Yağmur sonrası odama geldi. İngiltere’deki o büyük malikanelerden
birindeydik. Benimle özel bir şey konuşmak istiyordu.
Önce kapıyı açmak istemedim. Ama adam ülkemiz için savaşa gidecekti,
açmamak olmazdı. Ne söyleyecekti acaba? Açtım çaresiz.
Üzerinde üniforması, içinden kıvılcım çakan koyu mavi
gözleri, belinde silahı…
Odada duvarda annemin resmi asılıydı. Lancaster’dan
Devonshire’a gelmiştim.Bu malikanede çocuklara mürebbiyelik yapıyordum. Daha
uzun yıllar da burada kalabilirdim.
Genç bir adamın odama gelmesi etraftan hoş karşılanmazdı
arkamızdan hemen dedikodu yapabilirlerdi.
Ama işte savaş arifesindeyiz. Gidenler coşkuyla
uğurlanıyorlar, dönüp dönemeyecekleri belli değil.
Radyolar savaş borazanlığı yapıyorlar. Gençleri askere
yazılmaya özendiriyorlar. Aileler heyecanlanmış, bayrak sallıyor. Hatta çocukta
bir rahatsızlık varsa torpil yapıp illa da göndermek istiyorlar. Sanki oğlunu
askere göndermemek ayıpmış gibi…
James ilk görev yerinin Fransa olduğunu söylemişti.
Hayırlısı.
XXX
Annemden mektup geldi. Devonshire’ın nasıl olduğunu
soruyor. İşimden memnun olup olmadığımı, birisiyle tanışıp tanışmadığımı,
havaların soğuk olup olmadığımı falan. “Aman üşütme” diye bitiriyordu
mektubunu.
Haksız da sayılmazdı. Bu taş evde odalar ısınmak bilmiyordu.
Bütün gün koşuşturma sırasında ısınıyordum, derslerde sırtıma şalımı alıyordum
ama odama gelince üşüyordum. İçi yünlü terliklerim vardı neyseki, yere
de kuzu postu sermiştim. Camlar çift camdı uçsuz bucaksız bir ormana bakıyordu
odam.
Burası bana Uğultulu Tepeler kitabını hatırlatıyordu.
Ormanın diğer ucunda bir malikanede yaşayan yakışıklı gizemli bir adam hayal
ediyordum.
Akşamları mum ışığında günlüğümü yazıyordum. Günlükte
hep bu yakışıklı adamla ilgili hayaller vardı. Kitaptaki adam biraz tehlikeli
biriydi hatırladığıma göre. Tehlikeli ama kadınların hemen cazibesine
kapılacağı türden biri.
Bir de ormanı geçerken yaşanabilecek tehlikeleri hayal
ederdim.
Büyük beyaz atları, hızla geçen atlıları, ormanda yakılan ateşi…
James bir keresinde avdan dönünce getirdiği ördekleri
temizletmiş, sonra açık havada pişirelim deyip ateş yaktırmıştı bahçede.
Çocuklar nasıl da neşeliydi, Koşup oynamaktan yanakları kızarmıştı.
James çocukların dayısıydı. Aramızda öyle bir elektriklenme
vardı ki yanımdan geçerken tutuşacak gibi oluyordum.
XXX
Yünler karışmıştı birbirine. O gitmeden kendisine bir
şey örüp vermek istiyordum. Lacivert yünüm vardı bir yelek örmeye başlamıştım.
Acaba ona hediye vermem garip karşılanır mıydı? Sanmıyorum. Bu asker uğurlama
coşkusunda herkes birbirine bir şeyler hediye veriyordu.
Beyaz bir kutu içinde çikolata da almıştım. Akşamları
otururken hızlı hızlı örgümü örüyordum.
Odanın kapısını açtığımda içeri girdi. Yatağın üzerindeki
örgüyü gördü. “Ne yapıyorsun?” dedi.
“Sana sürpriz yapacaktım amam işte gördün. Bir yelek
örüyorum. Yoksa kazak mı yapmalıyım? Ne dersin? Soğuk akşamlarda giyersin.”
“Evet. Fransa’nın güneyine gitmeyi isterdim ama savaş
kuzeyde” dedi. “Belki savaştan sonra beraber gideriz” diye de ilave etti.
Ne diyordu bu adam. Kısa bir süre sonra yolcu edecektik onu.
İyi şanslar demekten başka ne söyleyebilirdim? Oysa söylemek istediğim çok şey
vardı. Hepsini bütün hayatımı tek tek, sayfa sayfa anlatmak istiyordum ona.
Belli ki o da benzer duygular içindeydi.
“Çok fazla bir heyecan var etrafta, benim içimde, bütün
arkadaşlarımda, ailemde. Buraya senin odana biraz sakinleşmeye huzur bulmaya
geldim” dedi. Yatağıma uzandı. “Anlat bana bir şeyler” dedi.
“Anlatacağım” dedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder