20 Aralık 2016 Salı

Kanto 29 Sahtekarlar

Kanto 29
Inferno

Dante
Ilahı Komedya
Yorumlar
Elif Mat Erkmen

Sahtekarlar

Siena Italy


Dante bölücüler çukurunda gördüğü parçalanmış bedenlerden o kadar etkilenir ki ağlamaktan gözleri mahvolur; oradan bir türlü ayrılamaz.
Virgil, Cehennemde yaptıkları turu belli bir süre içinde bitirmeleri gerektiğini hatırlatır ve “Diğer bölümlerde bu kadar vakit geçirmemiştik; niye bölücülere bu kadar çok baktın? Inferno kilometrelerce uzuyor; buradaki ruhların hepsini görmene imkan yok; vakit daraldı daha görecek çok yer var” diyerek  Danteyi uyarır
Tarih boyunca yapılan ve yapılmakta olan savaşları düşünürsek insanları birbirine düşüren huzursuzluk çıkaranların ne kadar çok olduğunu tahmin edebiliriz.
Dante “niye baktığımı bilseydin belki bana daha fazla vakit verirdin” der. Virgil dinlemez yoluna devam eder; Dante arkadan yetişir ve “Ben kendi kanımdan birini arıyordum” der
Virgil  “şimdi onu düşünmenin zamanı değil, yapacak daha önemli işlerin var senin zaten biraz önce Geri del Bello yu gördüm; şu köprünün üzerindeydi, parmağını sana doğru sallayarak bağırıp çağırıyordu sen görmedin o sirada  başkasıyla konuşuyordun” der
Bunu üzerine Dante çok üzülür  Geri bizim ailemizdendi, öldürüldü ama öcünü kimse almadı onun için bizim ailemize  dargın der. O zamanlar Italya'da kan davası gütmek ve öldürülenlerin öcünü alma adeti varmış ve kanunen de suç sayılmıyormuş.
 Bu noktada Virgil filozof yonuyle devreye giriyor bu eski adetler tasvip etmedigi icin Dante' nin akrabası Geri del Bello ile konuşmasını pek istemiyor
 Cünkü Dante dünya ya geri dönecek Geri'nin sözlerinden etkilenir de akrabasını öcünü almaya kalkarsa, bu sefer nesiller boyu sürecek kan davasına sebep olacak ve bölücüler çukurundaki diğer günahkarların durumuna düşecek. Onun için Virgil, Geri nin ne dediğini dinlemiyor ve Dante' nin de dinlemesini istemiyor
Zaten Geri 'de kendisiyle ilgilenilmedigi icin kizarak oradan uzaklasiyor.
Bundan sonra sairler yollarına karanlıkta devam ederler. Cehennemin diplerine gittikçe etraf iyice karanlık olmuştur.
Bölücüler çukurundan çıkıpta, sahtekarlar çukuruna vardıklarında etrafı dayanılmaz bir koku alır; çığlıklar inlemeler nedeniyle Dante kulaklarını kapatır.
Buradaki manzara ortaçağ hastanelerini anımsatmaktadır; sahtekarlar buraya atılmıştir. Hepside çeşitli illetlerle boğuşmaktadır. Yanlarina yaklaştıkça ruhların sayılarının ne kadar çok olduğunu görürler, sahtekarların hiç biri ayağa kalkacak durumda değildir. Biraz doğrulabilen iki kişi birbirlerinin yarasını kaşıyıp kanatmaktadır.
Virgil onlara seslenerek "Burada hiç Italyan var mı?" diye sorar.
"Biz buradakiler hep Italyanlarız"der adam ve şairlere kim olduklarını sorar. Virgil hikayelerini anlatınca, oradaki ruhlar meraklanarak şairlerle konuşmaya gelirler.
Virgil, Dante' ye "sen konuş"der
Dante, "Eğer sizin hikayenizi yukarıda anlatmamı isterseniz,benimle konuşabilirsiniz" diyerek ruhlari konusmaya davet eder.
Birisi "ben Siena'lıyım; birine, seni uçurabilirim dedim, ona uçmayı öğreteceğimi vaad ettim; fakat gerçek ortaya çıkıp ta adam uçamayınca, beni şikayet etti ve dayısı olan Papa beni büyücü diye kazığa bağlatıp yaktırdı... Buraya geldigimde Minos, hiç bir zaman yanılmadığı gibi bu işte de yanılmadı; benim simyacı olduğumu anladı ve beni bu cukura attı" der.

Bunu duyunca Dante, Virgil' e dönüp, "Bu Siena' lılar Fransızlardan beter; hepsi boş işlerle uğraşır " der.
Oradan birisi seslenir, " Sen beni tanırsın; Baş Simyacı benim doğaya karşı gelip metalleri dönüştürmeye çalıştım ve bu işte en mahir ben oldum" der.
Bu kişi de Dante nin okuldan arkadaşı cikar.
Falsifiers

Dante nin yaşadığı ortaçağ dönemlerinde "size gençlik iksiri yapacağız, diye insanları aldatan sahte doktorların sonunu burada görmekteyiz. Inferno da bu sahte doktorlarin kendilerine faydasi yok; cüzzam gibi kötü bazı hastalıklarla mucadele ediyorlar;  yere serilmiş durumdalar.

Bu bölümde bir de simyacılar* var. Onları da gene Dante sahtekar olarak görüyor. Altın yaldızın altından teneke çıkması gibi insanları hayal kırıklığına uğratan eylemler akla geliyor.

 Sahtecilik suçunun her türlüsü bu bölümde ağır şekilde cezalandırılmış  çünkü Allah' ın insan verediği en önemli yeti akıl. Bu tip suçları insan zekasına karşı işlenmiş bir suç olarak görüyor.

 Allah'ın en önemli eseri yaratılmışların en şereflisi olan insan ve insanın en önemli özelliği akıl sahibi varlık olması. Bu yüzden kandırmak yalan söylemek, sinsilik yapmak, tuzak kurmak, özellikle şu son zamanlarda üzülerek gördüğümüz gibi arkadan vurmak, güveni kötüye kullanmak, sahıp olduğu bazı vasıfları öne sürerek insanları aldatmak  bu felsefeye göre sadece insana karşı işlenmiş bir suç değil,  Allah a karşı gelmenin bir başka çeşidi.

Mattheus van Hellmont  The Alchemist

*Burada gördüğümüz gibi Alchemy, yani "simya" bir tür hilebazlık olarak değerlendirilmiş. Ortaçağ döneminde demek ki öyle bir düşünce vardı; halbuki daha sonraki yüzyıllarda metallerıi altına dönüştürme çabası, kimya ilminin başlangıç noktası olarak kabul edildi ve bilim adamlarının değeri anlaşıldı.

1265- 1321 yılları arasında yaşamış şairin eserinde bölüm bölüm o çağa ait önyargıları görüyoruz.

12 Aralık 2016 Pazartesi

Kanto 28 Bölücüler


Kanto 28
Inferno
Yorumlar
Elif Mat Erkmen

Ayrılıkçılar Bölücüler Fitne ve Fesat Tohumu atanlar


Dante ve Virgil dokuzuncu çukura gelirler burası insanlar arasına nefret tohumu atanların ayrılıkçı ve bölücü düşüncelerle savaşlara neden olanların bölümüdür.
Buraya geldiklerinde Dante "şiir tarzında yazmasam bile şu anda gördüğüm kan ve dehşeti nasıl anlatabilirim ne ben ne de başkası anlatamaz. Bu dehşeti hafsalamız almaz, dilimiz söyleyemez"  der ve antik çağda yaşanmış savaşlardan örnekler verir; "bunları her zaman doğru yazan Livy'nin kitaplarından biliyoruz"  der. "Ama daha evvelden bildiklerimizin hiç biri, şu anda gördüklerimiz kadar korkunç olamaz"

Burada şairleri karşılayan manzara gerçekten ürkütücüdür:

insanlar boydan boya kılıç darbesiyle ikiye ayrılmışlar; iç organları dışarı taşmıştır. Inferno' nun diğer bazı bölümlerinde olduğu gibi, buradaki ruhlarında devamlı hareket halinde olmaları gerekmektedir. Bunlar halkalar çizerek dolaşırlar. şeytanlar bu ruhların bedenlerini baştan aşağıya kılıçla keserler.
Dante onlara hayretle bakarken birisi yaklaşır ve "bak biz kendimizi nasıl ortadan ikiye böldük" der ve göğsünü yırtıp gösterir.

Hayattayken sebeb oldukları savaşlarda nasıl insanlar bölünmüşse; hem toplum olarak, hem de savaş esnasında aldıkları kılıç darbeleriyle, vücut bütünlükleri bozulmuşsa, burada ki ruhlarında vücutları böyle ikiye ayrılmistir.

Kimisi yüzünden darbe almıştır yüzü kesik içindedir.Ruhlar yollarına devam ederlerken bu yaralar kapanır sonra tekrar şeytanların önüne gelmeleriyle yeni darbelerle tekrar ikiye bölünürler. Atılan düşmanlık tohumları nasıl dünyada nesilden nesile filiz vermekteyse ınferno'da  o yara kapandı derken yeniden açılır.

Şairler bu ruhları ibretle seyrederken içlerinden biri yanların yaklaşıyor ve Dante'ye kim olduğunu soruyor. Virgil Dante'nin henüz ölmemiş olduğunu ve burada bulunmasının sebebinin de herhangi bir suç veya günahtan kaynaklanmadığını anlatıyor. Kendisinin ölü olduğunu ve görevinin Dante ye Inferno'yu gezdirmek olduğunu söylüyor. "Bütün halkaları teker teker geziyoruz" diyor.

Bunun üzerine dokuzuncu halka daki ruhların hepsi kendi acılarını bir an için unutup oldukları yerde durup bu ziyaretçilere hayretle bakıyorlar.
 "Madem dünyaya geri gideceksin güneşi tekrar göreceksin" diyorlar "o zaman Fra Dolcino' ya söyle yiyecek stoklasın; aksi takdirde kuşatmadan kurtulamaz ve etrafındakilerle beraber kışın kuşatmaya dayanamayacağı için ölür ve bizim yanımıza zannettiğinden daha erken gelir" diye bir uyarı yapıyorlar.

Fra Dolcino kimdir?

Burada ismi geçen Fra Dolcino kliseyi eleştirmiş, sosyalist rahip olarak biliniyor. Klisedeki hiyeraraşik yapıya.  ruhban sınıfının imtiyazlarına ve feodal düzene karşı durmuş; insan hak ve özgürlükleri için savaşmış ve aforoz edilmiş bir rahip.

Fra Dolcino, destekçileriyle beraber her türlü baskıcı rejime karşı olmuş ve o zaman büyük bir suç kabul edilen bugün gerilla savaşı diyebileceğimiz bir savaş yapmış insanların birbirine saygılı olmaları yardım etmeleri ve  ortak yarar için kullanılacak kamu malı olması gerektiğini savunmuş. Bu fikirlerin bedelini ağır bir şekilde ödemiş. Yukarıda belirtilen kuşatma sonrası yiyecek stoklari bitmis, yakalanmis ve  kendi taraftarlarıyla beraber dinden saptınız denilerek parçalaranarak ve yakılarak öldürülmüştür.

Dante' nin katı bir din ve ahlak anlayışı var her ne kadar kendisi de Katolik klisesini ağır şekilde elestirse de daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi papazları ve papaları Inferno' nun çeşitli bölümlerinde özellikle kutsal değerleri para karsılığı satmaktan cezalandırılırken hayal etse de o kliseden o dinden ayrılanları bölücü olarak görüyor

Halbuki onun bu eleştirileri sonraki yüzyıllarda yapılacak reform hareketlerine  aydınlanma çağına ve sonrasında Protestan klisesinin kurulmasına bir bakıma öncelik teşkil ediyor.

Aynı şekilde Fra Dolcino da sonraki dönemlerde Fransiscan klisesine, Fransız ihtilali ve dinde reform çalışmalarına ilham veriyor. Fransıscan Klisesi de fakirleri korumalarıyla tanınıyor. 
Fra Dolcıno' nun değeri anlaşılınca sevenleri sosyalist hareket mensupları 1927 de onun anısına bir anıt yaptırıyor fakat Faşist Italya döneminde heykeli yıkılıyor.

Bu uyarıdan sonra diğer ruhlarda gelip tarihi olaylar hakkında bilgi veriyor Bir tanesi konuşamıyor çünkü kendisi Sezar'a Rubicon'u geçip, iç savaş başlatması konusunda akıl vermiş olan Curio; o zaman diliyle işlediği günahın karşılığı olarak şimdi konuşamıyor. Dante "bunun dili bir zamanlar ne kadar da cesurdu" diyor.

Sonra yanlarına elleri kesilmiş, yüzü gözü kan içinde  Toskana' da savaşlara neden olmuş, Mosca geliyor o da hatırlanmak istiyor ama Dante' nin ona cevabı "kendi milletini mahvettin" oluyor. Bunun üzerine Mosca, büyük bir üzüntüyle acıdan çıldırmış bir adam gibi oradan uzaklaşıyor.

Bu din ve politik sebeblerle insanlar arasında savaşlara neden olan ruhlardan sonra, "artık daha beteri gelmez" derken; bir de bakıyorlar ki, başı vücudundan ayrılmış kellesini saçından kavrayarak bir fener gibi taşıyan bir ruh beliriyor.

"İkiyken bir, birken iki" diyor Dante,birbirinden ayrılmış baş ve beden için... "Bu nasıl olabilir? Bunu ancak bu cezayı vermiş olan bilir" diye ekliyor.

Ruh başını kaldırıyor; şairler kendisini daha iyi duyabilsin diye. " Gidin bakalım,bütün ölüleri gezin, benim gibi bir felakete uğramış olan var mı?" diyor.

Bu ruhun adı Bertran de Born suçu "babayı oğula düşürmek, taht kavgalarında oğlu baba aleyhine ayaklandırmak aile bağını kopartmak"

Benim yaptığım o kadar korkunç bir işki diyor Bertrand, " normalde kalple beyin arasında bir bağ olması gerekirken, benim basim ve bedenim  sonsuza kadar birbirinden ayrildi". Beni gören Inferno' da sucların nasıl cezalandırıldığını anlar..."


Bu son suçtan maalesef bizim tarihimizde de bolca var. Babayı oğula kardeşi kardeşe düşürenler günümüzde teror olaylarıyla şehirlerimize ateş düşürenler...

6 Aralık 2016 Salı

Kanto 27 General

Kanto 27
General

#Dante
Ilahi Komedya
Yorumlar
Elif Mat Erkmen


Ulyse’nin ruhu sözlerini bitirince sakinleşir  ve alevi kıpırdamaz olur; şairlerin yanından ayrılır. Onun arkasından, Dante’yle konuşmak için bir başka ruh gelir. Acı çekmekte olan Sicilya boğası gibi sesler çıkarmaktadır.
Bu Sicilya boğası, gerçek boğa değil; eski Yunan da M.Ö. 6.yy da  Sicilya Tiranı, Phalaris'in ısmarladığı boğa şeklinde metalden yapılmış bir işkence aracı. Otoriteye karşı gelenleri  bu boğanın içine atıyorlarmış, sonra altında ateşi yakınca, içindeki zavallı mahkum yanarak ölüyor; mahkumun acı dolu çığlıkları da sanki boğanın böğürmesi gibi seyredenlere cansız boğa, canlandı hissini veriyormuş. Bunu ısmarlayan kral Phalarris ilk kurban olarak boğayı tasarlayan mimarı içine atmış…Tasarımcı olmak da bazan zor bir iş... Yalnız sonra Phalaris te tahtından oluyor o boğanın içine atılıp sonunu buluyor.

Dante ruhtan gelen seslere dikkat ediyor. Azap çeken ruhun da söyleyemediği sözler aleve dönüşmüş, sanki onun türküsünü, alev soyluyor; en sonunda söz, alevin en ucuna kadar çıkıyor ne dediği anlaşılmaya başlıyor:
"Ben sizin Italyanca konuştuğunuzu duydum geldim acaba geç mi kaldım? Gidiyor musunuz?Biraz durun da, bir bakın; benim halimi nasıl yanmakta olduğumu görün! Siz Cennet gibi güzel Italya' dan bu çukura yeni geldiyseniz söyleyin bana Romagna da neler oluyor? Savaş mı, barış mı var şimdi benim memleketimde? Benim doğup büyüdüğüm yerlerde Cervia da,Tiber nehrinin kıyısındaydı."

Dante eğilmiş adama bakarken,Virgil dürtüyor, "Bu ruh Italyan,şimdi sen konuşabilirsin"diyor (Ulyse ile kendisi Yunanca konuşmuştu.) Dante nin cevabı zaten hazırdır, beklemeden ruha; "Senin memleketin Romagna' dan savaş hiç eksik olmaz, savaş başındaki Tiranların kalbindedir,  ama şimdi şu aralar savaş yok" diyor ve Italyan şehirleri hakkında bilgi veriyor sonra  ruha kim olduğunu soruyor. Adam kim olduğunu söylemek istemiyor, "sen dünyaya döneceksen ve benim ne durumda olduğumu anlatacaksan, söylemeyeyim" diyor "ama  buradan kimse dönemez" diye de ekliyor.
Anlatmak isteği baskın geliyor sözlerine başlıyor:

"Ben meşhur bir generaldim pek çok savaşa katıldım,sonra yaptıklarıma pişman olup, tövbe ettim; Papanın yanına gittim, niyetim artık bu defteri kapatmaktı, fakat kahrolacası Papa buna müsade etmedi ve beni tekrar eski günahlarıma geri döndürdü. Nasıl olduğunu benden duyacaksınız, Ben de etimle kemiğimle canlı olarak dünyada dolaşıyorken günah işledim benimkisi aslan günahı değil, tilki günahıydı; savaş stratejilerimle, kurnazlıklarımla, general olarak ünüm yeryüzüne yayılmıştı,fakat yaşımı başımı alıp ta,yelkenleri indirip, ipleri toplama çağıma geldiğimde, eskiden bana keyif veren şeyler artık dert oldu; günah çıkartma vakti gelmişti. Bunu yapabilseydim iyi olacaktı"diye hayıflanır.

O zaman ki papa Boniface bütün dünyevi ve ruhani yetkileri kendi üzerinde toplamak bütün Hristiyan krallarını emri altına almak istemektedir. Bu general ismini vermek istemese de  tarihçiler tarafından Urbino Lordu Guido da Montefeltro olarak tanımlanmaktadır.

Genereal Montefeltro nun savaştan dünya işlerinden el etek çekmek istemesi ve Manastıra girip rahip olmayı talep etmesiyle Boniface nin bir başka Italyan ailesi olan Colonna'lara düşmanlığı, aynı zamanan rast gelir. Papa günahlarından arınmak için yanına gelen generale düşmanlarıyla olan savaşı kazanması için kendisine bir akıl vermesini ister.

Bu Montefello' ya çok ters gelir ve bu teklif karşısında sessiz kalır. Papa israr eder; " ben senin bütün günahlarını affediyorum" der. Bunun üzerine daha fazla sessiz kalmak saygısızlık olacaktır. General mecburen bir strateji belirleyerek, Papa' ya söyler. Bu stratejiye göre papa ılımlı olacak, barış yanlısı görünecektir. General "iş söz vermeye gelince bol keseden at; ifa etmeye gelince kısa tut" der.  Bunun üzerine karşı tarafla anlaşma yapıyor gibi davranıp,  adamların savunmasız bir anında saldırıp, işlerini bitirirler. Papanın büyüklük gösterip,"sizleri afediyorum" demesi bir tiyatrodur.
Zaten aynı papa daha önceki bölümlerde görmüştük. Cehennemin bir başka bölümünde, Kutsal değerleri satmaktan, cezalandırılıyor ve Dante eserinde her fırsatta onu eleştiriyor.

Bu olayların yaşanmasından sonra, General, dine dönüp bir kaç sene manastırda rahip olarak hayatını sürdürdükten sonra ölür. Ölünce yanına ilk olarak Aziz Francis yanına gelerek, kendisini karşılar ve Cennete götürmek ister fakat tam o sırada karşılarına bir şeytan dikilir:
"General, bir yere gidemez. Beni sakın kandırmaya kalkmayın! Bu hilebaz, verdiği savaş taktikleri yüzünden buradadır  ve ben onun neler yaptığını biliyorum; gelir gelmez enselemek için burada bekliyordum" der. 
 İtiraz ettilerse de şeytan "Papa bunu suç islemeden affedebilir mi? Nerede görülmüş? Insan önce suç işler, sonra pişman olur, tevbe eder, sonra tövbesi kabul olursa af olur. Tövbe etmeyen adam nasıl affedilebilir? Hem tövbe etmeye hem de suş işlemeye aynı anda karar veremezsin mantığa aykırı" der.
Generalin ruhu bu sözleri işitince mahvolur. "Şeytan, "Unuttun mu, ben mantık uzmanıyım?" der ve Generali tuttugu gibi, kimin hangi çukura atılacağından sorumlu Minos' un yanına götürür.
 Minos Generali börünce sinirlenir kuyruğunu sekiz kere kendi etrafında dolar ve "Bunu sekizinci çukura atın"der
General hikayesini anlttıktan sonra Dante' ye döner "görüyorsunuz halimi,büyük bir acı ve Papa ya karşı kızgınlık içindeyim" der. Onların yanından  kızgınlıkla boynuzlarını sağa sola savuran bir boğa gibi uzaklaşır.

Bu bölümü de gördükten sonra sonra Şairler Ayrılıkçıların bulunduğu dokuzuncu çukura yönelirler.



26 ve 27bölümler yanlış ve kötü niyetle tavsiye de bulunanlar içindi Aklıyla bilgi ve becerisiyle yaşıyla başıyla mevkisiyle sözüne güvenilipte aklına başburulanlar sözü dinlenenler büyük bir sorumluluk altında adımlarını atarken daha dikkatli olmalılar Çünkü onların tavsiyesine göre atılacak adımların sonuçları diğer insanlarınkine göre daha ağır olabiliyor

4 Aralık 2016 Pazar

Kanto 26 Akıl Verenler

Kanto 26
Akıl Verenler

Dante Ilahi Komedya
Inferno
Yorumlar
Elif Mat Erkmen

Bu kantonun açılışında şairler hırsızların olduğu bölümden ayrılıp akıl verenlerin kısmına geliyor. Dante Cehennemde ne kadar çok Floransalı olduğunu görerek üzülüyor.Zamanının en büyük ticaret ve finans merkezlerinden biri olan Floransa da  türlü yolsuzluklar olmuş ve o dönemin tanınmış insanları kendilerini Dantenin infernosunda onun geniş hayal dünyasında yerlerini bulmuşlar.

Dante “Sevin, şimdi Floransa;  bayrağını karada ve denizde gururla sallıyordun; bak şimdi adın boydan boya bütün Cehenneme yayılmış. En meşhur beş hırsızını biraz önce gördük,  burayı vatandaşlarınla doldurmuş olman onurlu bir iş değil diyerek üzüntüsünü dile getirir ve
"Ama bu işin sonu iyi değil, korkarım ki yakın gelecekte Floransanın başına büyük dertler açılacak”  kehanetinde bulunur,
 "gör bakalım başına geleceği" demekle ve Siyah ve Beyaz partileri arasında yaşanacak ve kendisinin de sürgüne gönderilmesine sebep olacak savaşa işaret eder.
Yolcular bu düşüncelerle hırsızlar çukurundan dışarı çıkmak için yokuşu tırmanmaya başlarlar. Taş köprüye çıkıpta önlerine uzana vadiye baktıklarında bir yaz akşamı etrafı kaplayan ateş böcekleri gibi bütün vadinin alevlerle kaplanmış olduğunu görürler.

Dante bu vadiyi merakla seyretmeye başlar. Virgil üzüntüyle "Alevlerin içinde ruhlar var, azap çekiyorlar" der Sonra bir bakarlar ki; önlerinde önlerinde boynuz şeklinde bir alev belirir ki burada aynı alevde yanmakta olan iki ruh olduğu anlaşılır.
 Dante'nin “Efendim, bu boynuz gibi ikiye ayrılmış alevin içinde kimler var?“ sorusuna, Virgil, "Bunlar Odyses ve Diomede; yolları sonsuza kadar bu azapta birlesmiştir"diye cevap verir.
The judgement of Paris

Truva savaşı, Yunan mitolojisinde önemli bir yere sahip. Efsaneye göre "Eris" diye bir Tanrıça varmış, Eris'in görevi fitne çıkarmak, kendişi bir düğüne davet edilmeyince, bu duruma kızarak düğüne bir elma gönderiyor; altın bir elma; "bu en güzele verilsin!" diyor. Orada üç tane daha tanrıça var;Athena Hera ve Afrodit. Karar vemek zor. Zeus diyor ki; "Paris gitsin bir seçim yapsın"
Paris'te bu zorlu göreve seve seve gidiyor, güzellere bakıyor ve "En güzeli Afrodit" hükmünü veriyor.
İşte sorun bundan sonra çıkıyor: 
Afrodit düşünüyor; "bu çocuğa bir iyilik yapalım" mı diyor, yoksa "ben ortalığı daha iyi karıştırırım" mı diyor artık bilemiyoruz; Helen ve Paris'i birbirine aşık ediyor ama Helen evli. Paris bu ayrıntıya takılmıyor, Helen'i kaçırıyor. Sen misin kaçıran; büyük bir savaş çıkıyor tam on yıl boyunca kuşatma yapılıyor Truvaya...
Baktılar olmayacak;Odysseus ve Diomede 'Truva atını' icat ediyorlar ve bu kurnazlıkla savaşı kazanıyorlar. 
Bu ikili kendi memleketlerinde kahraman; Homer'in destanlarına,Yunanlıların pek çok kahramanlık şiirlerine konu olmuşlar ama Roma'da öyle değil. " Siz aslan gibi savaşacağınıza tilki gibi kurnazlık yaptınız; kazandığınız başarı, başarı sayılmaz, hilebazlıktır, sahtekarlıktır"demiş,Romalılar ve onları alaya almışlar.
Homer'den asırlar sonra, Virgil "Aenas" şiirini yazıyor ve burada da  Odysseus'a yer veriyor ama Odysseus un adı artık Latince olmuş ve şiire 'Ulysse' olarak geçmiş.

Romalıların doğruluk anlayışı Eski Yunan'la bağdaşmıyor. " Bizans oyunu" tabirinde olduğu gibi, Doğu medeniyetlerine hile ve düzenbazlığın çok olduğu yerler gözüyle bakıyorlar.

Dante bu mitolojik figürleri görünce çok heyacanlanıyor ve onlarla konuşmak istiyor. Virgil "Olur konuşalım ama bunlar Yunanlı senin Italyanca konuşmandan hoşlanmazlar, ben konuşayım" diyor.
Truva savaşında yenilen tarafın lideri Virgil'in şiirinde anlattığı Aeneas oradan kaçıp uzun ve zorlu bir yolculukla, önce bütün Yunan adalarını gezip Akdeniz' in çeşitli limanlarına uğrayarak en sonunda Kartaca' da kendine yurt ediniyor. Burada bir müddet kaldıktan sonra.bu halk gene karşı kıyıya geçiyor;Italya ya ulaşıp efsanelere göre Roma' yı kuran halk oluyor. Dolayısıyla bütün bu efsanelere inanan Romalılar Aeneas'ı kendi ataları, Odyseus'u da düşmanları olarak görüyor.

Virgil uygun bir zamanı bekleyip Ulyse ve Dıomedese sesleniyor "Eğer benim dünyadayken sizin hakkınızda yazdığım yazıları,şiirleri sevdiyseniz; benimle lutfen biraz konuşunuz" diyor.

Odyseus

Rüzgara tutulmuş gibi boynuz şeklindeki alevlerin daha büyük olanı,yani Ulyses' nin alevi savrulmaya başlıyor ve homurdanıyor. Kükrer gibi bir sesle anlatmaya başlıyor. 
Burada anlatacağı hikaye Homer' in destanlarına ve Virgil in şiirlerine konu olan Truva savaşı yılları değil; çok sonra ölümüne neden olacak son yolculuğu. Zaten şairlerde ona nasıl öldüğünü soruyorlar.
Ulyse macera hevesini anlatarak söze başlıyor; "ne eşim, ne çocuklarım, ne babam, ne de memleket hasreti beni on sene süren yolculuktan alı koyamadı.  Bu yolculuk esnasında bir kısım tayfa beni terketti, gemiden ayrıldı ama ben yola devam ettim, macera hevesimden asla vazgecmedim. Dünyanın ucuna kadar gitmek  Insanların zaferlerini ve yenilgilerini görmek istedim"  diyor.

O dönemde denizcilik Akdeniz'le sınırlı,  Cebeli Tarık boğazı dünyanın sonu olarak görülüyor; o kayalıkları aşıpta, okyanusa açılmak,bir bilinmeze yolculuk, neredeyse bu yaşadığımız çağlardaki uzay yolculukları gibi bir şey.

 Ulyses, "Fas’a, Ispanya ya gittim  Akdenizin iki kıyısını da gördüm Sardunya'yı ve açık denizdeki diğer adaları gördüm; sonunda adamlarımla Herkül kayalarına (Cebel'i Tarık boğazına) geldik; bazıları daha fazla gitmek istemediler, buradan sonrasına gidemeyiz deyip ayrıldılar ama ben yola devam ettim" diyor ve devam ediyor:



"Okyanusa açılmak düşünülemeyecek bir şeydi, ama ben kararlıydım adamlarıma "Dünyanın bu tarafını kimse görmemiştir, biz göreceğiz; dünyaya basit bir hayat sürmek için gelmedik, insanlık yolunda ilerleyeceğiz, buraları aşacağız, ismimizi herkes bilecek' diyerek onları yüreklendirdim. Bu heyecanlı nutuk üzerine  adamlarımda bu işe gönül verdi, artık ben istesem de durmazlardı, Böylece deli yolculuğumuza başladık ve bilinmeze doğru yol aldık;küreklerimiz kanatlandı, gece bütün yıldızları, gördük ay ışığında ilerledik,yeni ülkeler, yeni dağlar, ovalar görme hevesindeyken önce karşımıza kıyıdan yükselen bir dağ çıktı, sonra o dağın üzerinden bir  fırtına patladı gemimizi devirdi. Tam kendimizi toparlayalım derken,ikinci bir rüzgar işimizi bitirdi" diyerek hikayesine son verir.


Evet her hikaye iki yönlü kimisine göre kahramanlık olan olay; kimisine göre hilebazlık, kimine göre insanlığın ilerlemesi için yapılan keşif; kimine göre başkalarını tehlikeye atan bir macera...
Afrodit

Çok mal haramsız çok laf yalansız olmaz...




Dante' nin yukarıdaki sözü Ulyse' nin ağzından söylenmiş olan "sizin dünyaya gelmenize neden olan tohumu düşünün, dünyaya kaba saba bir hayat yaşamak için gelmediniz; yüksek ahlak ve bilgi sahibi olmak; bunun peşinde koşmak için geldiniz"manasına olup; "Ilahı Komedya"nın en iyi bilinen mısraları arasındadır...

1 Aralık 2016 Perşembe

About the Tired Warrior

About The Tired Warrior
By Kemal Tahir

Introduction by
Elif Erkmen


The Reluctant Warrior is a historical novel that tells the story of The Turkish Independence War. The novel starts in Istanbul, in the aftermath of WWI. The main hero Jamil has returned from the battle field and rejoined his family. His cousin Neriman has been waiting for him for a long time. His friends and family expect him to start a new occupation, get married and settle down after his years of hardship. He had joined the Young Turk movement, served in Balkan Wars, and then again during the Great War. He made his reputation as a hell of an Artillery Captain in Palestein, Suez Canal and Gallipoli Campaigns. He had seen it all.
The time frame of the novel stretches several years, beginning in the start of the Young Turk Revolution in 1908, to the end of 1922.
The Young Turks in 1908 revolted against Sultan Abdul Hamid II, the Committee of Union and Progress was founded by and gained support of the people of Ottoman Empire from all walks of life. Turks, Greeks Armenians and other ethnic minorities were all happy and looking for a change. CUP promised freedom.
Abdul Hamid was known for his strict rules, oppression and censorship. People were tired of his informants and palace spies. The change was quick and welcomed.
The second Constitutional era started and the Parliament was reopened.
The new rulers were the Three Pashas: Enver, Talat and Djemal.
Enver became the War Minister; Talat the Prime Minister and Djemal was Fourth Army commander responsible of Syria and later lead the Army in Philistine and Suez Canal Campaigns.
Enver’s uncle Halil Pasha (even though Enver and Halil are about the same age he was Enver’s uncle and sometimes refer to Uncle among his friends as well in the novel) was also one of the CUP leaders and he became famous for his success in Siege of Kut. The British Field Marshall Towhend was captured at Kut.
CUP had an intelligent agency named Secret Organization/Teskilati Mahsusa (TM) which was very effective during the foundation of CUP and war years. Its leaders; Suleyman Askeri and Esref Kuscubasi was mentioned in the novel.
Founder of Turkish Republic and leader of Nationalists Mustafa Kemal Ataturk is also metioned in the book.
The novel has divided into three main sections: the Binoculars of General von Kress, Deep Bottom and Turning Point.

The Binoculars if General von Kress


Jamil is looking out of the window with binoculars. The binoculars are a gift from General von Kress. He is expecting the arrival of Governor of Diyarbakir, Dr. Rashid Bey. He doesn’t know Dr. Rashid personally, however he knows the Organisation helped him escape from prison. As a Governor he was involved in forced deportation of Armenians which resulted in the deaths and traumatic events of 1915.
He was a member of CUP, like Jamil, and TM the Secret Organisation was looking for a place to hide him. However, the police cornered Dr. Rashid, and in desperation, he commited suicide.
Jamil decides to go see his friend Captain Maksood. They studied together in the Military High School. Jamil became a War Officer, while Maksood and Omer joined the Secret Organisation TM. During the Ottoman times, the people did not have last names, so nicknames were used to identify individuals.  As an Arab from Baghdad, Maksood was called “Arab” among his friends, while Omer was known by his code name, “Patriot”.
When CUP lost its power, its leaders, Enver, Talat and Djemal, left the country. The replacement government started a witch hunt. They arrested CUP members, put them in the infamous jail, the Bekiraga Prison, later some of the prisoners were exiled to the Island of Malta on the orders of the British Government.
Maksood explained to Jamil that their friend Omer also needed a hiding place. Jamil agreed to help and upon Maksood’s suggestion, they decided to provide Omer with women’s clothing and veil.The hiding place was Jamil’s idea. They went to a mansion in the Asian side of the City. Maksood didn’t know who own the house and when he saw Dr.Munir at the door he was surprised. Dr. Munir had left theCUP years ago because of the undemocratic ways of the Unionists.
In the process of helping Omer escape, Jamil’s identity was also revealed and he had a hiding place as well. To their surprise Halil Pasha, was at the mansion as a guest and Dr. Munir was a welcoming host to all of his former friends and fellow CUP members.
 Dr. Munir was the intellectual one in the group. He provided historical, political and sociological analysis of the Ottoman Empire during their long discussions.
Jamil spent two months there. One day he got word from Neriman that she needed to talk to him. She was pregnant and they decided to get married on short notice. After the secret ceromony as he was returning the mansion Jamil saw that the house was being ambushed, so once again he had to return. This time he had no where to go.
He went back to European side took refuge in the historical peninsula.The Ottoman Troops were guarding the Hagia Sophia…He decided to join them and stay there temporarily… Wherever he went, he felt tremendous fatigue and depression. He didn’t want to do anything.Jamil was feeling suffocated even when he went in the ancient church. With its huge dome and spacious interior Hagia Sophia was a marveolous building.Jamil saw several foreign Officers and soldiers who came to observe the Friday Prayers. There are people from all faiths and nationalities. The Leader of the Guard was uneasy; he worried about losing Hagia Sophia to the Invading Foreigners. The idea of turning the mosque back to a Church was unbearable…Especially under his watch.
 Maksood arranged a place for Jamil in the Veteran’s home. Jamil felt even worse while surrounded by all the war Veterans and their sad stories. He didn’t have any plans for future and felt like there was no way out.

Deep Bottom
After being recognised in the Veteran’s House, Jamil decided to join the National Forces and left Istanbul. The Country was in turmoil. There were fears of Greek Invasion of Izmir.The local Christian Communities were joyful and preparing to /welcome the Greek Army…Not everybody was happy though. There was the uncertainty…There was the hundreds of years of friendship between the Turks and the Greeks to be considered. Some local Greek (Rum) villagers made agreements with their Turkish neigbours to protect each other. If the Greek Army were to come they promised to protect Wturkish neighbours and Turks promissed to protect them if the Turkish army prevails.
The Muslim population were generally tired of all the wars they had endured since the Balkan Wars. They were poor and they wanted life to return normal.
 After Truce, the Turkish soldiers were sent home and all the arms were confiscated by theAllied Forces. The Sultan and his Government led by Damad Ferid were happy to keep their positions and didn’t want to anger the invading powers. Nationalists, on the other hand wanted to fight for independence.
The Ottoman Sultans also held the title of Caliph. The Sultan was considered the religious leader of all Muslims around the world. There was also Sheikh al Islam, who was the highest religious authority after Sultan in the Empire. The Sultan’s Firman’s and the Shekh al Islam’s Fatwas were against the Nationalists. The nationalists were being declared Infidels and outlaws for revolting against Sultan’s orders.
In that kind of atmosphere it was hard to know which side each Officer took. Would they stay loyal to Sultan or join Nationalists and take orders from Ankara where Mustafa Kemal was staying. The bandits and militia were at the same position. They would either join the Nationalists or the Sultan’s men.
The Nationalist were not welcomed in small towns.People were worried that their presence would anger the approaching Greek Army. They didn’t want Greek Army to burn their villages and some were ready to surrender.The nationalist were easy to spot with their fur caps.
The Allied Forces were pressuring the Government in Istanbul to oppress the Anatolian Revolt.
In Bursa and Bandirma regions there were Circassians and other Caucasians who had escaped from the Russians and took refuge in Anatolia. They had the same choise to make whether or not supporting the Nationalists.
 The most famous Circassian Warlord was Ethem; whose older brothers were also army officers. Ethem was from a prosperous family. He was the youngest beloved son of a rich Circassian Bey. His father didn’t want him to join the Army, so he could stay and take care of their farm… Ethem decided to support
Nationalist without hesitation since his brothers were Unionists as well.
Jamil and his friends heard the news of Greek Army landing on Izmir.


Turning Point
Mustafa Kemal was leading the War of Independece from Ankara in those days. The Representatives Committee was founded in Ankara and they were supporting the Indepence. Captain Jamil and his friend Captain Selahaddin were receiving orders from Mustafa Kemal. Their task was pursuading various Army Units to join Nationalists and making sure the Commanders were not influenced by Istanbul.
 Some Commanders supported Mustafa Kemal, while some had difficulty deciding and were unwilling to revolt against the Sultan.
Jamil went to Bursa to either persuade Yusuf Izzed Pasha to join the Nationalists or arrest him if necessary and took control of the Army Corps.
The Circassian Commander Anzavour, unlike Ethem; was on Sultan’s side. With the British aid he gathered a strong army.He has the backing of the British and a strong force. His army was proceeding in the direction of Bursa to fight against Nationalists.
 Jamil in a way ambushed the Military base and persuaded Yusuf Izzed Pasha, to go to Ankara and leave his post to Colonel Osman. Jamil was acting as the Governor of the City and Security Chief.
Bursa was the Capital of Ottomans’ before Istanbul was conquered and an important city. Jamil was anxiously waiting for the final battle between the Anzavour supporters and the Nationalists. Anzavour was approaching the city from the west and Nationalists were coming from the east.
 One day his old friend Dr.Munir showed up in Bursa. He was coming from Bandirma. He went there to collect the Sultan’s fatwas and keep them under lock so that the Fatwa’s wouldn’t reach the hands of the wider population.
Nationalists were fighting against the Greek Army as well as the Sultan’s supporters. A psychological war was going on against the Sultan while religious authorities are trying to persuade the people not to join Nationalists. They also issued death warrants for Mustafa Kemal and his supporters.
The future and independence of the country was at stake.
The novel concludes with Ethem’s victory over Anzavour.

Kemal Tahir