29 Nisan 2015 Çarşamba

Tekne




Bir şeyi yeni ögrendiğinde veya  sans eseri karşına bir sey çıktığında,  ummadığın bir zaman talih kapını çaldığında ruh halin degisir, hatta kalbin degisir. Bunun icin bir şeyi görmeye, duymaya zaman ayırmak gerekir.Yeni tecrübeler yasayarak , kendini yeni bir çevreye, yeni bir lisana acmak, kisiyi, bir halden diğerine geçirebilecek,değistirebilecek  güce sahiptir.

Clarissa Pinkola Estes,

Woman who run with the wolves..
Kurtlarla Beraber Kosan Kadin 

FOK BALIKLARININ ÇAĞRISI


Ekim Başı


Sabah oldu, çok erken ve karanlık.  Kuşlari dinliyorum genellikle ötmeye dört buçukta baslarlar. Sessizlik var.  Sadece yatagimin uzerinde, catidaki pencereye dusen yagmurun sesi.  Donup uykuya devam mi edeyim yoksa kalkayim mi?  Herzamanki ikilem.

Uc haftadir buradayim, gunler birbirini kovaliyor.  Bir amaç ve rutin olmayınae, gunlerin hesabini unutuyorum. Gunlerden ne oldugunu ogrenmek icin bir takvim bile yok, ben de ogrenmeyi istemiyorum zaten. Ama yine de bu konuda amator gibi davranmayi istemiyorum. Onsezilerim bana biraz asagidan almayi, değişmin ortagi olan, yas tutmayi da yasamayi soyluyor, ama yine de birseyler yapmaya baslamam gerekiyor, bunun farkindayim.

Gunluk olarak tek vazifem postahaneye gitmek ve gelmesini umut ettigim bir kac çeki almak. Bu ay telif haklarimi almam gerekiyor. Ufukta yeni bir proje yok,  eski kitaplardan kazandigim parayla bir sure gecinecegim.  Postahane muduru olan hanim beni hem yazar olarak hemde yazlikci olarak taniyor. Senenin bu zamani burada olmami cok esrarengiz buluyor ve seksi bir roman yazdigimi zannediyor.
Simdi burada yatarken, yeni bir cesit yalnizlik yasiyorum.Ara sira aklima gelen  zorlu  gercekleri,  ya da daha once,  basarisiz kalmis girisimlerimi dusunuyorum. Gelen bazi telefonlar, ya kocamin aile meseleriyle ilgili bir sey hatirlatmasi ya da arkadaslarimin halimi sormak icin aramalari, bazi olumsuz dusunceler uyandiriyor.  Kimseye verecegim basmakalip  bir cevabim olmadigi icin, yiliyorum. Geride biraktigim ailem, dostlarim benim aklimi karistiriyor ve sabahlari kalkmayi zorlastiriyor.

Eskiden, uzun bir zaman önce böyle yağmurlu gunleri severdim, kalkar kendime sicak çukulata yapar sonra tekrar yataga doner yorganin altinda firtinanin sesini dinlerdim. Belki bugun de ayni seyi yapmaliyim. Son zamanlarda tavsiyesini aldigim bayan din gorevlisi, takilip kaldigimi soyledigimde bunu dogruladi ve  bana “Çöldesin toprak yarilmaya baslamis susuzluktan ama tamamen de kurumamis.” dedi O bunlari soylerken ben kendimi çorak bir topragin ortasinda bir kütüğün üzerinde otururken hayal ettim. Kilometrelerce kerpic rengi sertlesmis toprak, hic bir kacis yolu da gorunmuyor.  “Su anda sessizce oturup dinlemekten baska bir caren yok, zamanla cevaplari duyacaksin,” dedi.

Ayaklarimi yataktan asagiya sallandirdim ve dikkatlice kalktim.  Son bir kac gundur belim tutuldu. Buna şasirmadim; bana bir keresinde masaj terapisti duygusal enerjimizi belimizde depoladigimizi soylemisti.

Ayaklarim soğuk yere degdiginde henuz uyanmamis bir tarafim kaldiysa, o da uyandi. Mutfağa kahve yapmaya gittim. Hay Allah, kahve kutusu bos! Kilerde ne varsa onlarla idare ediyordum, daha bakkala bile gitmedim; ev kadinligini hatirlatacak herhangi bir sey yapmak istemiyorum. Ama simdi kahve istiyorum ve bu saatte bulabilecegim tek yer Larry’nin islettigi balikcilar kahvesi. Senelerdir,oraya gitmek icin hep bir bahane bulmak isterdim, simdi bir bahanem var. Kotumu ve daha onceden yatagin yaninda, yere atilmis olan eski mavi kazagimi uzerime gecirdim, anahtarlari kaptim ve disari ciktim.

Bezelye corbasi kivaminda bir sis tabakasi on dakikalik yolu, on bes dakikaya cikardi. Park yeri bir deniz feneri gibi davet ediyordu beni, pikaplar, balikci aletleri ve on koltukta sahiplerini bekleyen sadik kopekler...

Benim iceri girisimle bir sessizlik oldu.Farketmemis gibi davrandim, burnuma pastirma kokusu geliyordu. “U” seklindeki tezgahta oturulack tek yer ucta kalmisti. Iri yari, yanik tenli, sari sakalli bir adamin yanina tabureye oturdum. Bu kahveye dalmakla, kendimi bir tuhaf hissettim ama sabah kendime gelmem icin kahvemi de icmem gerekiyordu. Ben bu yerin basit beyaz duvarlarina, kirmizi musamba kapli tezgahlarina bakarken, garson  hemen kahvemi doldurdu.

Kapali plastik kaplarin ici kurabiye doluydu, gazeteler bir kenarda duzgunce dizilmisti.
Bir iki dakika icinde sohbet yine kaldigi yerden devam etti, ben de dinlemiyormus gibi yapip menuye bakmaya basladim. Havadan, avladiklari baliklardan ve zehirlenen martilardan bahsediyorlardi , o sirada biri, sozu, sahili dolduran Fok Baliklarina getirdi. Ben de, sozun geri kalan kismini dinleyebilmek icin, kendime yumurta soyledim.

Burada Fok baliklari olur mu? Olamaz ama herkes sahilde sayilarinin bini buldugunu ve baliklari yiyip bitirdiklerini anlatiyor! Tenis maci izler gibi, kafami balikcilari dinlerken bir o tarafa, bir bu tarafa ceviriyorum. Dinledigimi anladilar. Belki de biraz abartmaya basladilar ama bu sohbet bu kasabanin en iyi sohbeti olmali. Fok Balığı dedigin Baja, Patagonya veya baska bir egzotik yerde olur, benim bu kucuk balikci kasabamda degil. Nova Scotia'ya gidip gelen gri , liman fok baliklarindan bahsediyorlar. Hayran kaldim. Ama simdi göç etmiyorlarmış ve kisi burada gecirecek gibilermis, bu da balikcilari rahatsiz ediyor. Heyecandan yanaklarim kızardı. Sanki biri önüme hemen parçalayip, açmak için sabirsizlandigim bir paket birakmis gibi.

Yameği icmeyi biraktim, cignerken, yutarken konusmanın hiç bir kismini kacirmak istemiyordum. Denizi fok baliklariyla dolu ve kendimi de onlarla beraber yuzerken hayal ettim. Biraz sacma gelecek ama çok merak ettim. Çılgın gibiyim su anda,oraya gitmek icin bir yol bulmaliyim. Hic vakit kaybetmeden cesaretimi topladim ve yanımdaki adama “ beni oraya götürür müsün?” dedim.
Kahvesinden bir yudum alarak şaka mı yapıyorsun?” dedi. Bu kadar cesur olmama kendim de şaştım ama ona kararlı bir şekilde baktım. “Bu gün mü?” dedi bana, taburesini de öbür tarafa doğru çevirerek yanindaki adama, "Dogru mu duyuyorum?" gibilerden baktı.

“Ben oraya gittigimde, yedi-sekiz saat kalacağım” dedi. Sanki ben bunu duyunca vazgececegim.  “Bakalim sular, istedigim kadar uzun süre yuksek kalacak mi?” diyerek bir de göz kirpti. Bu son soz beni gercekten etkiledi. Zamani saate göre degilde, denizin dönüşümüne gore ayarlamak! “Benim için uygun” dedim.

Şimdi herkes," bakalim ne yapacaklar?" diye bizi dinliyor.

Acaba blöf mu yaptigimi anlamak icin bana “Kendine seni sicak tutacak kiyafetler ve de bir sandwich hazirla” dedi. Gözümü bile kirpmadim. Bunun uzerine "Yarim saat icinde rihtima gel, teknenin adi "Seal Woman" dedi. Tabağımı kenara ittim, hemen tezgahin uzerine bir kac dolar biraktim ve arabama koştum, eve rekor zamanda vardim, derhal fistik ezmesiyle, simitleri mutfaktan aldim , yagmurluk, havlu ve suveterimi, bez cantama attim, ve rihtima koştum. Sadece bir kac dakikam kalmisti.

“Tam zamaninda geldin” dedi; biraz sasirarak, sanki hersey sadece bir şakaydi. “Çantani bana at ve tekneye bin.”

Bana yardim etmek icin elini uzatinca, birden dilim tutuldu, hatta yüzüm kizardi. Dokunusuyla, beni şasirtan bir elektriklenme oldu. Bana kimse dokunmayali o kadar uzun mu olmustu?

Maceraperestligimin üzeri bir bulutla gölgelenmeye baslamisti, “Kendine gel Joan” dedim. Ne yapiyordum simdi? Tamamen yabanci bir adamla yola cikiyordum.  Etrafimdaki diğer teknelere baktim, onlar da bütün bir günü denizde gecirmek icin hazirlaniyorlardi. Yanimdaki teknedeki adamin bana bakarak,gülümsediğini farkettim. Böyle küçük yerlerde, en ufak şeyler farkedilir, özellikle de sezon disi zamanlarda... Simdi bu bir  skandal olacak mi? Bu adam acaba evli mi?

Simdi ben bu adami ayartmis gibi oldum. Benim yasimda sasilacak bir sey. Ama neden olmasin? Hayatimda, birini ayarttigim bundan once, sadece bir kez olmustu; benden yasliydi ve New York’tan Dallas/ Fort Worth’e ucuyorduk. Yolculuk esnasinda, konusmaya basladik.Beni otelime birakmayi teklif etmisti, çünkü o araba kiraliyordu ve benim arabam yoktu. Ama Hertz masasina gelince, otelin yerine baktim ve aksi istikametlere gitigimizi farkettim. Ben Dallas’a, o Fort Worth e gidiyordu, böylece orada ayrildik. Bir keresinde de bir uluslararasi uçak yolculugunda, beni  First Class’a aldilar, yanimda lisede gezdigim futbolcuya benzeyen biri oturuyordu. Atlantik' i gecerken bütün bir yol boyunca konustuk, hatta, etrafimizdaki insanlar rahatsiz oldu. Sonra, Seville' de kaldigimiz süre icinde, beraber bir yemek icin sözlestik. Fakat onun isleri nedeniyle buluşamadik, benimle yemeğe ayiracak zamani olmadi.

Daldığım bu düşüncelerden, istiridye avcisinin “ o düğümü çözer misin?” demesiyle sıyrıldım. “Tabii” dedim, memnun etmeye calisarak. Verilen gorevi yetenekli bir tayfa gibi yerine getirdim, O da anahtari alıp motoru calistirdi. “ Daha ismini bile bilmiyorum” diyerek, elimi uzattim: “Ben Joan”
“Ben Josh,” dedi.

Basimizin uzerinde, kanat cirpan martilar, bize eslik ederken, rihtimdan ayrildik. Istiflenmis yuklerin uzerinde tunemis olan iki balikcil, bize ne korkarak, ne de fazla ilgilenerek bakiyordu. Uzun bir kum yiginina dogru yol aliyorduk. Birden istedigim yerde olmanin keyfini hissettim. Kalbim hizla carpmaya basladi,en son ne zaman kontrolu bir baskasina verdigimi hatirlamiyordum. Bu bir cesaret isiydi, bilmedigim bir yere gidiyordum, bilmedigim bir kimse beni goturuyordu.

Kanaldan cikinca, gaza basti ve bana camlı bölmeye onun yanina gelip, rüzgardan korunmam icin isaret etti. O kısım sadece bir kişilikti. Omuz omuza duruyorduk, yapili göğsunu ve genis sirtini yanimda hissedebiliyordum, tekrar kalbim carpmaya basladi. Hay Allah! Deli miyim ben! Oyle de olsa onu cok seksi buluyordum. Senelerce, etrafimda hep beyaz yakalilar, çizgili takim elbiseler, bağa çerceveli gözlukler ve Wall Street Journal olmustu, Onlardan sonra bu sert gorunuslu tip çok cekici geldi bana.

Belki de bir önceki hayatimda barda çalışan, maceraperest bir kadindim, Akdeniz de bir yerde yasiyordum ve etrafimda denizciler vardi, bol palavra atan,marifetlerini gosteren ama esprili adamlar. Belki de bundan,burayi çok seviyorum simdi. Daha özgür olmam gerekiyor.

Rüzgarin ve motorun gürültüsü konusmayi zorlastiriyor. Dümeni tutan, büuük kuvvetli ellerine bakiyorum, mavi gozleri kisilmis doğan gunese bakiyor. Mütevazi bir tekne ama sağlam. En yalin seyler var içinde ama is görüyor. Balikcilar fazlalikla uğrasmaz. O kadar paralari yoktur. Bu beni etkiler herzaman. Böyle yoklukta da idare edebilen erkeklere bayilirim. Babami hatirlarim, yoktan varetmeyi bilen bir dehaydi o.

Dalgalarin üzerinden aşarak suyun uzerinde ucar gibi gidiyoruz. Bilemiyorum, gene kaciyor muyum birseylerden yoksa bir anlik siğinacak bir yer mi istiyorum. Ne onemi var? Bu macera buyuluyor beni. Burada kiyidan uzaklasirken geriye bakmak nasil da goruz acimi degistiriyor, buna hayret ediyorum. Sanki burada sayisiz gecis noktalari var Josh bunlari cok iyi biliyor ve hizla istedigimiz gibi ilerlemekte ozguruz. Hic bir karisikli yok, bizi kontrol eden, bizi sinirlayan, hic bir mani, hic bir sosyal zorunluluk yok.

Uzakta bir ada göründü, ten rengi bir tümsek,ortasi daha koyu, bir iki dakika icinde Josh, motoru susturdu, karşıyı göstererek, ”Iste” dedi,fisildiyarak. O zaman onlari gordum- karaya vurmus yuzlerce gri, kahverengi,bej tonlarinda  çilli, yumusak yaratiklar, yasadiklari doğayla butunlesmisler.
Tam ben daha ne kadar yakinlasabiliriz, derken, kucuk biyiklariyla, tatli bir surat, sudan cikti. Josh “Bu kadar yakinlik yeter mi? Dedi

“Merhaba” dedim. Bana hic gozlerini kırpıştırmadan bakan bu yüzü görünce, doğal olarak, böyle dedim. Sudan çıktığı, aniden gene suyun altina dalarak kayboldu ve elli ayak ileride gene ortaya cikti. Dondu, bana sanki “gelmiyor musun?” der gibi bakti. Denizin hareketiyle, kiyiya yanastik, koloninin icinde pek cogu kipirdanmaya,kafalarini kaldirip etrafi koklamaya ve incelemeye basladilar. Sonunda bir erkek fok baligi dondu, kalin govdesini esnetti ve digerini uyandirdi. Dominolar gibi birbiri ardinca donmeye basladilar, ta ki kumsali kaplayan o kadifemsi ortu tamamen hareketlenene kadar. Tak, tak, tak, kumda ilerleyen yuzlerce yuzgecin sesi, gök gürültüsü gibiydi, tüylerim, diken diken oldu. Kiyidan kendilerini mavi sulara kaydirirken, biraz hantal ve ne yapacaklarindan emin degillerdi ama suya girince zarif ve  kontrollu bir sekilde yuzuyorlardi. Bize doğru yüzmeye basladilar hem tekneyi,hem de bizim niyetimizi merak ediyorlardi, suya jimnastik yapar gibi dalip cikiyorlardi. Her sudan cikista gozlerimizin icine bakiyorlardi, bir de boyunlarini eğip de bize takip edin der gibiydiler... Daldim gittim...
Büyüyü Joshua bozdu: “ Inme Zamani” dedi aniden.

“Ne, saka mi yapiyorsun?” diye bagirdim.
“Buradan yuzebilirsin, bunlar arada sirada gelen ziyaretcilere alışıktır.”
“Sen beni burada yanlız mı bırakacaksın? Ben senin burada istiridye toplayacağımı zannetmistim.”

“Karsi uca gidecegim, orada duzlukler var, soyledigim gibi sularin hareketi değisince  gelirim.”
Hic tartisabilecegim bir sey yoktu. Ben butun gun icin anlasmistim, ne olursa kabul etmem gerekirdi.Kotumun pacalarini cabucak sivadim, teknenin kiyisina ciktim ve buz gibi suya atladim. “Güzel atladin” dedi ve bana çantalarimi verdi. “Yakında gorusuruz” dedi ve tekneyi geri vitese takti.

Tabii  dedim, günesin acisindan anladigim kadariyla, saat  sabah sekiz veya dokuzdu, sular halen yuksekti. Onun donmesi, en azindan sekiz saati bulurdu. Ama zaten, benim istedigim de buydu. Suyun alcalip yukselmesine gore, zamani ayarlamak ve butun gunu, burada gecirmek.
Çantayi basimin uzerinde tutmaya calisarak kiyiya dogru ilerlemeye calistim Neyse ki su sığ.

Hoppala; su birden derinlesti, simdi kasiklarima kadar islandim. Lanet olsun! Biraz daha yaklaşsa, ne olurdu sanki. Bu kot pantolonu giymekle aptallik ettim. Esnemiyor, ustume yapisiyor ve agirlasiyor. Teknede cikarmaliydim ama bir yabancinin onunde soyunmam, dogru olmazdi.

Oh, son adımı attım, kıyıya vardım ve yere yığıldım. Bir soluklanmam lazim. Buranin güzelliğine hayran kaldim. Daha kötü yerlerde kaldigim olmustu, şüphesiz. Herhalde güzel bir gun olacak. Her neyse, artik yoluma sans eseri ne cikarsa, sevmeyi ogreniyorum.

Bay of Fundy Nova Scotia


Deniz Kenarinda Bir Yil isimli kitaptan
Ceviren: Elif Erkmen




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder