İlahi Komedya 3 bölüme ayrılır
İnferno- Cehennem
Purgatorio- Araf
Paradiso- Cennet
Bu blog yazısında İnferno'nun ilk 5 bölümüne yer vereceğim.
Kendi çevirim
Kanto 1
Kayboluş
Hayatımızın ortasına geldiğimde, kendimi
gölgeli bir ormanda buldum.
Çünkü doğru yolu terk etmiştim;
Şimdi anlatması bile zor,
Balta girmemiş vahşi, zor ormanı hatırlamak,
korkutuyor beni.
Öyle acı ki; ölümden beter...
Ama orada bulduğum iyiliği anlatmam için, önce başka şeyleri anlatmalıyım.
Ormana nasıl girdiğimi, tam olarak söyleyemem.
Doğru yoldan ayrıldığımda, öyle uykuluydum ki...
Bana çok korku veren vadinin dibine indiğimde,
birden karşıma çıkıverdi,
Yüreğime indi, yukarı baktığımda, omuzlarının
İnsanı bütün yollarda, doğruya götüren Güneşin ışığıyla parıldadığını gördüm.
Biraz rahatladım;
Geceyi korku içinde geçiren kalbim,
şu anda karşımda bulunan bu yeni tehlikeye tepki veriyordu
Denizde boğulmaktan yeni kurtulup da, kıyıya
vardığında dönüp, nefes nefese,
gerideki tehlikeli dalgalara bakan biri gibi,
Ruhum da hala kaçak, dönüp baktı,
Arkadan hiç kimseyi sağ bırakmayan geçite...
Yorgun vücudumu dinlenmeye bıraktıktan sonra,
tekrar ıssız yokuşu, tırmanmaya davrandım.
Yere sağlam basan ayağım, hep geride
kalandı.
Tam tepenin başladığı yerde, işte orada bir leopar, çevik yırtıcı,
sırtı desenli.
Gitmedi kaybolmadı, öylece durdu
orada.
Yolumu kesmişti.
Döndüm geri
çaresiz.
Şafak söküyordu, Güneş kendisine eşlik eden, diğer
yıldızların arasından doğuyordu.
Bu saat, bu güzel mevsim, tam bana umut
veriyordu ki; Aslanı
gördüm.
Umut, korkuya mani olamadı. Başı yukarıda, karnı aç,
Etrafındaki hava bile titriyor. Bana doğru gelecek.
Sonra bir dişi kurt göründü;
zayıf ve
aç; bütün açlıkları yanında taşıyor.
Çok canlar yakmış bugüne kadar…
Onu görünce, artık bu dağı
tırmanmanın imkansız olduğunu anladım.
Beni gerisin geri,
gölgeye itti.
Daha aşağılara indikçe birden gözümün önünde
biri belirdi:
Belli uzun süredir sessizdi,
solgun
görünüyordu.
Onu uçsuz bucaksız doğanın içinde görünce,
Miserere di me
“Merhamet et,
adam mısın ruh musun, herneysen“ dedim.
“Yaşayan bir insan değilim, bir zamanlar
öyleydim;
Anam babam Lombardiya’ dan geldi. Ikisinin de memleketi Mantua’dır.
Sezar
zamanında doğdum; İyi Augustus zamanında Roma‘da yaşadım,
Mevsim, yalan Tanrılar zamanıydı.
Şairdim,
Anchises'in oğlunu anlattım.
İlyum’ un gururu ateşe
verilince, Truva'dan geleni…
Ama niye perişanlığa dönmek istersin?
Bu tatlı dağa, her türlü neşe ve sevincin
kaynağına tırmanmak varken?”
„Sen Virgil ‘sin öyleyse,
güzel sözlerin menbaı“ dedim utanarak;
„Şairlerin ışığı onuru; Uzun çalışmalarım, derin sevgim,
bana şimdi
hizmet etsin,
Sen benim ustam, şairimsin, Benim kalemim, soylu stilini senden almıştır,
Beni öyle tanırlar,“ dedim ve sordum,
"Beni kenara atan canavarı gördün mü? Bilge adam bana yardım et!
Onun korkusu kanımı titretti.“
"Başka yoldan gitmelisin“ dedi gözyaşlarımı görünce; "O canavar seni bırakmaz,
Ne yapar eder, mâni olur yoluna
Kötülüğü öyle fazladır ki; aç gözünü doyuramazsın onun hiçbir
zaman.
Karnını doyurdukça, yeniden acıkır; Herkesle çiftleşir, "daha"
der.
Ta ki; köpek gelip parçalayıp, onu öldürünceye kadar,
Köpeğin istediği, bilgelik ve sevgidir; diğerleri gibi midesini düşünmez.
İtalya' yı eski haline getirecek. Canavarı, bütün şehirlerinden kovacak;
Sonunda alıp, Cehenneme tıkacak; İlk cezasını çekeceği günah,
kıskançlık olacak.
Sen en iyisi beni takip et! Buradan geçirir, ebedi yere götürürüm seni.
Giderken, ümitsizlik çığlıkları duyacaksın, Eski
ruhları acı çekerken göreceksin,
Her biri ikinci ölümü bekler,
Sonra alevlerin içinde, halinden memnun olanları göreceksin
Çünkü onlar, iyilere kavuşacakları zamanı beklemekte olacaklar.
Eğer dediğim yere kadar ulaşabilirsen, benden daha kıymetli biri, sana rehberlik edecek,
Seni ona emanet edip gideceğim.
Çünkü göklerin hükümdarı beni almaz, kendi şehrine.
O’nun kanununa uymadım vaktinde,
Her yerin hakimidir ama oradan hükmeder, Orasıdır
O’nun yurdu, başkenti
Ne mutlu, Tanrı’nın izniyle o şehre girebilene”
„Şair Allah rızası için sana yalvarırım,
Beni bu Cehnennemden
ve sonraki daha
korkunç olanlardan kurtar.
Dediğin yere götür; Aziz Peter‘ in kapısını göreyim;
Acılar içindekileri de göreyim“
O yola düzüldü, ben takip ettim
İnferno Kanto 2
İniş
Akşam karanlığı çöküyordu,
Dünyadaki yaratıklar, günün
yorgunluğundan sonra dinlenmeye çekilirken;
Ben bir başıma, burada zorlu bir
yolculuğa hazırlanıyordum.
Yanılmaz hafıza bunu yazacaktır.
Ey ilham perileri; Ey yüksek
akıl, bana yardım edin.
Gözümüzle gördüğümüzün yazıcısı
hafıza, burada asaletin görülecektir.
Sonra konuşmaya başladım; “Şair, sen benim rehberimsin;
Bu zorlu yola çıkmadan, bu yolculuk için bana güvenmeden
evvel bana iyice bak;
Söyle gerçekten ben bu işe değer miyim?
Sen, Silvius’un babasının (Aeneas) nasıl daha yaşarken,
öteki dünyaya geçtiğini;
Ölümsüzlüğü gördüğünü yazmıştın.
Eğer, tüm kötülüklerin karşıtı olan, O’ na bu yolculuk
için izin verdiyse;
Kim olduğundan ve neler yapacağından dolayı, bu
anlaşılabilir.
Çünkü Aeneas, yükseklerde Roma’ yı kurmak,
İmparatorluğun da, şehrin de babası olmak için
seçilmiştir.
O şehir ki; Papalık tahtının yeri olmuştur.
O yolculukta, Roma şehrinin geleceğini görmüştür,
Bir diğer seçilmiş kişi olan Aziz Paul da bu yoldan
geçmiştir.
Iman’ı kuvvetlendirmiş, kurtuluş yolculuğunu
başlatmıştır.
Ama ben nasıl burada olurum?
Kimin verdiği yetkiyle, bu yolculuğu yapabilirim?
Aeneas değilim; Paul de değilim! Benim değerim ne?
Eğer bu yolculuğa çıkmaya cüret edersem, haddimi aşmaktan
korkarım.
Sen bilgesin, sana söyleyebildiklerimden, fazlasını
anlarsın”
Vazgeçecek gibiydim;
Önce çok hevesliydim ama düşündükçe korkmuştum.
“Eğer doğru anladıysam, korktun sen” dedi bilge.
Korku, iyi şeyler yapmak isteyen onurlu insanların
karşısına engeller çıkarır,
yapacakları işlere mani olur.
Işığın yetersiz olduğu yerde, yaratıklar gölgeden korkar
olur.
Korkunu geçirmek için, ne bildiğimi söyleyeyim sana;
Niye geldiğimi, ne öğrendiğimi, ben Limbo’ da kalan
ruhlar arasındaydım.
Bir hanım geldi, benden rica etti,
Parıl parıl parıldıyordu, ruhu kutsanmıştı, ne
emrettiğini sordum.
Gözleri yıldızlardan daha çok ışıldadı, kendi dilinde,
yumuşaklıkla konuştu.
O melek sesiyle; “Ey kibar Mantua’ lı, şiiri hala dünyada
bilinen ve
Dünya durdukça hatırlanacak olan Şair;
Benim arkadaşım-Kadersiz olan arkadaşım-ıssız kıyılara
düştü;
Çaresizlik içinde korkup, doğru yoldan ayrıldı. Geldim
ama korkarım geciktim.
Hemen ona koş, bilgeliğinle, merhametinle,
O’nun iyiliği için ruhunun kurtuluşu için ne gerekiyorsa,
onunla koş.
O’na yardım et; benim içimi ferahlat!
Seni O’na yollayan benim, Beatrice
Kutsanmış yüksek tepelerden geldim, bir an önce geri
dönmeyi istediğim.
Aşk getirdi beni buraya, aşk konuşturuyor böyle.
Geri döndüğümde, Efendimizin huzurunda, seni öveceğim,
dedi ve konuşmasına ara verdi.
“Değerli Hanımefendi, senin iyiliğinle insanlık yücelir.
Emrin başım üstüne,
Ne istediğini anladım, hemen yerine getireceğim.
Ne kadar acele etsek de geç kalmış sayılırız bu konuda.
Ama söyle bana, nasıl oldu da o geniş göklerden buraya
inebildin,
Bu çukura geldin?”
“Bu sorduğun soru, işin özüne iner;
Ben Cehennemin dibine, korkusuzca geldim,
Korkunun kendisidir, zarar verme kapasitesine sahip olan,
Cehennemin kendisinden bile daha korkutucu olan...
Ben, Tanrı’ nın merhametinden yaratılmışım;
Herşeyi gören Tanrının Merhametinden;
Buradaki ıstırap, bana dokunmaz; Cehennem ateşi beni
yakmaz.
Cennet’ te, Meryem Ana, O’nun için endişe etmekte,
İzin Meryem Ana’nın şefaatiyle çıkmıştır;
Lucia’ ya ‘sana sadık olan çok zor durumda, yardım et’
demiş,
Işığın ruhu Lucia- o ışık ki bütün
kötülüklerin düşmanıdır –hemen kalkıp, yanıma geldi.
Ben, Raşel ile birlikte oturmaktaydım. ‘Tanrıyı her zaman
öven Beatrice,
Seni her zaman sevene niye yardım etmiyorsun? O buraya
senin için geldi.
Çığlıklarını duymuyor musun?
O ırmağın yanında ölüm kalım mücadelesi veriyor.
O ırmak ki; onu azgınlıkta hiçbir deniz geçemez.’ dedi
Lucia konuşunca, kalbim ikiye bölündü
Cennet’ teki tahtımı bırakıp, senin yanına koştum hemen.
Bunları söyleyince, gözlerinin yaşını saklamak için
başını çevirdi.
O gözyaşının parıltısı, beni daha da çabuk davranmaya
sevk etti.
Hemen gelip, seni o canavarlardan kurtardım.
Şimdi söyle bana neyi dert edinirsin? Niye yavaşladın?
Gökte sana yardım etmek isteyen üç Kutsanmış Hanım
varken, tereddüt etmene gerek yok,
Onlar yukarıdan seni izliyorlar.
Ben de sana, bu yoldan geçmekle, iyiliğe ulaşacağını
söylüyorum.
Bu iyilik sana bahşedilmiştir.”
Gece üşüyüp, büzüşen, sonra sabah güneşiyle ısınıp, açan
çiçekler gibi
Bu sözlerle ben de canlandım.
Cesaret geldi; yeniden doğmuş gibiydim.
Merhameti sonsuz olan Hanıma şükürler olsun,
Senden de Allah razı olsun, zarif ruhun bu zahmete girdi.
Hanımın sözü üzerine, anında yetiştin yardımıma, beni
yüreklendirdin.
Benim Rehberim, Efendim, Ustam;
Şimdi yol göster, birlikte gidelim.
Tekrar yola düzüldük, kayalık
tehlikeli yollara...
İnferno Kanto 3
Cehennemin Kapısı
Tarafsızlar, Uzaktan
seyredenler, Sorumluluk Almayanlar.
Bu kapıdan Azap şehrine girilir,
Bu kapıdan sonsuz acıya geçilir,
Bu kapıdan kaybolmuşların yoluna çıkılır,
Adalet bunu gerektirir. Beni inşa eden, İlahi Emirdir
En Yüce Hikmet, En Yüce Sevgi
Benden önce -sonsuza kadar yaşayacak olanlar dışında-
bir şey yaratılmamıştır.
Ey bu kapıdan giren kişi, Ümidi geride bırak!
Kapının üzerinde, siyah mermer
üstüne bu sözler yazılıydı
“Bu çok zor Efendim” dedim
Hemen halimi anlayarak;
“Endişeyi bırak, korkaklığı da,
Dertliler ülkesine geldik, daha
evvel söylediğim gibi, akıldan ayrılanların yanına” diyerek, gülümsedi. Elini,
elimin üzerine koydu, teselli etti, içimi rahatlattı.
Sonra bana saklı dünyayı
gösterdi:
Yıldızsız gökyüzüne çığlıklar,
yalvarmalar, ağlamalar yükseliyordu; acı haykırışları işitince ağlamaya
başladım.
Bozuk konuşmalar, her dilden
yankılanıyordu.
Korkunç sesler, ıstırap dolu
kelimeler, öfke;
Yüksek sesler, sessiz iniltiler,
patlayan şamar sesleri,
Hepsi birleşmiş uğulduyor,
Simsiyah atmosferde bir kum
fırtınası, girdap olmuş dönüyordu.
Korku içinde; “Bu sesler ne?”
dedim “Eza çekenler kim?”
“Bu zavallıların çarpık yoludur.
Öyle bir hayat yaşadılar ki ne kendilerine bir suçlama ne
de bir övgü geldi.
Şimdi kendileri gibi olan meleklerle beraberler.
O meleklerin bir kısmı ne şeytanın peşinden gitti ne de
Tanrı’ ya sadık kaldı;
öylece durdular, hareketsiz; kendi başlarına.
Ne Cennet alır bunları ne de Cehennem!” dedi.
“Bunlar nasıl bir darbe alıyorlar ki, bu kadar
bağırıyorlar?”
“Hiç ölmeyecek gibi kör bir hayat yaşadılar, şimdi o hayatı değişmek
isterler.
İsimleri hiçbir yerde geçmeyecek. Dünyada onları
hatırlayan olmayacak.
Bu insanları gördün yeteri kadar, şimdi yolumuza devam
edelim”
Bir bayrak geçti hızla ve pek
çok kişi o bayrağı takip etti. Nefes almaya vakitleri yoktu.
Böylelerinden, dünyada bu kadar
çok olduğunu bilmiyordum.
İçlerinde bazılarını tanıdım.
Birisi, reddetmişti görevi korkudan. (Papa Celestine 5)
Hemen anladım, buradakilerin
kimler olduğunu.
Hem Tanrı’ yı, hem de Tanrı
düşmanlarını kızdırdılar.
Bunlar aslında hiç yaşamamış
sayılır.
Çıplaktılar ve devamlı arılar,
sinekler, böcekler tarafından sokuluyorlardı.
Yüzleri kan ve gözyaşı
içindeydi.
Akan gözyaşı ve kanı solucanlar
böcekler yalıyordu.
Sonra biraz ilerde, geniş bir
ırmak kıyısında toplanmış kalabalığı gördüm.
Hemen sordum:
“Bunlar kim ve niye büyük bir
istekle karşı kıyıya geçmeyi bekliyorlar?”
“Biraz dinleneceğiz Acheron ırmağı kıyısında
O zaman anlayacaksın ne olup bittiğini.”
Gözlerimi yere indirdim, biraz
utanmıştım, ırmak kıyısına varana kadar, başka bir şey sormadım.
Onu rahatsız etmek istemiyordum.
Saçı sakalı ağarmış yaşlı bir
adam,
“Yazıklar olsun size” dedi
“Bundan böyle gökyüzünü görmeyi unutun.
Sizi karşıya geçireceğim, sonsuz karanlığa, Acı, buz ve
ateşe.
Sen kimsin öyle, yaşayan adam? Bunların yanından ayrıl.
Buradakilerin
hepsi ölüdür”
Baktı ki; ben hareket etmiyorum,
“Bu yoldan değil, başka yoldan gideceksin kıyıya varmak
için,
“Daha hafif bir tekne lazım sana.” dedi.
“Charon mesele çıkarma; Bütün isteklerin emir sayıldığı yerden
emredildi.
Tartışacak bir şey yok.” dedi Virgil.
Çamurlu ırmağın kaptanından
başka ses çıkmadı.
Gözlerinin etrafında ateş
halkaları vardı.
Ama etraftaki çıplak ruhlar
titremekteydi.
Renkleri değişiyor, dişleri
takırdıyordu.
Charon’ un konuşmasını duyunca,
hem Tanrıya,
hem de anne babalarına lanet
okudular.
Bütün insanlığa, doğdukları
yere, tohumlarına,
Dünyaya gelmelerine neden olan
olaya, kendi doğumlarına lanet okudular.
Kalabalığın içinde birbirlerine
sokuldular.
O kötü ırmağın yanında yüksek
sesle ağladılar.
O ırmak, Acheron, Allah korkusu
olmayanları beklemekteydi.
Zebani Charon, gözleri kor gibi
parıldayarak çağırdı onları; “Toplanın” dedi.
Oyalananların üzerine küreğini
indirdi.
Ağaçtan dökülen yapraklar gibi
döküldüler hemen.
Adem’ in kötü tohumları, teker,
teker ırmağa doğru gitti.
Charon’ un başıyla işaret etmesi
üzerine, hepsi itaat etti.
Onlar daha karşı kıyıya
varmadan, bu tarafta bir gurup daha toplaştı.
“Oğlum, Allah’ın gazabı altında ölenler,
Buraya her memleketten, her iklimden gelmişlerdir.
Öbür tarafa geçmeyi kendileri isterler.
Çünkü, Adalet bunu gerektirir. Korkuları isteğe dönüşür.
Hiçbir ‘iyi ruh’ buradan geçmez.
Charon’ un ne demek istediğini anlamışsındır şimdi.”
Bunu söyler söylemez, karşı kıyı
bir depremle sarsıldı;
Şimdi bunları hatırlarken, yine
ter içinde kaldım.
Gök gürlemesi, fırtına, yer yarılıp
içinden kırmızı lavanın fışkırması...
Korkudan yığılıp, kalmışım.
İnferno Kanto 4
Limb0
Felsefe Evi
Gök gürlemesiyle uyandım,
kendime geldim;
Kalktım, nerede olduğumu anlamak
için, meraklı gözlerle sağıma, soluma baktım,
Çukurun kenarındaydım;
Uçurumdan aşağıya, hiç
dinmeyecek acılar diyarına bakıyordum.
Öyle derin, öyle karanlık ve
öyle sisliydi ki;
Ne kadar görmeye çalışsam da,
bir şey anlamadım.
“Kör karanlık” dedi Şair, onun
da beti benzi soluktu.
“Önce ben ineceğim, sen takip et”
Onun yüzünün halini gördükten
sonra;
“Senin yüzün solgunlaşmışsa, ben nasıl inebilirim?
Her zaman sen
benim korkumu giderirdin,” dedim.
“Korkudan değil bu halim, üzüntüden,
O acılar içindekileri düşünmek, yüzümü soldurdu,
Şimdi devam
edelim, yolumuz uzun” dedi
Yola koyulduk. Çukurun
kenarındaki ilk halkadaydık,
Burada haykırış yoktu, yalnız iç
çekişler vardı.
Havada titriyordu bu iç
çekişler. Acı çekmiyorlardı, yalnızca üzgündüler.
Çocuk kadın ve erkekler.
“Kim olduğunu sormuyorsun buradakilerin.
İlerlemeden önce bilmelisin ki; bunlar günahkâr değildir.
Her ne kadar değerli kimselerse de, yine Cennet’ e
gidememişler; çünkü vaftiz edilmemişler.
Senin inancında vaftiz olmak şarttır.
Bunlar Hristiyanlıktan önce yaşadılar.
Sizin gibi iman etmediler. Ben de onlardan biriyim.
Günahsızız ama yine de buradayız.
Kaybolmuş ve cezalandırılmışların yanında, ama ayrı...
Umutsuzca ve arzulayarak.”
Onun üzüntüsü kalbimi daralttı.
Aralarından bazılarını tanıdım;
Kıymetli kişileri gördüm Limbo’
da. Ne yazık ki orada kalmışlardı.
“Değerli Üstadım, hiç buradan kurtulan oldu mu şimdiye kadar?” diye
sordum.
“Yeni gelmiştim ki buraya, kudretli Efendinin, (Hazreti İsa’nın)
geldiğini gördüm.
Başında zafer tacı, babamız Adem’i buradan aldı götürdü
Habil’ le Nuh’ u da. Kanunları yapan Musa’ yı,
İbrahim, Davut ve Israil’i,
Çocukları ve babalarıyla beraber. Raşel da oradaydı.
Ve diğerleri, buradan aldı
onları, Cennet’ e çıkardı,
Bilirsin, bu olaydan önce,
hiçbir ruh yukarı çıkarılmamıştı.”
Bunları anlatırken durmadık.
Yolumuza devam ettik.
Ruhların arasından geçiyorduk,
bir orman kadar kalabalıktılar.
Uzaktan ateşi gördük.
O ışığın çevresinde birkaç
tanıdık yüz vardı. Onurlu insanlar.
“Bilgiyi ve sanatı onurlandıran Üstat,
Buradaki özel olarak onurlandırılmış, diğerlerinden ayrı
tutulmuş kişiler kim? Diye sordum.
“Bu kişilerin adı hala dünyada anılır, yaptıkları işler
yukarıdan takdir görür,
Öyle oldukça, burada ki değerleri artar.”
O sırada birisi: “Meşhur şairi onurlandırın;
Kendisi aramızdan ayrılmıştı şimdi döndü” dedi.
Bir sessizlik oldu, yanımıza
dört kişi yaklaştı ne çok mutlu ne de üzgün görünüyorlardı.
Virgil onları görünce, “elinde kılıç olana iyi bak” dedi.
Yanında diğer üç büyük vardı,
Şairlerin kralı Homer birinci,
Hiciv yazarı Horace ikinci,
Ovid üçüncü ve Lucan dördüncü
idi. Beni onurlandırdılar.
Epik tarzının Efendisinin (Homer’in) etrafında
toplandılar
O kartal gibi, hepsinin üzerinde
yükseliyordu.
Biraz konuştuktan sonra, bana
dönüp selamladılar.
Üstadım gülümsedi, mutlu
olmuştu.
Beni aralarına davet
ettiklerinde, çok onurlandım; en büyükler arasında altıncıydım.
Işığa doğru yürüdük,
Konuştuklarımız konusunda,
sessizliğimi korumalıyım.
Sadece onlarla beraber olduğumu
söylemem yeterli.
Asil bir kalenin dibine geldik.
Yedi kat duvarla çerçevelenmişti
kale;
Etrafından ırmak dolaşıyor,
hendek vazifesi görüyordu.
Irmağın üzerinden, sanki karadan
yürürcesine geçti.
Yedi kapıdan geçtik bu
bilgelerle, yemyeşil bir çayıra vardık.
Ağırbaşlı insanları gördük
orada, hüzünlüydüler.
Otorite sahibiydiler. Az
konuşuyorlardı, kibar ve alçak sesle;
Tepeye tırmandık.
Çıktığımız yer tamamen ışıktı;
Oradan herkesi görebiliyorduk.
O yeşilliğin içinde, büyük
ruhlar bana göründü; hatırladıkça mutlu oluyorum.
Electra tohumuyla beraber;
(Truva’nın kurucusu Dardanos’ un annesi)
Hector ve Aeneas (Roma’ nın
kurucusu)
Sezar, asker zırhı ve şahin
gözleriyle;
Camilla, Penthesilea;
Latin Kralı, diğer tarafta kızı
Lavinia ile beraber (Aeneas in eşi)
Tarquine’ i kovan Brutus;
Lucrezia ve Julia (Sezar’ın kızı, Pompey’ in eşi)
Marcia (Cato’nun eşi) ve
Cornelia;
Selahaddin, yalnız başına...
(Selahaddin Eyyubi)
Gözlerimi yukarı kaldırıp,
bilenlerin hocasını aradım (Aristo)
Felsefe ailesiyle birlikte
oturuyordu.
Hepsi O ’na bakıyor, saygı
gösteriyorlardı.
Sokrat ve Plato, en yakınında
olanlardı.
Democritus, Empedocles ve Zeno;
Heraclitus, Thales, Anaxagoras;
Bilim adamları,
Dioscorides, Linus, Orphedu;
Tully, Seneca; Euclyd...
Avicenna (İbn-i Sina);
Büyük Şarih, Avereoes (İbn-i
Rüşt)
Hepsini sayamam...
Bu uzun şiirde, hep yazılması
gerekenden, daha azını yazıyorum.
Altı kişilik gurubumuz dağıldı.
Üstadımla birlikte bir başka yola
çıktık;
Huzurdan, Karışıklığa,
Işıktan Karanlığa,
Cehennemin uğultusuna ve
titreyen havasına...
Kanto 5
Aşk
Francesca ve Paolo
Böylece,
ikinci halkaya indim.
Burada
giderek, daha fazla hüzün, ağlama, inleme sesleri vardı.
Koca
Minos, dişlerini gıcırdatarak, kapıda bekliyor; gelenlerin
günahlarını itiraf etmelerini istiyordu.
İtirafları
dinledikten sonra, günahkarları yargılıyor,
Cehennemin
hangi kısmına gönderileceklerine karar veriyordu.
Kaçıncı
bölgeye gönderildiklerini anlamak için, günahkârlar,
Canavar’ın kuyruğuna bakıyorlardı.
Kuyruğu
kaç kere kendi etrafında dolarsa, o sayıya göre
gidecekleri yeri anlıyorlardı.
Önünde
daima, toplanmış bir kalabalık vardı,
Herkes
Minos’ a itirafta bulunmak için sırasını bekliyordu.
Minos
beni görünce bu olağanüstü vazifesini bıraktı ve
“Hey Sen! Bu azap ülkesine
gelen!
Kapının genişliğine bakma, Nasıl girdiğine dikkat et,
kimseye güvenme”
Virgil
“Neye itiraz ediyorsun? Onun giriş izni
var mâni olma,
yukarıdan -emri yerine
getirilen kişiden- izin almış, daha fazla soru sorma bize”
dedi
Şimdi
artık iyice moralim bozulmaya başladı.
Burada
bütün ışıklar karartılmıştı.
Önümüzde
sanki karanlık bir deniz vardı,
Ve
denizin üzerinde bitmez tükenmez bir fırtına.
Karşıt
rüzgarlar, hortumlar buna maruz kalan ruhları yerden
yere, savuruyordu.
Yukarı
doğru atıldıklarında, kayalara çarptıklarında, bu
zavallılar, felaket rüzgarlarına söyleniyorlardı.
Buraya
düşenler şehvet tutkularının kurbanı olmuşlardı.
Akılla
değil, duyguyla karar vermişlerdi. Rüzgarlar, onları, bir
yukarı, bir aşağı, bir sağa, bir sola;
yerden
yere savuruyordu.
Bir
anlık sükûnete, muhtaçtılar.
Biraz
sakinliğe kavuşmak, acıyı biraz daha az hissetmek istiyorlardı ama hiç ümitleri
yoktu.
“Bu karanlıkta bu acıyı çekenler
kimler üstadım?” dedim.
“İlk gelen Semiramis’ tir.
Bir zamanlar pek çok millete
hükmeden bir imparatoriçeydi.
Meydana gelen skandalı örtmek
için istediği gibi kanunlar çıkarttı.
Ninus’ un eşiydi, sonra varisi
oldu.
Onun hükmettiği topraklara artık
Sultan hükmediyor!
Arkadan Cleopatra geliyor;
Sonra Truvalı Helen; onun
yüzünden senelerce ıstırap yaşandı,
Biliyorsun Achille’in hikayesini,
En son savaşta aşkı buldu.”
Virgil,
aşk- meşk meseleleri yüzünden, buraya düşmüş olan daha yüzlerce ruhu gösterdi.
Bunların
halini görünce içim acıdı. Yine yolunu kaybetmiş bir adam
gibi oldum!
“Söyle bana Şair, acaba
ben şu ilerde hafif bir rüzgarla,
buraya doğru savrulan ikiliyle
konuşabilir miyim?”
“Onlar buraya gelene kadar
bekle, sonra onlara sevgiyle hitap et.
Onlar aşka gitmişlerdi, Aşk’ı
duyunca gelirler.”
Yanımıza
yaklaşınca onlara seslendim hemen;
“Bu ıstırapla hırpalanmış olan ruhlar, eğer
yasak değilse, benimle konuşur musunuz?”
Dido’
nun yanından ayrılarak, yuvalarına kavuşmak isteyen güvercinler gibi
O
kötü rüzgarla mücadele ederek yanıma geldiler.
Benim
içten seslenişim onlara böyle bir etki yaptı.
“Yaşayan
adam, kibar ve iyi niyetli,
Bizi
bu karanlıkta ziyarete geldin,
Bizim
vücudumuz, dünyayı kanla lekelemişti,
Alemlerin
yöneticisine –eğer kabul ederse- yakaralım, sana
iyilik, sağlık, huzur versin.
Çünkü,
sen bizim halimize acıdın.
Şimdi
rüzgâr durmuşken ne istersen söyle, seninle
konuşmak bizi mutlu eder.
Po
ırmağının denize döküldüğü, huzura kavuştuğu yerdeydik;
Aşk
onun kalbini sardı; Benim... benden
alınan güzel vücudum yüzünden.
O
felaket beni hala yaralamakta.
Aşk,
aşığı bırakmaz, maşuku bırakmaz.
Beni
öyle bir eline aldı ki; gördüğün gibi hala bırakmadı.
O
aşk ki; bizi ölüme götürdü...
Bizim
hayatımızı elinden alanı, Gianciotto’yu, Caina bekliyor.”
Onların
sözleri bize ulaşınca, başımı önüme eğdim.
Şair
sordu: “Ne düşünürsün?”
“Of, of kim bilir ne hülyalar,
ne güzel düşünceler onları bu hale getirdi.
Ne özlemler, ne sevdalar
yaşadılar.” dedim. Sonra
tekrar bu çifte döndüm:
“Francesca, anlattıkların beni
hüzne gark etti; ağlattı.
Nasıl başladı bütün bunlar, söyle
bana.”
“En
acısı, mutsuz zamanlarda geriye dönüp bakmak ve mutlu zamanları hatırlamaktır.
Bunu
üstadın iyi bilir. Aşkımızın nasıl başladığını bilmek istiyorsan,
anlatayım; hem ağlayayım, hem de anlatayım:
Bir
gün birlikte zaman geçirmek için, Lancelot’ un şiirlerini,
O’nun
nasıl aşka teslim olduğunu okuyorduk.
Yalnızdık
ve hiçbir şeyden şüphelenmemiştik.
Okurken,
hep gözlerimiz birbirini buluyordu,
Yüzlerimiz
sararıyordu.
Sadece
bir an bizi mağlup etti.
Kızın
güzel gülüşünü öpen, hakiki sevdalıyı okuyunca, bu yanımdaki,
-benden
hiç ayrılmayacak olan, -bu yanımdaki;
Bütün
vücudu titrerken, öptü beni dudaklarımdan.
Ya
kitaba ve kitabı yazan şaire ne demeli?
O
gün, artık kitabı bir daha okumadık.”
İki
ruhtan biri bunları anlatırken, diğeri ağlıyordu.
Bende
de onların acısından o kadar etkilendim ki; bayılmışım.
Bir
anda ölü gibi yere yığılıp, kalmışım...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder