkü birbirine benzer ruh yapılarımız olduğunu düşünüyordu.
Gerçek bağlar, galiba böyle oluşuyor.
Birbirine yakın iki ruh tanışıyor, iki kafa dengi kişi, minik köpek yavruları
gibi, birbirini koklayarak yakınlaşıyor, hop, birden birleşme oluyor, suni kibarlıklar
bir kenara bırakılıyor, birbirine dolanmış duygular yüzüstüne çıkıyor ve arkadaşlık
başlıyor. Dalgakıranda karşılaşmamızın üzerinden altı hafta geçti. Arkadaşlığımızın
başlangıç evresini geçtik, artık ikimizde daha samimi olmak ve daha derinde
bulunan, daha kırılgan olduğumuz, konuları paylaşabilmek için gönüllüyüz.
Gecen hafta bir şaka yaptı; "Eğer,duygularımızı
paylaşamıyorsak, erkek olmalıyız” dedi. "Herkes pek ciddi, aslında hepimiz
palavrayız."
Bu yeni arkadaşıma takılmak, yanıma Tinker
Bell veya Cinderella’nin büyükannesinin gelmesi ve bana yardım etmekte ısrar
etmesi gibi, bir şey. Böyle masal kahramanlarına bayılırım, herhangi birini alıp,
özgürleştirebilecek güce sahiptirler. Bu sanki masallardaki ilham perisinin, beni
öpmesi gibi bir şey. Bu kez öpen kişi, sevimli prens degil, doksan iki yaşında,
zekasının pırıltılarını etrafa saçan ve benim de ucundan, o parıltılı titreşimlerden
birazını yakalamamı ümit eden, bir hanımefendi.
Pek çok öğleden sonrayı, el tipi dokuma
tezgahinin başında geçirdik. Bir gün bana, ”Kendine bir yer ayır.” dedi ve bana
dokuma yapmasını öğretti. Hayatımızın çeşitli evrelerini temsil eden, küçük,
goblen örtüler işliyorduk. Ben, herzaman ki gibi acele ediyordum. Renkleri,
temsil ettikleri manayı tam olarak özümsemeden, çok çabuk birbirine karıştırıyordum.
Renkler; özerklik, girişim, çaba, gayret ve samimiyet gibi kavramları temsil
ediyordu. “Bir renk, diğeriyle buluştuğunda, ifade ettigi anlamın, ne olduğunu anlamak
icin, daha dikkatli bakmalısın. Bu sayede ne kadar çok konuda güçlü olduğunu,
hangileriyle çalışıp hangilerine güvenebilecegini bilebilirsin.” dedi.
Onun sayesinde, her ilmeğin, bir özelliği
olduğunu öğreniyordum. Buradan bir renk çıkarmanın, buraya bir tane ilave
etmenin, benim kumaşımı değistireceğini anladım. Kim olduğumu gösteren o
kumaşın… O, bana bu işin zevkli tarafının, süreklilik olduğunu anlattı.
Bildiğim herşeyi ve bütün varoluş özelliklerimi alıp bilgelikle, günlük
hayatımızın kumaşını dokumak. Dokurken, kendime bir yer ayırmayı da hatırlamalıyım.
Bir kaç defa "Lütfen tatlım, kumaşı dar doku kendine de, değisimin sonucunda,
yeniden oluşan benliğine de yer kalsın” demek zorunda kaldı. "Tezgahdaki yerin,
üçte ikisini dokudun ama geride daha hala hayatının yarısı var."
Her kadının, bir mentoru olmalı-annesi demek
istemiyorum- Onun başarılı olup olmayacağı konusunda bir çıkarı olmayan, onu
risk almaya teşvik eden ve yere düştüğünde kaldıran biri. Joan beni
her seferinde dürtüyor, kışkırtıyor, teşvik ediyor. Çocuğunu uyandırıp, sabah okula
yollamak isteyen bir anne gibi. Sabahları erkenden, uykuyla uyanıklık, rüyayla
gerçeklik arasında olduğum zamanlarda bana telefon ediyor.
Sesi, meşe şurubu gibi pürüzsüz: ”Selam canım,
bugün biraz macera yasayalım mı?" diyor.
Muzurluğuna gülerek "Aklınızda ne var?” diyorum.
“Bilmem, dışarı çıkıp biraz tecrübe
kazanalım.” diyor.
Bugünün gezisi, yakınlarda sahilde botların
demirlediği bir koydaydı. Arabamla gidip, onu bataklık kıyısındaki, küçük
evinden aldım. Kapıdaki Aziz Francis heykelini selamladım. Heykelin buradaki
görevi onun bahçeye koyduğu yemliklerden beslenmeye gelen çok sayıda ve çesitlilikteki
kuşları korumaktı. Kapı zili yerine metal ücgen seklinde bir kapı tokmağı vardı;
metal çubuğunun üzerine yazılı talimat iliştirilmişti: “SERTCE ÇALIN” Pek çok defa çaldıktan sonra,
kapı açıldı. Üzerinde, artık üniforma olmuş, rahat ev kıyafeti vardı-dar pantolon,
rahat, siyah spor pabuçlar, kocasının eski kravatlarından yaptığı ceket.
‘Merhaba”diyerek kollarını açtı ve bana
sarıldı. Ben kırılgan kemiklerine zarar vermemek için, çekinerek, nazikce
sarıldım. Anladı, “yapma”diyerek, bana daha sıkı sarıldı. “İçeri gel, sana
okumak istediğim bir şey var.” Elimi tutarak, beni önce holden, sonra yürüyüş
bandının ve danseden Buda heykeli için
yaptığı mihrabın yanından geçirdi. Oturma
odası sade, az eşya ile döşenmişti. Dalgaların, karaya attığı büyük bir tahta parcası,
buranın tek süsüydü.
Ben onun ayak ucunda, bir hasır tabureye
oturdum, o da çalışma masasının yanındaki döner koltuğa ilişti. Masasının
etrafı, muhteşem bir karmaşa içindeydi. Tuttuğu notlar, zarif kırtasiye
malzemeleri, dolmakalemler, bir de lambasının kenarina iliştirdiği yazı
vardı: “SEN YİNE DE GÜLÜMSE” . Kağıtlarını
karıştırarak; “nereye koydum?” dedi, ve buldu. “Gecen gece, sana bir şiir yazdım,
bakalım beğenecek misin?”
TAVSİYE
Sabırsız hanım, hemen bilmek ister,
Gece kuşuyla muhabbet etmek ister,
Sabah erken, daha kırağı saçına değmemişken...
Açık fikirli, ileri görüşlü biri, daha zihninde
büyümeye çok yeri var.
Sadece ışığın gölgeleri gibi ol,
Yeni oluşuma müsaade et, yavaşca;
Yavaşca, büyü ve SABRI öğren
Oturduğum yerde biraz büzüldüm, "aceleciliğime"
parmak basmıştı-cevapları hemen şimdi, bulmak ihtiyacındaydım. Hayatımı
didiklememişti-kocamı geride bırakıp, buraya niye geldiğimi-ama eminim benim mücadelemi
anlıyordu. Aramızdaki sessizliği bozarak, “Sabır senin kuvvetli tarafın değil, öyle
değil mi canım?”dedi. “Boşuna kendini üzme, hiçbir zaman, bir yere varmıyoruz,
önemli olan; daima yeni oluşumlardır, yeniden şekillenmektir.”
Gözlerim doldu. Gerçek benliğimi görüyordu.
“Bütün benliğinle uyanıyorsun, mayalanmış
hamur gibi köpük köpük kabarmışsın. Harika olacak!”
Herhalde söyledikleri doğruydu. Ama geleceği
düşündükce; kıpırdıyamıyordum, bu uyuşukluğu üzerimden atamıyordum.
“Önceki hayatında söylediklerinle ve
yaptıklarınla, çok dikkatli davranmış olmalısın. Sanki benliğinin özünü kaşıyorsun.
Burada olmana ve acele etmene şaşmıyorum.”
Sonunda birinin beni bulmuş olmasından
dolayı rahatlamıştım, kızarmış yanaklarımın üzerine yaşlar akıyordu. Ben, hep
kendim fazla bir ipucu vermeden, beni anlayacak, sadece yüzeysel olarak değil,
derine bakmaya zahmet edecek, birini aramıştım.
Düşüncelerimi anlamış gibi; “Herkes bizim
öngörülebilir ve duruma uygun davranışları olan biri olmamızı ister, sorun da
burada, sonuçta hiçbir seye uyumlu olamayız!” dedi.
İkimizde gülmeye başladık, hiç bir hüzün kırıntısı
kalmamıştı. Buraya geldiğimden beri, ilk defa kararımdan ötürü biri beni
onaylamıştı. Ona anlatmaya basladım: “Evimi bırakmak hiç de kolay olmadı, ama önsezilerim
bana seyahat etmemi ve kendimi doğaya bırakmamı söyledi.”
“Ben de kocamın hastalığı sırasında, ona daha
iyi bakabilmek için, arkadaşlarımı ve Cambridge’i geride bırakarak buraya
geldim. Bana hiç kimsenin karışmasını istemiyordum. Ait oldugun, alışkın olduğun
ortamdayken, hiç bir zaman istediğini yapabilecek kadar, özgür olamazsın.”
Bu enteresan bir durumdu. O kocasıyla
beraber kaçmıştı, ben kocamdan kaçmıştım. Keşke, benim de bu isteğime, kocam da
dahil olsaydı, ama değildi. Tam moralim bozulacakken, o yine durumu kurtardı.
“Tatlım, buraya gelmen akıllı bir seçimdi. Bu
durumda olan, diğer eşler gibi, yorganın altına gizlenip; ağlayıp, sızlayarak,
güvencelerini kaybetmekten korkarak yaşamaktansa, bu daha iyi bir seçim… Bir
çok kadın, aşkı birine bağımlı olmak sanıyor. Bazan bir kocası olması, kadın için
başka şeylerden kaçmak için bir bahanedir. Bak; bir kapıyı çarptın ama, bir
başkası açıldı! Insan yalnızken, kendini geliştirir. Sadece kaybolduktan sonra
doğru yolu bulabilirsin.”
O anlattıkça, paniğim azalıyordu.
“Ben de hayatım boyunca kaçtım, çocukken,
ağaçlık yerlere kaçardım, orada kendimi bulurdum. Sonra Avrupa’ya kaçtım, o
zamanlar, yirmi bir yaşında bir kız için, duyulmamış bir şeydi bu. İsmimi değiştirdim.
Kim olmak istersem, ne olmak istersem, o oldum. Sen de kendin olmalısın. Zaten,
her halukarda, kendin olamamak çok tehlikelidir! Canım, değişim için, hareket
gerekir. Bütün bu konuştuklarımız, harekete geçmezsek ve gerçekleştiremezsek,
beş para etmez.”
“Tamam, o zaman ne bekliyoruz, hadi
gidelim!"
“Zamanıdır”diyerek, paltosunu, şapkasını ve
eldivenlerini alarak soğuğa çıkmaya hazırlandı. Gri bir öğleden sonraydı. Hemen
arabaya atlayıp Stage Harbor’a gittik. Deniz fenerinin yanına parkettim. Arabadan
fırladı. Ben kapıları kilitleyene kadar, “yakala beni, yakalayabilirsen”
dercesine hızla, ıssız iskeleye doğru gitti. Issız bir yer ama otları, çalıları
ve diğer bitki örtüsüyle çok canlı, yeni baslangıçların işaretleriyle dolu,
güzel bir yer. Öyle ki, ziyaretciler de, kendilerini geliştirmek ve büyümek için
heveslenebilirler.
Burada ruhlarımız için, bir define avında
olduğumuzu düşündük. Özel bir şey aramıyorduk ama seveceğimiz, bize hitap eden,
bir kabuk veya taş ya da dalgaların kıyıya attığı bir odun parçası bulmayı ümit
ediyorduk. Kış fırtınaları, her yere yosunları sürüklemişti, bu da yürürken
kendimizi, dev bir süngerin üzerinde yürüyor, zannetmemize neden oluyordu.
Benim bakıp, bakmadığımı kontrol ederek, yerden, bir parça yosun alarak başının
üzerine yerleştirdi. “Hep deniz kızı olmayı hayal etmiştim” dedi. Kendi deliliği
ve yeni karmaşık, saçlarıyla eğleniyordu. “Bizi gören biri olsa, halimize ne
der?” dedi.
O zaman, anladım ki, burası onun anavatanı,
bu kıyılara alışık. Çok yakından tanıyor. Şu andaki, hali tavrı bana fok
balıklarını hatırlattı. Başkalarının duyamadıklarını duyarlar, yerin altında ne
oldugunu bilirler, vahşi doğa onlara güç verir. Joan da böyle miydi? Insanların
ve hayvanların dünyalari arasında istediği gibi, geçiş yapabilen bir dişi fok
balığı. Ne olursa olsun, bu antika davranışları beni çocukluğuma götürüyordu.
Şimdi artık eğlence ve ışık vardı. Nerede su biter, nerede rüzgar başlar, bu
önemli değildi.
Birden, on metre ileride durmuş, bir su
birikintisine bakan, kızıl tilkiyi gördüm; Joani’nin koluna dokunup ,işaret
ettim. Birkaç saniye içinde, tilki de bizi farketti, bir dakika süreyle göz göze
bakıştık, sonra su birikintisine geri dönerek, kendi aksini seyretmeye basladı.
Anlaşılan, bizim gibilerle ilgilenmiyordu. Joan tilkiye, “Aferin” dedi, “hepimiz biraz daha düşünceye dalabiliriz.”
İçinde binlerce beyazlaşmış deniz kabuğu ve
denizden birçok hatıra olan, bir çukur bulduk. Bastonuyla ittirerek, onları
yerinden oynatıyordu, ne kadar karıştırabilirse o kadar iyiydi. Mutlulukla, bir
kütüğün üzerine oturdum ve etrafımı incelemeye basladim. “Önsezi arayışı için
ideal bir yer” dedim.
“Nedir o?” dedi, arayışını sürdürürken,
beni dinliyordu.
“Bana da bir kaç sene evvel, bir Navajo
bilgesi anlatmıştı. Senede bir kez, doğada ıssız bir yere gidip, yirmi-dört
saat kalıyormus. Orada, doğa ona kendini sunuyor. En kalabalık zihin bile,
yorucu düşüncelerden, bir saat içinde arınıyormuş ve bu sessizlikten gerçek bir
dil doğuyormuş.”
Böyle bir şeye, hemen burada, şu anda
katilmak ister gibi; “Bu iş için burası iyi bir yer.”dedi.
Biraz ileriye doğru giderek, uzaklaştım,
kendi dünyama çekildim, kumda deniz camı bulmuştum, biraz daha aramak
istiyordum. Cebimdeki küçük parçalara dokunurken bunların daha evvel bir bütünün
parçaları olduklarını düşündüm. Sonra, çatlamış ve kırılmışlardı. Fakat zamanla
köşeleri yuvarlaklaşmış, kendileri yeni ve tek bir parça haline gelmislerdi. Bu
aslında bir kadın icin de güzel bir metafor, bir kadında çeşitli geçitlerden
geçerek evrimleşir. Kişiliğinin, yumuşak ve sert taraflarını dengeler, bunu öğrendikten
sonra, hayatının anlamını kavrayarak
sakinleşir.
Bugün yerde gördüğüm “quahog” cinsi istiridye
kabuğu, hala öteki yarısından kopmamış, öteki yarısının bir parçasını da kısmen
taşıyordu. Onu almam icin sanki beni çağırıyordu. Soylu bir havası vardı,
kenarlarında, zafere özgü mor renkte bir şerit vardı. İçinde bir zamanlar yasamış
olan, ıslak istiridye yi düşündüm. Kabuğu, ailesini bir arada tutmak icin senelerini
geçirmis bir kadına benziyordu. Aile gidince, o da dağılıyordu. Diğer yarısına
daha fazla yapışmak istemeyen bir istiridye gibi. Uzun süren evliliklerde de,
karı koca bir süre sonra, kendi hayatlarında daha önce yaşayamadıkları şeyleri
yaşamak için, yeni yollar ararlar.
Burnuma kötü bir koku çarptı, bu kokuyu
takip ederek, kuruyan kumla birlikte canlığını kaybetmekte olan, “toenail” cinsi
bir midye topluluğunu buldum. Birbirlerine yapışmışlardı. Böyle, hepsi birarada,
birbirine yapışmış halde iken, adeta çürüyorlardı. Oysa,bu kadar birbirine yapışmayıp,
kendilerini serbest bıraksalar daha iyi olacaktı. Ben geçmiste, artık her ikimiz
için de, sağlıksız bir hale geldikten sonra, acaba kaç kişiye böyle asılmıştım
veya bana asılmalarına, bırakmamalarına müsaade etmistim? Bugün hissettigim özgürlüğün,
bir kısmı bırakabilmiş, olmamdan kaynaklanıyor.
Biraz sonra Joan yanıma geldi. Sormadan, elimi tuttu. Birlikte denizi seyretmeye başladık. Deniz, bütün açıklığıyla önümüzdeydi. Gerçek birer insan olmak icin, birbirimize yardım ediyoruz. Onun, özgürlüğü tadabilmek ve macera yaşayabilmek icin, arkadaşlığa ihtiyaç duyması beni de etkiliyor, ayni idealleri takip etmeye sürüklüyor. Bu define avlarına çıktığımız zamanlarda, çok nadir olarak, gerçekten önemli olan meseleler hakkında, bazi ipuçları elde edebiliyoruz. Daha çok, yeni bir duruş ediniyoruz. Benim kazancım, yeniden kanalize edilmis enerjim ve geri gelen espri anlayışım oluyor. Gerek beynimin, gerek bedenimin geliştiğini anlıyorum.
Daha sonra, eve döndük. Sahile vurmus iki
kişi, deniz kürüyle sağlığına kavuşmuş olarak geldiğimizden çok daha dinç
olarak geri dönüyorduk.
"Deniz Kenarında Bir Yıl" isimli kitaptan
Çeviri Elif Mat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder