4 Kasım 2020 Çarşamba

İnferno 1-5

 İlahi Komedya 3 bölüme ayrılır

İnferno- Cehennem

Purgatorio- Araf

Paradiso- Cennet

Dante ve Beatrice



Bu blog yazısında İnferno'nun ilk 5 bölümüne yer vereceğim.

Kendi çevirim

Dali



Kanto 1

Kayboluş

Hayatımızın ortasına geldiğimde, kendimi gölgeli bir ormanda buldum.

Çünkü doğru yolu terk etmiştim;

 

Şimdi anlatması bile zor,

Balta girmemiş vahşi, zor ormanı hatırlamak, korkutuyor beni.

 

Öyle acı ki; ölümden beter...

Ama orada bulduğum iyiliği anlatmam için, önce başka şeyleri anlatmalıyım.

 

Ormana nasıl girdiğimi, tam olarak söyleyemem.

Doğru yoldan ayrıldığımda, öyle uykuluydum ki...

 

Bana çok korku veren vadinin dibine indiğimde,

 birden karşıma çıkıverdi, 

 

Yüreğime indi, yukarı baktığımda, omuzlarının

İnsanı bütün yollarda, doğruya götüren Güneşin ışığıyla parıldadığını gördüm.

Biraz rahatladım;

 

Geceyi korku içinde geçiren kalbim,

şu anda karşımda bulunan bu yeni tehlikeye tepki veriyordu

 

Denizde boğulmaktan yeni kurtulup da, kıyıya vardığında dönüp, nefes nefese,

gerideki tehlikeli dalgalara bakan biri gibi,

Ruhum da hala kaçak, dönüp  baktı,

Arkadan hiç kimseyi sağ bırakmayan geçite...

 

 

Yorgun vücudumu dinlenmeye bıraktıktan sonra, tekrar ıssız yokuşu, tırmanmaya davrandım.

Yere sağlam basan ayağım, hep geride kalandı.

 

Tam tepenin başladığı yerde, işte orada bir leopar, çevik yırtıcı, sırtı desenli.

 Gitmedi kaybolmadı, öylece durdu orada.

Yolumu kesmişti. Döndüm geri çaresiz.

 

Şafak söküyordu, Güneş kendisine eşlik eden, diğer yıldızların arasından doğuyordu.

Bu saat, bu güzel mevsim, tam bana umut veriyordu ki; Aslanı gördüm.

Umut, korkuya mani olamadı. Başı yukarıda, karnı aç,

Etrafındaki hava bile titriyor. Bana doğru gelecek.

 

Sonra bir dişi kurt göründü; zayıf ve aç; bütün açlıkları yanında taşıyor.

Çok canlar yakmış bugüne kadar…

Onu görünce, artık bu dağı tırmanmanın imkansız olduğunu anladım.

Beni gerisin geri, gölgeye itti.

 

Daha aşağılara indikçe birden gözümün önünde biri belirdi:

Belli uzun süredir sessizdi, solgun görünüyordu.

Onu uçsuz bucaksız doğanın içinde görünce, Miserere di me

“Merhamet et, adam mısın ruh musun, herneysen“ dedim.

 

“Yaşayan bir insan değilim, bir zamanlar öyleydim;

Anam babam Lombardiya’ dan geldi. Ikisinin de memleketi Mantua’dır.

 Sezar zamanında doğdum; İyi Augustus zamanında Roma‘da yaşadım,

 

Mevsim, yalan Tanrılar  zamanıydı. Şairdim, Anchises'in oğlunu anlattım.

İlyum’ un gururu  ateşe verilince, Truva'dan geleni…

Ama niye perişanlığa dönmek istersin?

Bu tatlı dağa, her türlü neşe ve sevincin kaynağına tırmanmak varken?”

 

„Sen Virgil ‘sin öyleyse, güzel sözlerin menbaı“ dedim utanarak;

„Şairlerin ışığı onuru; Uzun çalışmalarım, derin sevgim, bana şimdi hizmet etsin,

Sen benim ustam, şairimsin, Benim kalemim, soylu stilini senden almıştır,

Beni öyle tanırlar,“ dedim ve sordum,

 

"Beni kenara atan canavarı gördün mü? Bilge adam bana yardım et!

Onun korkusu kanımı titretti.“

 

"Başka yoldan gitmelisin“ dedi gözyaşlarımı görünce; "O canavar seni bırakmaz,

Ne yapar eder, mâni olur yoluna

Kötülüğü öyle fazladır ki; aç gözünü doyuramazsın onun hiçbir zaman.

Karnını doyurdukça, yeniden acıkır; Herkesle çiftleşir, "daha" der.

 

Ta ki; köpek gelip parçalayıp, onu öldürünceye kadar,

Köpeğin istediği, bilgelik ve sevgidir; diğerleri gibi midesini düşünmez.

İtalya' yı eski haline getirecek. Canavarı, bütün şehirlerinden kovacak;

Sonunda alıp, Cehenneme tıkacak; İlk cezasını çekeceği günah, kıskançlık olacak.

Sen en iyisi beni takip et! Buradan geçirir, ebedi yere götürürüm seni.

Giderken, ümitsizlik çığlıkları duyacaksın, Eski ruhları acı çekerken göreceksin,

Her biri ikinci ölümü bekler,

Sonra alevlerin içinde, halinden memnun olanları göreceksin

Çünkü onlar, iyilere kavuşacakları zamanı beklemekte olacaklar.

Eğer dediğim yere kadar ulaşabilirsen, benden daha kıymetli biri, sana rehberlik edecek,

Seni ona emanet edip gideceğim.

 

Çünkü göklerin hükümdarı beni almaz, kendi şehrine. O’nun kanununa uymadım vaktinde,

Her yerin hakimidir ama oradan hükmeder, Orasıdır O’nun yurdu, başkenti

Ne mutlu, Tanrı’nın izniyle o şehre girebilene”

 

„Şair Allah rızası için sana yalvarırım,

Beni bu Cehnennemden ve sonraki daha korkunç olanlardan kurtar.

Dediğin yere götür; Aziz Peter‘ in kapısını göreyim;

Acılar içindekileri de göreyim“

 

O yola düzüldü, ben takip ettim





İnferno Kanto 2

İniş

Akşam karanlığı çöküyordu,

Dünyadaki yaratıklar, günün yorgunluğundan sonra dinlenmeye çekilirken;

Ben bir başıma, burada zorlu bir yolculuğa hazırlanıyordum.

Yanılmaz hafıza bunu yazacaktır.

Ey ilham perileri; Ey yüksek akıl, bana yardım edin.

Gözümüzle gördüğümüzün yazıcısı hafıza, burada asaletin görülecektir.

 

Sonra konuşmaya başladım; “Şair, sen benim rehberimsin;

Bu zorlu yola çıkmadan, bu yolculuk için bana güvenmeden evvel bana iyice bak;

Söyle gerçekten ben bu işe değer miyim?

Sen, Silvius’un babasının (Aeneas) nasıl daha yaşarken, öteki dünyaya geçtiğini;

Ölümsüzlüğü gördüğünü yazmıştın.

Eğer, tüm kötülüklerin karşıtı olan, O’ na bu yolculuk için izin verdiyse;

Kim olduğundan ve neler yapacağından dolayı, bu anlaşılabilir.

Çünkü Aeneas, yükseklerde Roma’ yı kurmak,

İmparatorluğun da, şehrin de babası olmak için seçilmiştir.

O şehir ki; Papalık tahtının yeri olmuştur.

O yolculukta, Roma şehrinin geleceğini görmüştür,

 

Bir diğer seçilmiş kişi olan Aziz Paul da bu yoldan geçmiştir.

Iman’ı kuvvetlendirmiş, kurtuluş yolculuğunu başlatmıştır.

Ama ben nasıl burada olurum?

Kimin verdiği yetkiyle, bu yolculuğu yapabilirim?

Aeneas değilim; Paul de değilim! Benim değerim ne?

Eğer bu yolculuğa çıkmaya cüret edersem, haddimi aşmaktan korkarım.

Sen bilgesin, sana söyleyebildiklerimden, fazlasını anlarsın”

Vazgeçecek gibiydim;

Önce çok hevesliydim ama düşündükçe korkmuştum.

“Eğer doğru anladıysam, korktun sen” dedi bilge.

Korku, iyi şeyler yapmak isteyen onurlu insanların karşısına engeller çıkarır,

yapacakları işlere mani olur.

Işığın yetersiz olduğu yerde, yaratıklar gölgeden korkar olur.

Korkunu geçirmek için, ne bildiğimi söyleyeyim sana;

Niye geldiğimi, ne öğrendiğimi, ben Limbo’ da kalan ruhlar arasındaydım.

Bir hanım geldi, benden rica etti,

Parıl parıl parıldıyordu, ruhu kutsanmıştı, ne emrettiğini sordum.

Gözleri yıldızlardan daha çok ışıldadı, kendi dilinde, yumuşaklıkla konuştu.

O melek sesiyle; “Ey kibar Mantua’ lı, şiiri hala dünyada bilinen ve

Dünya durdukça hatırlanacak olan Şair;

Benim arkadaşım-Kadersiz olan arkadaşım-ıssız kıyılara düştü;

Çaresizlik içinde korkup, doğru yoldan ayrıldı. Geldim ama korkarım geciktim.

Hemen ona koş, bilgeliğinle, merhametinle,

O’nun iyiliği için ruhunun kurtuluşu için ne gerekiyorsa, onunla koş.

O’na yardım et; benim içimi ferahlat!

Seni O’na yollayan benim, Beatrice

Kutsanmış yüksek tepelerden geldim, bir an önce geri dönmeyi istediğim.

Aşk getirdi beni buraya, aşk konuşturuyor böyle.

Geri döndüğümde, Efendimizin huzurunda, seni öveceğim, dedi ve konuşmasına ara verdi.

“Değerli Hanımefendi, senin iyiliğinle insanlık yücelir.

Emrin başım üstüne,

Ne istediğini anladım, hemen yerine getireceğim.

Ne kadar acele etsek de geç kalmış sayılırız bu konuda.

Ama söyle bana, nasıl oldu da o geniş göklerden buraya inebildin,

Bu çukura geldin?”

 

“Bu sorduğun soru, işin özüne iner;

Ben Cehennemin dibine, korkusuzca geldim,

Korkunun kendisidir, zarar verme kapasitesine sahip olan,

Cehennemin kendisinden bile daha korkutucu olan...

 

Ben, Tanrı’ nın merhametinden yaratılmışım;

Herşeyi gören Tanrının Merhametinden;

Buradaki ıstırap, bana dokunmaz; Cehennem ateşi beni yakmaz.

Cennet’ te, Meryem Ana, O’nun için endişe etmekte,

İzin Meryem Ana’nın şefaatiyle çıkmıştır;

Lucia’ ya ‘sana sadık olan çok zor durumda, yardım et’ demiş,

Işığın ruhu Lucia- o ışık ki bütün kötülüklerin düşmanıdır –hemen kalkıp, yanıma geldi.

Ben, Raşel ile birlikte oturmaktaydım. ‘Tanrıyı her zaman öven Beatrice,

Seni her zaman sevene niye yardım etmiyorsun? O buraya senin için geldi.

Çığlıklarını duymuyor musun?

O ırmağın yanında ölüm kalım mücadelesi veriyor.

O ırmak ki; onu azgınlıkta hiçbir deniz geçemez.’ dedi

Lucia konuşunca, kalbim ikiye bölündü

Cennet’ teki tahtımı bırakıp, senin yanına koştum hemen.

Bunları söyleyince, gözlerinin yaşını saklamak için başını çevirdi.

O gözyaşının parıltısı, beni daha da çabuk davranmaya sevk etti.

Hemen gelip, seni o canavarlardan kurtardım.

Şimdi söyle bana neyi dert edinirsin? Niye yavaşladın?

Gökte sana yardım etmek isteyen üç Kutsanmış Hanım varken, tereddüt etmene gerek yok,

Onlar yukarıdan seni izliyorlar.

Ben de sana, bu yoldan geçmekle, iyiliğe ulaşacağını söylüyorum.

Bu iyilik sana bahşedilmiştir.”

 

 

Gece üşüyüp, büzüşen, sonra sabah güneşiyle ısınıp, açan çiçekler gibi

Bu sözlerle ben de canlandım.

Cesaret geldi; yeniden doğmuş gibiydim.

Merhameti sonsuz olan Hanıma şükürler olsun,

Senden de Allah razı olsun, zarif ruhun bu zahmete girdi.

Hanımın sözü üzerine, anında yetiştin yardımıma, beni yüreklendirdin.

Benim Rehberim, Efendim, Ustam;

Şimdi yol göster, birlikte gidelim.

Tekrar yola düzüldük, kayalık tehlikeli yollara...


İnferno Kanto 3

Cehennemin Kapısı

Tarafsızlar, Uzaktan seyredenler, Sorumluluk Almayanlar.

 


Rodin Gates of Hell- Cehennemin Kapısı






Bu kapıdan Azap şehrine girilir,

Bu kapıdan sonsuz acıya geçilir,

Bu kapıdan kaybolmuşların yoluna çıkılır,

Adalet bunu gerektirir. Beni inşa eden, İlahi Emirdir

En Yüce Hikmet, En Yüce Sevgi

Benden önce -sonsuza kadar yaşayacak olanlar dışında-

bir şey yaratılmamıştır.

Ey bu kapıdan giren kişi, Ümidi geride bırak!

 

 

Kapının üzerinde, siyah mermer üstüne bu sözler yazılıydı

“Bu çok zor Efendim” dedim

Hemen halimi anlayarak; “Endişeyi bırak, korkaklığı da,

Dertliler ülkesine geldik, daha evvel söylediğim gibi, akıldan ayrılanların yanına” diyerek, gülümsedi. Elini, elimin üzerine koydu, teselli etti, içimi rahatlattı.

Sonra bana saklı dünyayı gösterdi:

Yıldızsız gökyüzüne çığlıklar, yalvarmalar, ağlamalar yükseliyordu; acı haykırışları işitince ağlamaya başladım.

Bozuk konuşmalar, her dilden yankılanıyordu.

Korkunç sesler, ıstırap dolu kelimeler, öfke;

Yüksek sesler, sessiz iniltiler, patlayan şamar sesleri,

Hepsi birleşmiş uğulduyor,

Simsiyah atmosferde bir kum fırtınası, girdap olmuş dönüyordu.

Korku içinde; “Bu sesler ne?” dedim “Eza çekenler kim?”

“Bu zavallıların çarpık yoludur.

Öyle bir hayat yaşadılar ki ne kendilerine bir suçlama ne de bir övgü geldi.

Şimdi kendileri gibi olan meleklerle beraberler.

O meleklerin bir kısmı ne şeytanın peşinden gitti ne de Tanrı’ ya sadık kaldı;

öylece durdular, hareketsiz; kendi başlarına.

Ne Cennet alır bunları ne de Cehennem!” dedi.

“Bunlar nasıl bir darbe alıyorlar ki, bu kadar bağırıyorlar?”

Hiç ölmeyecek gibi kör bir hayat yaşadılar, şimdi o hayatı değişmek isterler.

İsimleri hiçbir yerde geçmeyecek. Dünyada onları hatırlayan olmayacak.

Bu insanları gördün yeteri kadar, şimdi yolumuza devam edelim”

Bir bayrak geçti hızla ve pek çok kişi o bayrağı takip etti. Nefes almaya vakitleri yoktu.

 

Böylelerinden, dünyada bu kadar çok olduğunu bilmiyordum.

İçlerinde bazılarını tanıdım. Birisi, reddetmişti görevi korkudan. (Papa Celestine 5)

Hemen anladım, buradakilerin kimler olduğunu.

Hem Tanrı’ yı, hem de Tanrı düşmanlarını kızdırdılar.

Bunlar aslında hiç yaşamamış sayılır.

Çıplaktılar ve devamlı arılar, sinekler, böcekler tarafından sokuluyorlardı.

Yüzleri kan ve gözyaşı içindeydi.

Akan gözyaşı ve kanı solucanlar böcekler yalıyordu.

Sonra biraz ilerde, geniş bir ırmak kıyısında toplanmış kalabalığı gördüm.

Hemen sordum:

“Bunlar kim ve niye büyük bir istekle karşı kıyıya geçmeyi bekliyorlar?”

Biraz dinleneceğiz Acheron ırmağı kıyısında

O zaman anlayacaksın ne olup bittiğini.”

Gözlerimi yere indirdim, biraz utanmıştım, ırmak kıyısına varana kadar, başka bir şey sormadım.

 Onu rahatsız etmek istemiyordum.

Saçı sakalı ağarmış yaşlı bir adam,

Yazıklar olsun size” dedi

Bundan böyle gökyüzünü görmeyi unutun.

Sizi karşıya geçireceğim, sonsuz karanlığa, Acı, buz ve ateşe.

Sen kimsin öyle, yaşayan adam? Bunların yanından ayrıl.

 Buradakilerin hepsi ölüdür”

Baktı ki; ben hareket etmiyorum,

“Bu yoldan değil, başka yoldan gideceksin kıyıya varmak için,

“Daha hafif bir tekne lazım sana.” dedi.

Charon mesele çıkarma; Bütün isteklerin emir sayıldığı yerden emredildi.

Tartışacak bir şey yok.” dedi Virgil.

Çamurlu ırmağın kaptanından başka ses çıkmadı.

Gözlerinin etrafında ateş halkaları vardı.

Ama etraftaki çıplak ruhlar titremekteydi.

Renkleri değişiyor, dişleri takırdıyordu.

Charon’ un konuşmasını duyunca, hem Tanrıya,

hem de anne babalarına lanet okudular.

Bütün insanlığa, doğdukları yere, tohumlarına,

Dünyaya gelmelerine neden olan olaya, kendi doğumlarına lanet okudular.

Kalabalığın içinde birbirlerine sokuldular.

O kötü ırmağın yanında yüksek sesle ağladılar.

O ırmak, Acheron, Allah korkusu olmayanları beklemekteydi.

Zebani Charon, gözleri kor gibi parıldayarak çağırdı onları; “Toplanın” dedi.

Oyalananların üzerine küreğini indirdi.

Ağaçtan dökülen yapraklar gibi döküldüler hemen.

Adem’ in kötü tohumları, teker, teker ırmağa doğru gitti.

Charon’ un başıyla işaret etmesi üzerine, hepsi itaat etti.

Onlar daha karşı kıyıya varmadan, bu tarafta bir gurup daha toplaştı.

“Oğlum, Allah’ın gazabı altında ölenler,

Buraya her memleketten, her iklimden gelmişlerdir.

Öbür tarafa geçmeyi kendileri isterler.

Çünkü, Adalet bunu gerektirir. Korkuları isteğe dönüşür.

Hiçbir ‘iyi ruh’ buradan geçmez.

Charon’ un ne demek istediğini anlamışsındır şimdi.”

Bunu söyler söylemez, karşı kıyı bir depremle sarsıldı;

Şimdi bunları hatırlarken, yine ter içinde kaldım.

Gök gürlemesi, fırtına, yer yarılıp içinden kırmızı lavanın fışkırması...

Korkudan yığılıp, kalmışım.


İnferno Kanto 4

Aristo


Limb0

Felsefe Evi

Gök gürlemesiyle uyandım, kendime geldim;

Kalktım, nerede olduğumu anlamak için, meraklı gözlerle sağıma, soluma baktım,

Çukurun kenarındaydım;

Uçurumdan aşağıya, hiç dinmeyecek acılar diyarına bakıyordum.

Öyle derin, öyle karanlık ve öyle sisliydi ki;

Ne kadar görmeye çalışsam da, bir şey anlamadım.

“Kör karanlık” dedi Şair, onun da beti benzi soluktu.

 “Önce ben ineceğim, sen takip et”

Onun yüzünün halini gördükten sonra;

Senin yüzün solgunlaşmışsa, ben nasıl inebilirim?

 Her zaman sen benim korkumu giderirdin,” dedim.

“Korkudan değil bu halim, üzüntüden,

O acılar içindekileri düşünmek, yüzümü soldurdu,

 Şimdi devam edelim, yolumuz uzun” dedi

Yola koyulduk. Çukurun kenarındaki ilk halkadaydık,

Burada haykırış yoktu, yalnız iç çekişler vardı.

Havada titriyordu bu iç çekişler. Acı çekmiyorlardı, yalnızca üzgündüler.

Çocuk kadın ve erkekler.

Kim olduğunu sormuyorsun buradakilerin.

İlerlemeden önce bilmelisin ki; bunlar günahkâr değildir.

Her ne kadar değerli kimselerse de, yine Cennet’ e gidememişler; çünkü vaftiz edilmemişler.

Senin inancında vaftiz olmak şarttır.

Bunlar Hristiyanlıktan önce yaşadılar.

Sizin gibi iman etmediler. Ben de onlardan biriyim.

Günahsızız ama yine de buradayız.

Kaybolmuş ve cezalandırılmışların yanında, ama ayrı...

Umutsuzca ve arzulayarak.”

Onun üzüntüsü kalbimi daralttı.

Aralarından bazılarını tanıdım;

Kıymetli kişileri gördüm Limbo’ da. Ne yazık ki orada kalmışlardı.

Değerli Üstadım, hiç buradan kurtulan oldu mu şimdiye kadar?” diye sordum.

“Yeni gelmiştim ki buraya, kudretli Efendinin, (Hazreti İsa’nın) geldiğini gördüm.

Başında zafer tacı, babamız Adem’i buradan aldı götürdü

Habil’ le Nuh’ u da. Kanunları yapan Musa’ yı,

İbrahim, Davut ve Israil’i,

Çocukları ve babalarıyla beraber. Raşel da oradaydı.

Ve diğerleri, buradan aldı onları, Cennet’ e çıkardı,

Bilirsin, bu olaydan önce, hiçbir ruh yukarı çıkarılmamıştı.”

Bunları anlatırken durmadık. Yolumuza devam ettik.

Ruhların arasından geçiyorduk, bir orman kadar kalabalıktılar.

Uzaktan ateşi gördük.

O ışığın çevresinde birkaç tanıdık yüz vardı. Onurlu insanlar.

“Bilgiyi ve sanatı onurlandıran Üstat,

Buradaki özel olarak onurlandırılmış, diğerlerinden ayrı tutulmuş kişiler kim? Diye sordum.

“Bu kişilerin adı hala dünyada anılır, yaptıkları işler yukarıdan takdir görür,

Öyle oldukça, burada ki değerleri artar.”

O sırada birisi: “Meşhur şairi onurlandırın;

Kendisi aramızdan ayrılmıştı şimdi döndü” dedi.

Bir sessizlik oldu, yanımıza dört kişi yaklaştı ne çok mutlu ne de üzgün görünüyorlardı.

Virgil onları görünce, “elinde kılıç olana iyi bak” dedi.

Yanında diğer üç büyük vardı,

Şairlerin kralı Homer birinci, Hiciv yazarı Horace ikinci,

Ovid üçüncü ve Lucan dördüncü idi. Beni onurlandırdılar.

 

 Epik tarzının Efendisinin (Homer’in) etrafında toplandılar

O kartal gibi, hepsinin üzerinde yükseliyordu.

Biraz konuştuktan sonra, bana dönüp selamladılar.

 

Üstadım gülümsedi, mutlu olmuştu.

Beni aralarına davet ettiklerinde, çok onurlandım; en büyükler arasında altıncıydım.

Işığa doğru yürüdük,

Konuştuklarımız konusunda, sessizliğimi korumalıyım.

Sadece onlarla beraber olduğumu söylemem yeterli.

Asil bir kalenin dibine geldik.

Yedi kat duvarla çerçevelenmişti kale;

Etrafından ırmak dolaşıyor, hendek vazifesi görüyordu.

Irmağın üzerinden, sanki karadan yürürcesine geçti.

Yedi kapıdan geçtik bu bilgelerle, yemyeşil bir çayıra vardık.

Ağırbaşlı insanları gördük orada, hüzünlüydüler.

Otorite sahibiydiler. Az konuşuyorlardı, kibar ve alçak sesle;

Tepeye tırmandık.

Çıktığımız yer tamamen ışıktı;

Oradan herkesi görebiliyorduk.

O yeşilliğin içinde, büyük ruhlar bana göründü; hatırladıkça mutlu oluyorum.

Electra tohumuyla beraber; (Truva’nın kurucusu Dardanos’ un annesi)

Hector ve Aeneas (Roma’ nın kurucusu)

Sezar, asker zırhı ve şahin gözleriyle;

Camilla, Penthesilea;

 

Latin Kralı, diğer tarafta kızı Lavinia ile beraber (Aeneas in eşi)

Tarquine’ i kovan Brutus; Lucrezia ve Julia (Sezar’ın kızı, Pompey’ in eşi)

Marcia (Cato’nun eşi) ve Cornelia;

 

Selahaddin, yalnız başına... (Selahaddin Eyyubi)

Gözlerimi yukarı kaldırıp, bilenlerin hocasını aradım (Aristo)

Felsefe ailesiyle birlikte oturuyordu.

Hepsi O ’na bakıyor, saygı gösteriyorlardı.

Sokrat ve Plato, en yakınında olanlardı.

Democritus, Empedocles ve Zeno; Heraclitus, Thales, Anaxagoras;

Bilim adamları,

Dioscorides, Linus, Orphedu;

Tully, Seneca; Euclyd...

Avicenna (İbn-i Sina);

Büyük Şarih, Avereoes (İbn-i Rüşt)

Hepsini sayamam...

 

Bu uzun şiirde, hep yazılması gerekenden, daha azını yazıyorum.

Altı kişilik gurubumuz dağıldı.

Üstadımla birlikte bir başka yola çıktık;

Huzurdan, Karışıklığa,

Işıktan Karanlığa,

Cehennemin uğultusuna ve titreyen havasına...

İnferno 5

Francesca ve Paolo

Kanto 5

Aşk

Francesca ve Paolo

Böylece, ikinci halkaya indim.

Burada giderek, daha fazla hüzün, ağlama, inleme sesleri vardı.

Koca Minos, dişlerini gıcırdatarak, kapıda bekliyor; gelenlerin günahlarını itiraf etmelerini istiyordu.

İtirafları dinledikten sonra, günahkarları yargılıyor,

Cehennemin hangi kısmına gönderileceklerine karar veriyordu.

 

Kaçıncı bölgeye gönderildiklerini anlamak için, günahkârlar, Canavar’ın kuyruğuna bakıyorlardı.

Kuyruğu kaç kere kendi etrafında dolarsa, o sayıya göre gidecekleri yeri anlıyorlardı.

Önünde daima, toplanmış bir kalabalık vardı,

Herkes Minos’ a itirafta bulunmak için sırasını bekliyordu.

 

Minos beni görünce bu olağanüstü vazifesini bıraktı ve

“Hey Sen! Bu azap ülkesine gelen!

Kapının genişliğine bakma, Nasıl girdiğine dikkat et, kimseye güvenme

 

Virgil “Neye itiraz ediyorsun? Onun giriş izni var mâni olma,

 yukarıdan -emri yerine getirilen kişiden- izin almış, daha fazla soru sorma bize” dedi

 

Şimdi artık iyice moralim bozulmaya başladı.

Burada bütün ışıklar karartılmıştı.

Önümüzde sanki karanlık bir deniz vardı,

Ve denizin üzerinde bitmez tükenmez bir fırtına.

Karşıt rüzgarlar, hortumlar buna maruz kalan ruhları yerden yere, savuruyordu.

Yukarı doğru atıldıklarında, kayalara çarptıklarında, bu zavallılar, felaket rüzgarlarına söyleniyorlardı.

 

Buraya düşenler şehvet tutkularının kurbanı olmuşlardı.

Akılla değil, duyguyla karar vermişlerdi. Rüzgarlar, onları, bir yukarı, bir aşağı, bir sağa, bir sola;

yerden yere savuruyordu.

Bir anlık sükûnete, muhtaçtılar.

 

Biraz sakinliğe kavuşmak, acıyı biraz daha az hissetmek istiyorlardı ama hiç ümitleri yoktu.

 

“Bu karanlıkta bu acıyı çekenler kimler üstadım?” dedim.

 

“İlk gelen Semiramis’ tir.

Bir zamanlar pek çok millete hükmeden bir imparatoriçeydi.

Meydana gelen skandalı örtmek için istediği gibi kanunlar çıkarttı.

Ninus’ un eşiydi, sonra varisi oldu.

Onun hükmettiği topraklara artık Sultan hükmediyor!

 

Arkadan Cleopatra geliyor;

Sonra Truvalı Helen; onun yüzünden senelerce ıstırap yaşandı,

Biliyorsun Achille’in hikayesini,

En son savaşta aşkı buldu.”

 

Virgil, aşk- meşk meseleleri yüzünden, buraya düşmüş olan daha yüzlerce ruhu gösterdi.

Bunların halini görünce içim acıdı. Yine yolunu kaybetmiş bir adam gibi oldum!

 

“Söyle bana Şair, acaba ben şu ilerde hafif bir rüzgarla,

buraya doğru savrulan ikiliyle konuşabilir miyim?”

 

“Onlar buraya gelene kadar bekle, sonra onlara sevgiyle hitap et.

Onlar aşka gitmişlerdi, Aşk’ı duyunca gelirler.”

 

Yanımıza yaklaşınca onlara seslendim hemen;

Bu ıstırapla hırpalanmış olan ruhlar, eğer yasak değilse, benimle konuşur musunuz?”

 

Dido’ nun yanından ayrılarak, yuvalarına kavuşmak isteyen güvercinler gibi

O kötü rüzgarla mücadele ederek yanıma geldiler.

Benim içten seslenişim onlara böyle bir etki yaptı.

 

“Yaşayan adam, kibar ve iyi niyetli,

Bizi bu karanlıkta ziyarete geldin,

Bizim vücudumuz, dünyayı kanla lekelemişti,

 

Alemlerin yöneticisine –eğer kabul ederse- yakaralım, sana iyilik, sağlık, huzur versin.

Çünkü, sen bizim halimize acıdın.

Şimdi rüzgâr durmuşken ne istersen söyle, seninle konuşmak bizi mutlu eder.

Po ırmağının denize döküldüğü, huzura kavuştuğu yerdeydik;

Aşk onun kalbini sardı; Benim... benden alınan güzel vücudum yüzünden.

O felaket beni hala yaralamakta.

 

Aşk, aşığı bırakmaz, maşuku bırakmaz.

Beni öyle bir eline aldı ki; gördüğün gibi hala bırakmadı.

O aşk ki; bizi ölüme götürdü...

Bizim hayatımızı elinden alanı, Gianciotto’yu, Caina bekliyor.”

 

 

Onların sözleri bize ulaşınca, başımı önüme eğdim.

Şair sordu: “Ne düşünürsün?”

 

“Of, of kim bilir ne hülyalar, ne güzel düşünceler onları bu hale getirdi.

Ne özlemler, ne sevdalar yaşadılar.” dedim. Sonra tekrar bu çifte döndüm:

“Francesca, anlattıkların beni hüzne gark etti; ağlattı.

Nasıl başladı bütün bunlar, söyle bana.”

 

En acısı, mutsuz zamanlarda geriye dönüp bakmak ve mutlu zamanları hatırlamaktır.

Bunu üstadın iyi bilir. Aşkımızın nasıl başladığını bilmek istiyorsan,

 anlatayım; hem ağlayayım, hem de anlatayım:

 

Bir gün birlikte zaman geçirmek için, Lancelot’ un şiirlerini,

O’nun nasıl aşka teslim olduğunu okuyorduk.

Yalnızdık ve hiçbir şeyden şüphelenmemiştik.

 

Okurken, hep gözlerimiz birbirini buluyordu,

Yüzlerimiz sararıyordu.

Sadece bir an bizi mağlup etti.

 

Kızın güzel gülüşünü öpen, hakiki sevdalıyı okuyunca, bu yanımdaki,

 -benden hiç ayrılmayacak olan, -bu yanımdaki;

Bütün vücudu titrerken, öptü beni dudaklarımdan.

 

Ya kitaba ve kitabı yazan şaire ne demeli?

O gün, artık kitabı bir daha okumadık.”

 

İki ruhtan biri bunları anlatırken, diğeri ağlıyordu.

Bende de onların acısından o kadar etkilendim ki; bayılmışım.  

Bir anda ölü gibi yere yığılıp, kalmışım...

 

Dante ve Virgil

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder