12 Kasım 2020 Perşembe

İnferno 1-6 Yorum

 

İlahi Komedya

Dante Alighieri

 

Çeviri ve Yorum: Elif Mat

 


INFERNO

Kanto 1

Kayboluş

Hayatımızın ortasına geldiğimde, kendimi gölgeli bir ormanda buldum.

Çünkü doğru yolu terk etmiştim;

 

Şimdi anlatması bile zor,

Balta girmemiş vahşi, zor ormanı hatırlamak, korkutuyor beni.

 

Öyle acı ki; ölümden beter...

Ama orada bulduğum iyiliği anlatmam için, önce başka şeyleri anlatmalıyım.

 

Ormana nasıl girdiğimi, tam olarak söyleyemem.

Doğru yoldan ayrıldığımda, öyle uykuluydum ki...

 Dağın eteğine geldiğimde, -beni korkutan vadinin sınırındaydı-

yukarı baktım, dağın tepelerinin insanı daima aydınlatan 

daima doğru yola ileten gezegenin (güneşin) işinlarıyla parladığını görerek rahatladım


 

 

Ama geceyi korku içinde geçiren kalbim,

şu anda karşımda bulunan bu yeni tehlikeye tepki veriyordu

 

Denizde boğulmaktan yeni kurtulup da, kıyıya vardığında dönüp, nefes nefese,

gerideki tehlikeli dalgalara bakan biri gibi,

Ruhum da hala kaçak, dönüp  baktı,

Arkadan hiç kimseyi sağ bırakmayan geçite...

 

 

Yorgun vücudumu dinlenmeye bıraktıktan sonra, tekrar ıssız yokuşu, tırmanmaya davrandım.

Yere sağlam basan ayağım, hep geride kalandı.

 

Tam tepenin başladığı yerde, işte orada bir leopar, çevik yırtıcı, sırtı desenli.

 Gitmedi kaybolmadı, öylece durdu orada.

Yolumu kesmişti. Döndüm geri çaresiz.

 

Şafak söküyordu, Güneş kendisine eşlik eden, diğer yıldızların arasından doğuyordu.

Bu saat, bu güzel mevsim, tam bana umut veriyordu ki; Aslanı gördüm.

Umut, korkuya mani olamadı. Başı yukarıda, karnı aç,

Etrafındaki hava bile titriyor. Bana doğru gelecek.

 

Sonra bir dişi kurt göründü; zayıf ve aç; bütün açlıkları yanında taşıyor.

Çok canlar yakmış bugüne kadar…

Onu görünce, artık bu dağı tırmanmanın imkansız olduğunu anladım.

Beni gerisin geri, gölgeye itti.

 

Daha aşağılara indikçe birden gözümün önünde biri belirdi:

Belli uzun süredir sessizdi, solgun görünüyordu.

Onu uçsuz bucaksız doğanın içinde görünce, Miserere di me

“Merhamet et, adam mısın ruh musun, herneysen“ dedim.

 

“Yaşayan bir insan değilim, bir zamanlar öyleydim;

Anam babam Lombardiya’ dan geldi. Ikisinin de memleketi Mantua’dır.

 Sezar zamanında doğdum; İyi Augustus zamanında Roma‘da yaşadım,

 

Mevsim, yalan Tanrılar  zamanıydı. Şairdim, Anchises'in oğlunu anlattım.

İlyum’ un gururu  ateşe verilince, Truva'dan geleni…

Ama niye perişanlığa dönmek istersin?

Bu tatlı dağa, her türlü neşe ve sevincin kaynağına tırmanmak varken?”

 

„Sen Virgil ‘sin öyleyse, güzel sözlerin membaı“ dedim utanarak;

„Şairlerin ışığı onuru; Uzun çalışmalarım, derin sevgim, bana şimdi hizmet etsin,

Sen benim ustam, şairimsin, Benim kalemim, soylu stilini senden almıştır,

Beni öyle tanırlar,“ dedim ve sordum,

 

"Beni kenara atan canavarı gördün mü? Bilge adam bana yardım et!

Onun korkusu kanımı titretti.“

 

"Başka yoldan gitmelisin“ dedi gözyaşlarımı görünce; "O canavar seni bırakmaz,

Ne yapar eder, mâni olur yoluna

Kötülüğü öyle fazladır ki; aç gözünü doyuramazsın onun hiçbir zaman.

Karnını doyurdukça, yeniden acıkır; Herkesle çiftleşir, "daha" der.

 

Ta ki; köpek gelip parçalayıp, onu öldürünceye kadar,

Köpeğin istediği, bilgelik ve sevgidir; diğerleri gibi midesini düşünmez.

İtalya' yı eski haline getirecek. Canavarı, bütün şehirlerinden kovacak;

Sonunda alıp, Cehenneme tıkacak; İlk cezasını çekeceği günah, kıskançlık olacak.

 

Sen en iyisi beni takip et! Buradan geçirir, ebedi yere götürürüm seni.

Giderken, ümitsizlik çığlıkları duyacaksın, Eski ruhları acı çekerken göreceksin,

Her biri ikinci ölümü bekler,

Sonra alevlerin içinde, halinden memnun olanları göreceksin

Çünkü onlar, iyilere kavuşacakları zamanı beklemekte olacaklar.

 

Eğer dediğim yere kadar ulaşabilirsen,

benden daha kıymetli biri, sana rehberlik edecek,

Seni ona emanet edip gideceğim.

 

Çünkü göklerin hükümdarı beni almaz, kendi şehrine. O’nun kanununa uymadım vaktinde,

Her yerin hakimidir ama oradan hükmeder, Orasıdır O’nun yurdu, başkenti

Ne mutlu, Tanrı’nın izniyle o şehre girebilene”

 

„Şair Allah rızası için sana yalvarırım,

Beni bu Cehnennemden ve sonraki daha korkunç olanlardan kurtar.

Dediğin yere götür; Aziz Peter‘ in kapısını göreyim;

Acılar içindekileri de göreyim“

 

O yola düzüldü, ben takip ettim.

William Adolph-eBougereau


 

YORUM

Cehennem’in açılış kantosunda Dante kendisini ıssız bir ormanda bulur. Oraya nasıl geldiğini kendi de bilememektedir. Buradan kurtulmak için dağı tırmanmak gölgeli ormandan ışığa çıkmak ister.

Şiirde perspektif konusu önemlidir. Dağın tepesine çıktığında bakış açısı genişleyecek nerede olduğunu tespit edip yönünü bulabilecektir.

Ancak karşısına sırayla çıkan üç yabani hayvan o tırmanışa mani olur. Bu üç hayvan insanın hayvani yönünü ve Cehennem’in ilerleyen bölümlerinde göreceğimiz çeşitli günahları veya başka bir değimle insanın günaha olan eğilimlerini, günah işlemesine yol açan duygularını temsil eder. Aç gözlülük, doymak bilmezlik, sinsilik, şehvet gibi.

Hayatımızın ortası diyrek şair bu hikayenin sadece kendi hikayesi değil hepimizin bütün insanlığın ortak hikayesi olduğunu anlatır.

Şiirin yazılış tarihi daha sonra olmakla beraber kurgusal olarak başlama tarihi 1300 yılının Paskalya zamanıdır.

Ölüm ve Diriliş konuları vurgulanr. Kutsal Cuma günü Hazreti İsa çarmıha gerilmiş ve o acı günün yıldönümünde 1300 yılında Dante kendisini Cehennem’de bulmuştur.

Hayatımızın ortası demekle İncilde geçen bir ifadeyi hatırlatır. İncile göre ortalama insan ömrü 70 yıldır ve Dante’de 1265 doğumlu olduğuna göre o tarihte 35 yaşındadır.

Burada Cahit Sıtkı Tarancının,

Yaş Otuz Beş,Dante gibi Ortasındayız Ömrün şiirini hatırlıyoruz.

 

Orta’da olmak aynı zamanda o anda içerisinde bulunduğu duyguları da yansıtır.

Daha evvel Floransa’da yaşayan bir siyasetçi iken, çeşitli iç çekişmeler yüzünden sürgün edilmiştir.

Artık eski hayatına dönemeyecek, çeşitli maddi manevi sıkıntılar içinde geleceği belirsiz, ne yapacağını bilemez bir halde yaşayacaktır.

 

Issız ormanda Dante‘nin karşısına Roma devrinin büyük şairi Virgil çıkar. İsa’dan önce 19 yılında ölmüş olan Virgil, Beatrice’in kendisinden rica etmesiyle Dante’ye yardıma gelmiştir.

Virgil’in eseri Aeneas nesiller boyu sevilerek okunmuş bir milli destandır. Dante’de Italyan dilinde nesiller boyu okunacak bir büyük eser vermek istemektedir.

Karşısındaki kişinin bir insan mı yoksa ruh mu olduğunu anlayamayan Dante, korkarak

Misere die me der. Latince olarak Zebur’dan 51. Mezmur’u hatırlatan bu sözleri söyler.

Bu Hazreti Davut’un Tanrıya, affet beni merhamet et bana diye yakarışıdır.

 

Böylece eserin iki temeli olduğunu anlarız, Bir yanda felsefe ve ilimden klasik dönem edebiyatından bir yandan da dinsel metinlerden, Kutsal kitaplardan alıntılar yapılarak, okuyucu düşünmeye teşvik edilecektir.

Dante’nin vurgulamak istediği önce hatamızı görmemiz Tanrı’dan af dilememiz ve tövbe etmemiz gerektiğidir. Ancak ondan sonra ilerleyebiliriz. Tıpkı bir matematik probleminde hatalı olan işlemi düzeltmedikçe ne yaparsak yapalım doğru neticeye varamayacağımız gibi.

Burada Komedya’nın en sevdiğim mısralarında birini Virgil söyler,

Bir başka yoldan gitmelisin

Bazen sorunlar karşımıza duvar gibi dikilir, aşmak için ne kadar uğraşsak olmaz, taa ki birisi gelip Bir başka yol var deyip, başka bir çözüm gösterene kadar.

 

Burada üstü kapalı olarak anlatılmak istenen, Dante’nin çıkmak istediği tepenin Araf tepesi olduğudur. O tepeye de daha sonra göreceğimiz gibi varmanın tek yolu, deniz yoludur. Çünkü Araf, Komedya’da Dante’nin hayali coğrafyasına göre, Güney yarımkürede bir adadır.

O tarihlerde bugünkü coğrafi bilgiler yoltu ve Dante güney yarım kürenin sadece sudan ibaret olduğunu sanıyordu. O yüzden Araf, güney yarım kürede bir ada,ve adadaki yüksek bir dağ olarak düşünülmüş.

Deniz yolculuğu da ileride göreceğimiz gibi tehlikeyi barındırır, hedefe varamamak, geri de dönememek vardır ihtimaller arasında.

Örneğin Komedya’nın her üç bölümünde de sözü edilen Ulysses hedefe varamamış, gemisi kayalara çarparak batmıştır.

Dante Virgil’i bulmakla kendisini böyle bir tehlikeden kurtulmuş hissediyor. Çünkü varmak istediği hedefe ancak rehberlerin yardımıyla gidebileceğinin farkında.

Virgil’in  Truvalı PrensAeneas’ın hayatının anlatıldığı Aeneas destanının  yazarı olduğunu anlatmasıyla büyük şairin kimliğini öğrenen Dante, büyük bir sevinç ve gurur duyar.

Yaşadığı dönemde iç savaş ve kargaşalar yüzünden siyasi bakımdan çok sorunlu olan İtalya’nın geleceğiyle ilgili iyi şeyler umud eden Dante, burada Virgil’in ağzından ileride kuvvetli bir hükümdarın geleceği ve İtalya’da birliği sağlayacağı kehanetinde bulunuyor.

 

 

 

Henry Holiday-1883

İnferno Kanto 2

İniş

Akşam karanlığı çöküyordu,

Dünyadaki yaratıklar, günün yorgunluğundan sonra dinlenmeye çekilirken;

Ben bir başıma, burada zorlu bir yolculuğa hazırlanıyordum.

Yanılmaz hafıza bunu yazacaktır.

 

Ey ilham perileri; Ey yüksek akıl, bana yardım edin.

Gözümüzle gördüğümüzün yazıcısı hafıza, burada asaletin görülecektir.

 

Sonra konuşmaya başladım; “Şair, sen benim rehberimsin;

Bu zorlu yola çıkmadan, bu yolculuk için bana güvenmeden evvel bana iyice bak;

Söyle gerçekten ben bu işe değer miyim?

Sen, Silvius’un babasının (Aeneas) nasıl daha yaşarken, öteki dünyaya geçtiğini;

Ölümsüzlüğü gördüğünü yazmıştın.

Eğer, tüm kötülüklerin karşıtı olan, O’ na bu yolculuk için izin verdiyse;

Kim olduğundan ve neler yapacağından dolayı, bu anlaşılabilir.

 

Çünkü Aeneas, yükseklerde Roma’ yı kurmak,

İmparatorluğun da, şehrin de babası olmak için seçilmiştir.

O şehir ki; Papalık tahtının yeri olmuştur.

O yolculukta, Roma şehrinin geleceğini görmüştür,

 

Bir diğer seçilmiş kişi olan Aziz Paul da bu yoldan geçmiştir.

Iman’ı kuvvetlendirmiş, kurtuluş yolculuğunu başlatmıştır.

Ama ben nasıl burada olurum?

Kimin verdiği yetkiyle, bu yolculuğu yapabilirim?

Aeneas değilim; Paul de değilim! Benim değerim ne?

Eğer bu yolculuğa çıkmaya cüret edersem, haddimi aşmaktan korkarım.

Sen bilgesin, sana söyleyebildiklerimden, fazlasını anlarsın”

Vazgeçecek gibiydim;

Önce çok hevesliydim ama düşündükçe korkmuştum.

“Eğer doğru anladıysam, korktun sen” dedi bilge.

 

Korku, iyi şeyler yapmak isteyen onurlu insanların karşısına engeller çıkarır,

yapacakları işlere mani olur.

Işığın yetersiz olduğu yerde, yaratıklar gölgeden korkar olur.

Korkunu geçirmek için, ne bildiğimi söyleyeyim sana;

 

 

Niye geldiğimi, ne öğrendiğimi, ben Limbo’ da kalan ruhlar arasındaydım.

Bir hanım geldi, benden rica etti,

Parıl parıl parıldıyordu, ruhu kutsanmıştı, ne emrettiğini sordum.

 

Gözleri yıldızlardan daha çok ışıldadı, kendi dilinde, yumuşaklıkla konuştu.

O melek sesiyle; “Ey kibar Mantua’ lı, şiiri hala dünyada bilinen ve

Dünya durdukça hatırlanacak olan Şair;

Benim arkadaşım-Kadersiz olan arkadaşım-ıssız kıyılara düştü;

 

Çaresizlik içinde korkup, doğru yoldan ayrıldı. Geldim ama korkarım geciktim.

Hemen ona koş, bilgeliğinle, merhametinle,

O’nun iyiliği için ruhunun kurtuluşu için ne gerekiyorsa, onunla koş.

 

O’na yardım et; benim içimi ferahlat!

Seni O’na yollayan benim, Beatrice

Kutsanmış yüksek tepelerden geldim, bir an önce geri dönmeyi istediğim.

 

Aşk getirdi beni buraya, aşk konuşturuyor böyle.

Geri döndüğümde, Efendimizin huzurunda, seni öveceğim, dedi

 ve konuşmasına ara verdi.

 

“Değerli Hanımefendi, senin iyiliğinle insanlık yücelir.

Emrin başım üstüne,

Ne istediğini anladım, hemen yerine getireceğim.

 

Ne kadar acele etsek de geç kalmış sayılırız bu konuda.

Ama söyle bana, nasıl oldu da o geniş göklerden buraya inebildin,

Bu çukura geldin?”

 

“Bu sorduğun soru, işin özüne iner;

Ben Cehennemin dibine, korkusuzca geldim,

Korkunun kendisidir, zarar verme kapasitesine sahip olan,

Cehennemin kendisinden bile daha korkutucu olan...

 

Ben, Tanrı’ nın merhametinden yaratılmışım;

Herşeyi gören Tanrının Merhametinden;

Buradaki ıstırap, bana dokunmaz; Cehennem ateşi beni yakmaz.

 

Cennet’ te, Meryem Ana, O’nun için endişe etmekte,

İzin Meryem Ana’nın şefaatiyle çıkmıştır;

Lucia’ ya ‘sana sadık olan çok zor durumda, yardım et’ demiş,

 

Işığın ruhu Lucia- o ışık ki bütün kötülüklerin düşmanıdır –hemen kalkıp, yanıma geldi.

Ben, Raşel ile birlikte oturmaktaydım.

‘Tanrıyı her zaman öven Beatrice,

Seni her zaman sevene niye yardım etmiyorsun? O buraya senin için geldi.

Çığlıklarını duymuyor musun?

O ırmağın yanında ölüm kalım mücadelesi veriyor.

O ırmak ki; onu azgınlıkta hiçbir deniz geçemez.’ dedi

 

Lucia konuşunca, kalbim ikiye bölündü

Cennet’ teki tahtımı bırakıp, senin yanına koştum hemen.

Bunları söyleyince, gözlerinin yaşını saklamak için başını çevirdi.

 

O gözyaşının parıltısı, beni daha da çabuk davranmaya sevk etti.

Hemen gelip, seni o canavarlardan kurtardım.

Şimdi söyle bana neyi dert edinirsin? Niye yavaşladın?

 

Gökte sana yardım etmek isteyen üç Kutsanmış Hanım varken,

tereddüt etmene gerek yok,

Onlar yukarıdan seni izliyorlar.

Ben de sana, bu yoldan geçmekle, iyiliğe ulaşacağını söylüyorum.

Bu iyilik sana bahşedilmiştir.”

 

 

Gece üşüyüp, büzüşen, sonra sabah güneşiyle ısınıp, açan çiçekler gibi

Bu sözlerle ben de canlandım.

Cesaret geldi; yeniden doğmuş gibiydim.

 

Merhameti sonsuz olan Hanıma şükürler olsun,

Senden de Allah razı olsun, zarif ruhun bu zahmete girdi.

Hanımın sözü üzerine, anında yetiştin yardımıma, beni yüreklendirdin.

Benim Rehberim, Efendim, Ustam;

Şimdi yol göster, birlikte gidelim.

Tekrar yola düzüldük, kayalık tehlikeli yollara...

 




Yorum

Bu bölümde Dante, ahirete yapacağı yolculuğa layık olup olmadığını düşünür. Ben Aeneas değilim, Paul de değilim der. Peki “Ben kimim?” sorusuna cevap aramaktadır aslında. Virgil ’in eseri Aeneas destanında, başkahraman Aeneas, babasını ahirette ziyaret eder, yeraltına inerek babasından geleceğe dair kehanetler öğrenir.

Aziz Paul ise Hristiyanlığın yayılmasında rol oynamış, Tarsuslu bir Yahudi ermiş kişidir. İlk önce aldığı hem Klasik Yunan hem de Yahudilik eğitimi nedeniyle Hristiyan dinine inanmamış, Beklenen Mesih İsa olamaz çünkü o Çarmıhta öldü demiş, Hristiyanlara eziyet etmiştir.



Ancak bir gün Şam’a giderken kendisine Hazreti İsa görünmüş, neden bana (ümmetime) eziyet ediyorsun diye sormuştur. Atından düşen Paul (eski adıyla Saul) üç gün kör kalmış ancak gözü açıldığında Hazreti İsa’ya iman etmiştir. Aziz Paul’e ahiret gösterilmiştir. Bundan sonra Anadolu ve Yunanistan’da çeşitli yerleri gezerek Hristiyanlığı yaymıştır.

Biri gerçek biri hayali iki karakterinde ahirete yaptığı yolculuk için neden vardır. Aeneas Roma’nın kurucusu olmuş, Aziz Paul’de Hristiyanlığın yaygınlaşmasında etkin olmuştur. Bu sebeple “Ben kimim, bu yolculuğa gitmeyi hakkeden biri miyim?” diye düşünüyor.

Biraz tevazu gösterirken aslında aynı zamanda kendisinin de bu şiiri yazmakla ve bu hayali yolculuğu yapmakla önemli bir görev yerine getireceğini söylemiş oluyor Çünkü Dante bu şiiri yazmakla İtalya’da halka ve yöneticilere yol göstereceğini ve insanları aydınlatacağını ümit ediyor. Gerçekten de İtalya’da asırlar boyu bu şiir aydınlatıcı özelliği ile anılmıştır.

Bu bölümde Virgil nasıl olup da Dante’nin varlığından haberdar olduğunu ve yardıma geldiğini açıklıyor. Dante’nin çocukluk aşkı, genç yaşta ölmüş olan sevdiği kadın
Beatrice, Cennet’tedir ve Dante’nin durumu kendisine haber verildiğinde, O’nun bu yolculuğu yapması için Meryem Ana’dan şefaat ister, özel bir izin alındıktan sonra, Cehennem’in Limbo bölümüne gelerek Virgil’i bulur, kendisine yardım etmesini ister. Virgil ’de memnuniyetle bu görevi kabul eder.

 

Rodin Düşünen Adam

İnferno Kanto 3

Cehennemin Kapısı

Tarafsızlar, Uzaktan seyredenler, Sorumluluk Almayanlar.

 

 

Rodin Gates of Hell

Bu kapıdan Azap şehrine girilir,

Bu kapıdan sonsuz acıya geçilir,

Bu kapıdan kaybolmuşların yoluna çıkılır,

Adalet bunu gerektirir. Beni inşa eden, İlahi emirdir

En Yüce Hikmet, En Yüce Sevgi

Benden önce -sonsuza kadar yaşayacak olanlar dışında-

bir şey yaratılmamıştır.

Ey bu kapıdan giren kişi, Ümidi geride bırak!

 

 

Kapının üzerinde, siyah mermer üstüne bu sözler yazılıydı

“Bu çok zor Efendim” dedim

Hemen halimi anlayarak; “Endişeyi bırak, korkaklığı da,

Dertliler ülkesine geldik, daha evvel söylediğim gibi,

 Akıldan ayrılanların yanına” diyerek, gülümsedi.

 Elini, elimin üzerine koydu, teselli etti, içimi rahatlattı.

Sonra bana saklı dünyayı gösterdi:

Yıldızsız gökyüzüne çığlıklar, yalvarmalar, ağlamalar yükseliyordu;

 acı haykırışları işitince ağlamaya başladım.

 

Bozuk konuşmalar, her dilden yankılanıyordu.

Korkunç sesler, ıstırap dolu kelimeler, öfke;

Yüksek sesler, sessiz iniltiler, patlayan şamar sesleri,

 

Hepsi birleşmiş uğulduyor,

Simsiyah atmosferde bir kum fırtınası, girdap olmuş dönüyordu.

Korku içinde; “Bu sesler ne?” dedim “Eza çekenler kim?”

 

“Bu zavallıların çarpık yoludur.

Öyle bir hayat yaşadılar ki, ne kendilerine bir suçlama ne de bir övgü geldi.

Şimdi kendileri gibi olan meleklerle beraberler.

 

O meleklerin bir kısmı ne şeytanın peşinden gitti ne de Tanrı’ ya sadık kaldı;

öylece durdular, hareketsiz; kendi başlarına.

Ne Cennet alır bunları ne de Cehennem!” dedi.

 

“Bunlar nasıl bir darbe alıyorlar ki, bu kadar bağırıyorlar?”

Hiç ölmeyecek gibi kör bir hayat yaşadılar, şimdi o hayatı değişmek isterler.

İsimleri hiçbir yerde geçmeyecek. Dünyada onları hatırlayan olmayacak.

Bu insanları gördün yeteri kadar, şimdi yolumuza devam edelim”

 

Bir bayrak geçti hızla ve pek çok kişi o bayrağı takip etti.

 Nefes almaya vakitleri yoktu.

 

Böylelerinden, dünyada bu kadar çok olduğunu bilmiyordum.

 

İçlerinde bazılarını tanıdım.

Birisi, reddetmişti görevi korkudan. (Papa Celestine 5)

Hemen anladım, buradakilerin kimler olduğunu.

 

Hem Tanrı’ yı, hem de Tanrı düşmanlarını kızdırdılar.

Bunlar aslında hiç yaşamamış sayılır.

Çıplaktılar ve devamlı arılar, sinekler, böcekler tarafından sokuluyorlardı.

 

Yüzleri kan ve gözyaşı içindeydi.

Akan gözyaşı ve kanı solucanlar böcekler yalıyordu.

Sonra biraz ilerde, geniş bir ırmak kıyısında toplanmış kalabalığı gördüm.

 

Hemen sordum:

“Bunlar kim ve niye büyük bir istekle karşı kıyıya geçmeyi bekliyorlar?”

Biraz dinleneceğiz Acheron ırmağı kıyısında

O zaman anlayacaksın ne olup bittiğini.”

 

Gözlerimi yere indirdim, biraz utanmıştım,

ırmak kıyısına varana kadar, başka bir şey sormadım.

 Onu rahatsız etmek istemiyordum.

 

Saçı sakalı ağarmış yaşlı bir adam,

Yazıklar olsun size” dedi

Bundan böyle gökyüzünü görmeyi unutun.

Sizi karşıya geçireceğim, sonsuz karanlığa, Acı, buz ve ateşe.

 

Sen kimsin öyle, yaşayan adam?

Bunların yanından ayrıl.

 Buradakilerin hepsi ölüdür”

 

Baktı ki; ben hareket etmiyorum,

“Bu yoldan değil, başka yoldan gideceksin kıyıya varmak için,

“Daha hafif bir tekne lazım sana.” dedi.

 

Charon mesele çıkarma;

 Bütün isteklerin emir sayıldığı yerden emredildi.

Tartışacak bir şey yok.” dedi Virgil.

 

Çamurlu ırmağın kaptanından başka ses çıkmadı.

Gözlerinin etrafında ateş halkaları vardı.

Ama etraftaki çıplak ruhlar titremekteydi.

 

Renkleri değişiyor, dişleri takırdıyordu.

Charon’ un konuşmasını duyunca, hem Tanrıya,

Hem de anne babalarına lanet okudular.

 

Bütün insanlığa, doğdukları yere, tohumlarına,

Dünyaya gelmelerine neden olan olaya, kendi doğumlarına lanet okudular.

Kalabalığın içinde birbirlerine sokuldular.

 

O kötü ırmağın yanında yüksek sesle ağladılar.

O ırmak, Acheron, Allah korkusu olmayanları beklemekteydi.

Zebani Charon, gözleri kor gibi parıldayarak çağırdı onları;

 

 “Toplanın” dedi.

Oyalananların üzerine küreğini indirdi.

Ağaçtan dökülen yapraklar gibi döküldüler hemen.

 

Adem’ in kötü tohumları, teker, teker ırmağa doğru gitti.

Charon’ un başıyla işaret etmesi üzerine, hepsi itaat etti.

Onlar daha karşı kıyıya varmadan, bu tarafta bir gurup daha toplaştı.

 

“Oğlum, Allah’ın gazabı altında ölenler,

Buraya her memleketten, her iklimden gelmişlerdir.

Öbür tarafa geçmeyi kendileri isterler.

 

Çünkü, Adalet bunu gerektirir. Korkuları isteğe dönüşür.

Hiçbir ‘iyi ruh’ buradan geçmez.

Charon’ un ne demek istediğini anlamışsındır şimdi.”

 

Bunu söyler söylemez, karşı kıyı bir depremle sarsıldı;

Şimdi bunları hatırlarken, yine ter içinde kaldım.

Gök gürlemesi, fırtına, yer yarılıp içinden kırmızı lavanın fışkırması...

 Korkudan yığılıp, kalmışım.



YORUM

Dante ve Virgil Cehennemin kapısına gelirler, kapıda ürkütücü bir yazı yazmaktadır. Buraya giren bir daha çıkamayacak, aydınlığı göremeyecektir. Dante bu kapıdan geçmekten haklı olarak korkuyor ama Virgil’ e de pek bir şey söyleyemiyor, onun duygularını incitmek istemiyor.  Çünkü, Virgil’ de Cennet' e gidemeyecekler arasında.

Virgil, O’nu girmesi için yüreklendiriyor. “Korkaklığı bırak” diyor. Girdiklerinde acı çekenleri görüyorlar; haykırışlar yeri göğü inletiyor. Dante bunların kim olduğunu sorduğunda, “kötülük karşısında tarafsız kalanlar, hiçbir şey yapmamayı tercih edenler” cevabını alıyor. Hiçbir şey yapmamakla, tarafını seçmemek de bir seçim aslında.


Buradaki ruhların arasında, Tanrı şeytanı kovduğunda ne şeytanla giden ne de Tanrı’ ya sadık kalan, tepkisiz kalan melekler de var.

Buradakilere fazla bakma, geç; bunlara bakmaya değmez” diyor Virgil. Bu kişilerin isimleri de belirtilmiyor. İyi veya kötü bir şey yapmamışlar, korkaklar, isimlerini anmaya gerek olmadığını düşünüyorlar.

Dante, içlerinde bazısını tanıyor, bu kişi, görevi reddetmekle suçladığı Boniface’ den evvel Papa olan Celestine. Görevi üstlenip hakkıyla yerine getirmektense tarafsızlığı tercih etmiş. Boniface, onu istifa etmeye ikna etmiş ve kendisini Papalığa seçtirtmiş. Sonra da bazı kötülükler yapmış, bu sebepten Dante her ikisini de sevmiyor.

Dünyada harekesiz, tepkisiz kalanların cezası, arılar tarafından sokulmak, böcekler tarafından ısırılmak. O hareketsizliğin tersine, şimdi sürekli hareket halindeler elleri kollarıyla arıları savmaya uğraşıyorlar. Akan kanları -iyilik yolunda akıtmadıkları kanları- şimdi bu böceklere solucanlara yem oluyor.

Yaşadığı dönemde, Sokrat’ a “at sineği” diyorlarmış. Sinek veya arı nasıl sakin hayvanı soktuğunda, at yerinden fırlarsa, O’nun fikirleri de, toplumu harekete geçiriyordu. Filozofun görevi bu halkı uyandırmak. “Kötülüklere karşı sessiz kalma” demek.

Dünyada kendi çıkarı için susanlar hareket etmeyenler öğüt almayanlar burada sineklere böceklere maruz kalıp, hareket ediyorlar.

Bunları gördükten sonra ilerliyorlar, ırmak kıyısına gidiyorlar. Irmağın öte tarafı, karanlıktan görülmüyor. Buradan sonra karşıya geçecek olan, Cehennem yolcuları, kendi istekleriyle geçiyorlar; çünkü dünyada, kötülüğü seçtiler, şimdi de gidecekleri yer belli, yani seçim daha evvelden yapılmış durumda.

Gemici, Virgil’ in şiiri, Aeneid’ de olduğu gibi, Charon. O, Dante’nin yaşayan biri olduğunu anlayıp, “senin burada işin yok” diyor.

 

Virgil durumu anlatıp, izinleri olduğunu söylüyor. O sırada büyük bir deprem oluyor. Dante korkusundan bayılıyor.



 

Kanto 4

Limb0

Felsefe Evi

Gök gürlemesiyle uyandım, kendime geldim;

Kalktım, nerede olduğumu anlamak için, meraklı gözlerle sağıma, soluma baktım,

Çukurun kenarındaydım;

 

Uçurumdan aşağıya, hiç dinmeyecek acılar diyarına bakıyordum.

Öyle derin, öyle karanlık ve öyle sisliydi ki;

Ne kadar görmeye çalışsam da, bir şey anlamadım.

 

“Kör karanlık” dedi Şair, onun da beti benzi soluktu.

 “Önce ben ineceğim, sen takip et”

Onun yüzünün halini gördükten sonra;

Senin yüzün solgunlaşmışsa, ben nasıl inebilirim?

 Her zaman sen benim korkumu giderirdin,” dedim.

 

“Korkudan değil bu halim, üzüntüden,

O acılar içindekileri düşünmek, yüzümü soldurdu,

 Şimdi devam edelim, yolumuz uzun” dedi

 

Yola koyulduk. Çukurun kenarındaki ilk halkadaydık,

Burada haykırış yoktu, yalnız iç çekişler vardı.

Havada titriyordu bu iç çekişler. Acı çekmiyorlardı, yalnızca üzgündüler.

Çocuk kadın ve erkekler.

 

Kim olduğunu sormuyorsun buradakilerin.

İlerlemeden önce bilmelisin ki; bunlar günahkâr değildir.

Her ne kadar değerli kimselerse de, yine Cennet’ e gidememişler;

 Çünkü vaftiz edilmemişler.

 

Senin inancında vaftiz olmak şarttır.

Bunlar Hristiyanlıktan önce yaşadılar.

Sizin gibi iman etmediler. Ben de onlardan biriyim.

 

Günahsızız ama yine de buradayız.

Kaybolmuş ve cezalandırılmışların yanında, ama ayrı...

Umutsuzca ve arzulayarak.”

 

Onun üzüntüsü kalbimi daralttı.

Aralarından bazılarını tanıdım;

Kıymetli kişileri gördüm Limbo’ da. Ne yazık ki orada kalmışlardı.

 

Değerli Üstadım, hiç buradan kurtulan oldu mu şimdiye kadar?” diye sordum.

“Yeni gelmiştim ki buraya, kudretli Efendinin, (Hazreti İsa’nın) geldiğini gördüm.

Başında zafer tacı, babamız Adem’i buradan aldı götürdü

Habil’ le Nuh’ u da. Kanunları yapan Musa’ yı,

 

İbrahim, Davut ve Israil’i,

Çocukları ve babalarıyla beraber. Raşel de oradaydı.

Ve diğerleri, buradan aldı onları, Cennet’ e çıkardı,

Bilirsin, bu olaydan önce, hiçbir ruh yukarı çıkarılmamıştı.”

 

Bunları anlatırken durmadık. Yolumuza devam ettik.

Ruhların arasından geçiyorduk, bir orman kadar kalabalıktılar.

Uzaktan ateşi gördük.

 

O ışığın çevresinde birkaç tanıdık yüz vardı. Onurlu insanlar.

“Bilgiyi ve sanatı onurlandıran Üstat,

Buradaki özel olarak onurlandırılmış, diğerlerinden ayrı tutulmuş kişiler kim? Diye sordum.

 

“Bu kişilerin adı hala dünyada anılır, yaptıkları işler yukarıdan takdir görür,

Öyle oldukça, burada ki değerleri artar.”

O sırada birisi: “Meşhur şairi onurlandırın;

Kendisi aramızdan ayrılmıştı şimdi döndü” dedi.

 


Bir sessizlik oldu, yanımıza dört kişi yaklaştı ne çok mutlu ne de üzgün görünüyorlardı.

Virgil onları görünce, “Elinde kılıç olana iyi bak” dedi.

Yanında diğer üç büyük vardı,

Şairlerin kralı Homer birinci, Hiciv yazarı Horace ikinci,

Ovid üçüncü ve Lucan dördüncü idi. Beni onurlandırdılar.

 

 Epik tarzının Efendisinin (Homer’in) etrafında toplandılar

O kartal gibi, hepsinin üzerinde yükseliyordu.

Biraz konuştuktan sonra, bana dönüp selamladılar.

 

Üstadım gülümsedi, mutlu olmuştu.

Beni aralarına davet ettiklerinde, çok onurlandım; en büyükler arasında altıncıydım.

Işığa doğru yürüdük,

Konuştuklarımız konusunda, sessizliğimi korumalıyım.

Sadece onlarla beraber olduğumu söylemem yeterli.

Asil bir kalenin dibine geldik.

 

Yedi kat duvarla çerçevelenmişti kale;

Etrafından ırmak dolaşıyor, hendek vazifesi görüyordu.

Irmağın üzerinden, sanki karadan yürürcesine geçti.

Yedi kapıdan geçtik bu bilgelerle, yemyeşil bir çayıra vardık.

 

Ağırbaşlı insanları gördük orada, hüzünlüydüler.

Otorite sahibiydiler. Az konuşuyorlardı, kibar ve alçak sesle;

Tepeye tırmandık.

 

Çıktığımız yer tamamen ışıktı;

Oradan herkesi görebiliyorduk.

O yeşilliğin içinde, büyük ruhlar bana göründü; hatırladıkça mutlu oluyorum.

 

Electra tohumuyla beraber; (Truva’nın kurucusu Dardanos’ un annesi)

Hector ve Aeneas (Roma’ nın kurucusu)

Sezar, asker zırhı ve şahin gözleriyle;

Camilla, Penthesilea;

 

Latin Kralı, diğer tarafta kızı Lavinia ile beraber (Aeneas’ in eşi)

Tarquine’ i kovan Brutus;

Lucrezia ve Julia (Sezar’ın kızı, Pompey’ in eşi)

Marcia (Cato’nun eşi) ve Cornelia;

 

Selahaddin, yalnız başına... (Selahaddin Eyyubi)

Gözlerimi yukarı kaldırıp, bilenlerin hocasını aradım (Aristo)

Felsefe ailesiyle birlikte oturuyordu.

Hepsi O ’na bakıyor, saygı gösteriyorlardı.

Sokrat ve Plato, en yakınında olanlardı.

Democritus, Empedocles ve Zeno; Heraclitus, Thales, Anaxagoras;

Bilim adamları,

Dioscorides, Linus, Orphedu;

Tully (Cicero), Seneca; Euclyd...

Avicenna (İbn-i Sina);

Büyük Şarih, Avereoes (İbn-i Rüşt)

Hepsini sayamam...

 

Bu uzun şiirde, hep yazılması gerekenden, daha azını yazıyorum.

Altı kişilik gurubumuz dağıldı.

Üstadımla birlikte bir başka yola çıktık;

 

Huzurdan, Karışıklığa,

Işıktan Karanlığa,

Cehennemin uğultusuna ve titreyen havasına...

Victoria Olson


Yorum

Dante ve Virgil, Acheron ırmağını geçerler. Dante korkusundan bayılmış olduğu için, o geçişi hatırlamaz; karşı kıyıda, bir gök gürlemesiyle uyanıp; etrafına bakar, nerede olduğunu anlamaya çalışır.

Bir uçurum kenarında olduklarını fark eder. Bu uçurum Cehennem çukurudur. İçinden korkunç sesler, inlemeler gelmektedir. Virgil’ in de yüzü kararmış, sıkıntılı bir halde, “yolumuza devam edelim” dediğinde, Dante’nin korkusu daha da artar.

İlk görecekleri yer, Limbo’ dur. Limbo, İtalyanca bir şeyin kenarı anlamına gelmektedir ve bu şiirde Cehennemin kıyısını ifade eder.

Buradaki ruhların çoğunluğu, Isa’ dan önce yaşamış olan Yunanlı ve Latin filozof, yazar, şair ve bilim adamlarıdır.  Dante, onlara,  “Virtuous Pagans- Erdemli Paganlar” diyor.

Burada Katolik kilisesini “Cennet’ e yalnızca Hristiyanlar girecek” demesi ve vaftiz olma şartını getirmesi dolayısıyla eleştiriyor. Çünkü Limbo’ da aynı zamanda vaftiz edilmeden ölmüş olan pek çok bebek de var.

Bu adaletsizlik, İlahi Komedya boyunca Dante’ yi rahatsız edecek; “niye Isa’ dan önce dünyaya gelenler Cennet’ e giremiyor; niye Hindistan’ da veya Afrika’ nın bir köyünde doğmuş olup da Hazreti Isa’ nın adını bile duymamış olanlar Cennet’ e giremiyor” diye soruyor. Veya “çocuk vaftiz olmadıysa onun günahı ne?” diyor.

Limbo’ da ansiklopedik bilgi verircesine, antik çağın bütün değerli kişilerini kadın, erkek sayıyor. Devlet adamları, onların eşleri, kızları, felsefeciler -en başta Aristo olmak üzere- oradalar.

Şairler arasında, en büyükler olarak Homer, Horace, Ovid, Lucan ve Virgil’i sayıyor, kendisi de altıncı olarak bu guruba dahil olmaktan büyük onur duyuyor.

Gözleri görmeyen Homer, en büyük şair olarak bu gurubun lideri. Gözüyle değil, gönlüyle görüyor. Diğerleri Latin şairler ve kendisi de bu Latin geleneğini İtalyanca olarak sürdürecek. O da tarihe İtalya’nın en büyük şairi olarak geçecek.

 

Ibni Sina ve Ibni Rüşt

İlim adamlarının arasında Avicenna- İbn-i Sina ve Avereoes- İbn-i Rüşt de var.

İbn-i Sina’ nın tıp kitapları, senelerce Avrupa üniversitelerinde ders kitabı olarak okutulmuş;

İbn-i Rüşt’ ün Aristo felsefesi üzerine yazdığı şerhler de Avrupa da Rönesans’ ın yolunu açmıştır.

İbn-i Rüşt, Kordoba’ da yaşarken, önce kadı olur, sonra, halifenin isteği üzerine Aristo kitaplarına şerh yazmaya başlar.

Kısa şerh (özet) orta şerh (Aristo’ nun zor cümlelerini anlaşılır tarzda, kendi cümleleriyle yazmış) Uzun şerh (kendi fikirleriyle açıklamış) olarak üç eser verir.

O dönemde, Yunanca’ dan, Arapçaya çevrilen eserler, Müslüman bilim adamlarının çalışmalarıyla Avrupa’ ya gelmiş; Avrupa’ da  Arapçadan Latinceye; Latinceden diğer Avrupa dillerine çevrilmiş.

İbn-i Rüşt’ ün Aristo üzerine çalışmaları çok değerli olduğu için, Avrupa’ da kendisine “The Great Commentator”, Arap dünyasında “Şarih” veya “Şarih-i azam.” Deniyor. En büyük yorumlayıcı, şerh eden anlamında.

Müslümanların bilim dünyasında ilerlemeleri üzerine, Papalığa bağlı üniversiteler de açılmış, onlar da dine uygun olarak, bilim çalışması yapmakla görevlendirilmiş.

Paradiso bölümünde göreceğimiz Thomas Aquinas hem din adamı, hem felsefe alimi, o da İbn-i Rüşt’ ün eserlerinden yararlanarak kendisi şerhler yazmış. O da Aristo’ yu kendi çağına taşımış.

Bağnaz düşünce de olanlar, İbn-i Rüşt ü reddetmiş. Hristiyan dünyasında Avereoes’ciler ve Averroes’ a karşı olanlar ayrımı çıkmış.

Dante, Aristo felsefesine verdiği önem ve İbni Rüst’ e duyduğu saygı gereği, bu Müslüman ilim adamını, felsefe evinde diğer felsefecilerle beraber tutuyor. Dante de, Sokrat gibi, Bilgi’nin, kurtuluşa ermekteki önemine inanıyor.  Bilirsen hata yapmazsın. Cennet yolcusu olursun.

Limbo ’da, İbn-i Sina ve İbn-i Rüşt’ ten başka Selahaddin Eyyubi de var. O devirde ünü Avrupa’ya yayılmış Kudüs fatihi olan cesareti adaleti iyiliğiyle bilinen komutan. Burada sayılan ilkelerin belki de hepsine sahip. Yedi büyük erdem, kitap da kalmamış, hayatıyla da örnek davranışlar sergilemiş. Sadece Müslümanlardan değil; Hristiyanlardan da övgü almış. Savaş esirlerini kendi cebinden para vererek kurtarmış, anaları evlatlarına kavuşturmuş; esirlere merhametli davranmış.

İsimlerin belirtilmesi:

Bütün isimlerin sayılıp dökülmesi, bir önceki kantoyla zıtlık teşkil ediyor. Şair, 3. Kanto da tarafsız olan, hiçbir şeye karışmayan, sorumluluk almayan, dünyadan seyirci gibi geçenlerin ismini anmaya gerek görmemişti. Buradaysa fark yaratanları sayıyor. O dönemde ansiklopedik bilgiler içeren kitaplar yazma adeti var. Dante, bu bilgileri edebi bir metin içerisinde şiir formunda vermeyi tercih etmiş.

 

Felsefe Evi

Felsefe evi bir kale şeklinde yapılmış, yedi duvar, yedi kapı, yedi kulesi var.

Yedi Rakamı Liberal Arts’ ı simgeliyor.

 Gramer (Genel olarak Edebiyat, Felsefe, Dilbilim);

Dialektik (Mantık);

 Retorik (Güzel söz söyleme toplum önünde konuşma, sözle ve yazıyla ikna etme sanatı);

Aritmetik; 

Geometri;

 Astronomi ve

 Müzik

Klasik eğitimin temelleri. Bilgiyle edebiyatla insanların özgürleşeceğine inanılıyor. O yüzden ismi Liberal Sanatlar. Ortaçağ’ da da klasik çağda olduğu gibi eğitimli insanlar, bir konuda uzmanlaşma yerine bu konuların hepsinde yaşadıkları devrin imkanları ölçüsünde kendilerini olabildiğince yetiştirmeye çalışıyorlar. Daha sonraları da Rönesans devrinde Leonardo da Vinci gibi, Renaissence Man denilen çok bilgili insanlar görülecektir.

Yedi Rakamı, Aynı Zamanda Yedi Erdemi Simgeliyor

Felsefenin dört Erdemi:

Wisdom- Prudence: Bilgelik / İhtiyat

Courage –Fortitude: Cesaret Kuvvet

Temperance : Nefsine Hakim olma ve İtidal

Justice: Adalet

Dinin üç Erdemi:

Faith -Iman

Hope -Ümit  - Allahtan ümidi kesmemek

Caritas-Charity: Merhametli olma İnsanlara Yardım etme, İnsan sevgisi

 

Harrowing of Hell* Cehennem’de Deprem

 Burada orta çağ kilisesinin bir başka inancını görüyoruz.  Daha sonra ki bölümlerde göreceğimiz gibi Hazreti Isa’ nın ne zaman yaratıldığı tartışması olmuş ve çoğunluk, O’nun yaratılışındaki özellik dolayısıyla alemlerin yaratılışından evvel ilk defa olarak Hazreti İsa’nın yaratılmış olduğuna inanmış. Bu görüşe göre, Cennet’ te Hazreti İsa’yla beraber, aynı zamanda yaratılıyor, O’ndan önce hiç kimse Cennet’e giremiyor.

Burada Hazreti Âdem ve Havva Ana akla gelebilir. Dante’nin İlahi Komedya ‘daki planına göre onların bulunduğu yer, “Earthly Paradise” denilen dünya Cenneti, Araf’ın en tepesinde bulunuyor. Göklerdeki Cennet ayrı (Paradiso.)

Müslüman düşüncesiyle bağdaşmayan bu görüşe göre, Hazreti Isa ’nın vefatıyla beraber Cehennem ’de bir deprem oluşur, kayalar yıkılır. O sırada Cehennem’e gelen, Isa Peygamber, kendisinden önce gelen diğer peygamberleri oradan çıkartır ve Cennet’e götürür. Bu hadise çarmıha gerilişi ile dirilişi arasındaki günlerde olur.

Komedya ’da her bir kantoyu bir tiyatro oyunundan bir sahne gibi düşünürsek, Dante’nin adeta canlı bir tablo yarattığını görürüz. Bazen kendi fikirlerini anlatmak, bazen de, seyirciye bir sahne sunup, O’nun hakkında düşünmesini sağlamaktır amacı. Belki Orta çağ inanışlarının bazısına kendi de inanıyor, belki de, “bu aslında böyle değil, bir bakın düşünün” demek istiyor okuyucusuna.

Şiirin yazılış tarzı şifrelidir, her şey ilk anda göründüğü gibi değildir.

 

Işık

Cehennem kör karanlıkken; Felsefe evi aydınlık. Çünkü onun aydınlığı kendinden bilimden geliyor.

Burada yaşayanların günahı olmadığı için, çektikleri bir eza da yok. Yeşil bir bahçede yaşıyorlar. Hiçbir şeyden mahrum değiller. Ama tek üzüntüleri Cennet’ e gidememek ve Yaratan’ ı görememek.

Çok sevinçli veya çok üzgün değiller, normal bir hayat yaşıyorlar.

Ayrıca filozofların olaylara duygusal yaklaşmamaları, soğukkanlılıkla değerlendirmeleri de bu sakin, ağırbaşlı tavırlarını açıklıyor.

 

Rodin-Kiss


Kanto 5

Aşk-Meşk

Francesca ve Paolo

Böylece, ikinci halkaya indim.

Burada giderek, daha fazla hüzün, ağlama, inleme sesleri vardı.

Koca Minos, dişlerini gıcırdatarak, kapıda bekliyor; gelenlerin günahlarını itiraf etmelerini istiyordu.

İtirafları dinledikten sonra, günahkarları yargılıyor,

Cehennemin hangi kısmına gönderileceklerine karar veriyordu.

 

Kaçıncı bölgeye gönderildiklerini anlamak için, günahkârlar, Canavar’ın kuyruğuna bakıyorlardı.

Kuyruğu kaç kere kendi etrafında dolarsa, o sayıya göre gidecekleri yeri anlıyorlardı.

Önünde daima, toplanmış bir kalabalık vardı,

Herkes Minos’ a itirafta bulunmak için sırasını bekliyordu.

 

Minos beni görünce bu olağanüstü vazifesini bıraktı ve

“Hey Sen! Bu azap ülkesine gelen!

Kapının genişliğine bakma, Nasıl girdiğine dikkat et, kimseye güvenme

 

Virgil “Neye itiraz ediyorsun? Onun giriş izni var mâni olma,

 yukarıdan -emri yerine getirilen kişiden- izin almış, daha fazla soru sorma bize” dedi

 

Şimdi artık iyice moralim bozulmaya başladı.

Burada bütün ışıklar karartılmıştı.

Önümüzde sanki karanlık bir deniz vardı,

Ve denizin üzerinde bitmez tükenmez bir fırtına.

 

Karşıt rüzgarlar, hortumlar buna maruz kalan ruhları yerden yere, savuruyordu.

Yukarı doğru atıldıklarında, kayalara çarptıklarında, bu zavallılar, felaket rüzgarlarına söyleniyorlardı.

 

Buraya düşenler şehvet tutkularının kurbanı olmuşlardı.

Akılla değil, duyguyla karar vermişlerdi. Rüzgarlar, onları,

Bir yukarı, bir aşağı, bir sağa, bir sola; yerden yere savuruyordu.

 

Bir anlık sükûnete, muhtaçtılar.

 

Biraz sakinliğe kavuşmak, acıyı biraz daha az hissetmek istiyorlardı ama hiç ümitleri yoktu.

 

“Bu karanlıkta bu acıyı çekenler kimler üstadım?” dedim.

 

“İlk gelen Semiramis’ tir.

Bir zamanlar pek çok millete hükmeden bir imparatoriçeydi.

Meydana gelen skandalı örtmek için istediği gibi kanunlar çıkarttı.

Ninus’ un eşiydi, sonra varisi oldu.

Onun hükmettiği topraklara artık Sultan hükmediyor!

 

Arkadan Cleopatra geliyor;

Sonra Truvalı Helen; onun yüzünden senelerce ıstırap yaşandı,

Biliyorsun Achille’in hikayesini,

En son savaşta aşkı buldu.”

 

Virgil, aşk- meşk meseleleri yüzünden, buraya düşmüş olan daha yüzlerce ruhu gösterdi.

Bunların halini görünce içim acıdı.

Yine yolunu kaybetmiş bir adam gibi oldum!

 

“Söyle bana Şair, acaba ben şu ilerde hafif bir rüzgarla,

buraya doğru savrulan ikiliyle konuşabilir miyim?”

 

“Onlar buraya gelene kadar bekle, sonra onlara sevgiyle hitap et.

Onlar aşka gitmişlerdi, Aşk’ı duyunca gelirler.”

 

Yanımıza yaklaşınca onlara seslendim hemen;

Bu ıstırapla hırpalanmış olan ruhlar, eğer yasak değilse, benimle konuşur musunuz?”

 

Dido’ nun yanından ayrılarak, yuvalarına kavuşmak isteyen güvercinler gibi

O kötü rüzgarla mücadele ederek yanıma geldiler.

Benim içten seslenişim onlara böyle bir etki yaptı.

 

“Yaşayan adam, kibar ve iyi niyetli,

Bizi bu karanlıkta ziyarete geldin,

Bizim vücudumuz, dünyayı kanla lekelemişti,

 

Alemlerin yöneticisine –eğer kabul ederse- yakaralım, sana iyilik, sağlık, huzur versin.

Çünkü, sen bizim halimize acıdın.

Şimdi rüzgâr durmuşken ne istersen söyle, seninle konuşmak bizi mutlu eder.

Po ırmağının denize döküldüğü, huzura kavuştuğu yerdeydik;

 

Aşk onun kalbini sardı; Benim... benden alınan güzel vücudum yüzünden.

O felaket beni hala yaralamakta.

 

Aşk, aşığı bırakmaz, maşuku bırakmaz.

Beni öyle bir eline aldı ki; gördüğün gibi hala bırakmadı.

O aşk ki; bizi ölüme götürdü...

 

Bizim hayatımızı elinden alanı, Gianciotto’yu, Caina bekliyor.”

 

 

Onların sözleri bize ulaşınca, başımı önüme eğdim.

Şair sordu: “Ne düşünürsün?”

 

“Of, of kim bilir ne hülyalar, ne güzel düşünceler onları bu hale getirdi.

Ne özlemler, ne sevdalar yaşadılar.” dedim. Sonra tekrar bu çifte döndüm:

“Francesca, anlattıkların beni hüzne gark etti; ağlattı.

Nasıl başladı bütün bunlar, söyle bana.”

 

En acısı, mutsuz zamanlarda geriye dönüp bakmak ve mutlu zamanları hatırlamaktır.

Bunu üstadın iyi bilir. Aşkımızın nasıl başladığını bilmek istiyorsan,

 anlatayım; hem ağlayayım, hem de anlatayım:

 

Bir gün birlikte zaman geçirmek için, Lancelot’ un şiirlerini,

O’nun nasıl aşka teslim olduğunu okuyorduk.

Yalnızdık ve hiçbir şeyden şüphelenmemiştik.

 

Okurken, hep gözlerimiz birbirini buluyordu,

Yüzlerimiz sararıyordu.

Sadece bir an bizi mağlup etti.

 

Kızın güzel gülüşünü öpen, hakiki sevdalıyı okuyunca, bu yanımdaki,

 -benden hiç ayrılmayacak olan, -bu yanımdaki;

Bütün vücudu titrerken, öptü beni dudaklarımdan.

 

Ya kitaba ve kitabı yazan şaire ne demeli?

O gün, artık kitabı bir daha okumadık.”

 

İki ruhtan biri bunları anlatırken, diğeri ağlıyordu.

Bende de onların acısından o kadar etkilendim ki; bayılmışım.  

Bir anda ölü gibi yere yığılıp, kalmışım...

 

Ary Scheffer

 

Yorum

Dante ve Virgil Felsefe evini gördükten sonra, Cehennemin ilk halkasına gelirler, asıl Cehennem burada başlamaktadır. Cezalandırılan ilk günah, şehvet sebebiyle işlenen günahlar olmakta.

Nasıl Cennet bahçesinde her şey yolundayken Âdem ve Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle ilk günah işlendiyse, burada da ilk günah aşk günahı ve Felsefe evinin bulunduğu sakin ve huzurlu ortamdan sonra, beşinci bölümde ilk günah olarak aşk meşk konusu, rasyonellik değil de duygulara esir olma hali ortaya çıkıyor.

 

Burada Zebani rolünde, mitolojik bir karakter olan Minos var. Minos şairlere “gideceğiniz yere dikkat edin” diyor. Hem yönlerini bulmaları bakımından, hem de Cehennemdeki ruhlarla konuşurken dikkatli olmaları konusunda uyarılmış oluyorlar.

Bulundukları yer, kör karanlık ve her taraftan kuvvetli rüzgarlar esiyor. Ruhlar, sağdan sola, soldan sağa savruluyor; bir an bile huzur bulamıyorlar. Aklını bir kenara bırakıp, duygularıyla hareket edenler, öbür dünyada da fırtınaya tutuluyorlar.

Cennet’ te nasıl melekler, sürekli sonsuzluğu temsil eden bir halka çizerek, Tanrı’ nın etrafında dönüyorlarsa, buradaki ruhlar da, devamlı olarak, dairesel hareketlerle dönüyorlar. Havada dönen leylekler gibiler.

 

Kuşların avlanmak için daire çizmesi gibi henüz doygunluğa ulaşamamış, istek ve arzuları devam eden ruhlar Inferno’da sürekli hareket halindedir.

 Cennetlikler ise artık huzura ermiş, başka bir şeyde akılları kalmamış ruhlar. Cennet, hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeden ruhların sıkıntısız, tasasız yaşadığı bir yer olarak tasvir ediliyor ileriki bölümlerde.

 

Bu kantoda tarihten örnek verilmiş; o dönemin anlayışıyla, Kraliçelerin, eşleri öldükten sonra başkalarıyla evlenmeleri eleştiriliyor.

 

Semiramis

 

Asur Kraliçesi olan Semiramis, eşi Ninus ' un ölümü üzerine hakimiyeti eline almış, kralın varisi olmuş ve ikinci defa evlenebilmek için kanunu değiştirmiş.

 

Dido

  Aeneas’ ı Kartaca’ da misafir eden Kraliçe Dido; daha evvel kocası öldüğünde onun hatırasına sadık kalacağına yemin etmişken, Aeneas’ a âşık oluyor, aralarında büyük bir sevgi yaşanıyor fakat Aeneas onu bırakıp, Roma’ yı kurmak üzere İtalya’ ya yelken açtığında bu durumu onuruna yediremeyip intihar ediyor. Çünkü, Truvalı kahraman, Roma devletini kurmayı kendi kaderi olarak görüyor.

 

Cleopatra

 

Cleopatra’nın hem Sezar, hem de Sezar’ın ölümünden sonra Mark Anthony ile olan ilişkisi, Roma’da Sezar karşıtları tarafındandın iyi karşılanmamış.

Roma’da Cumhuriyet’i korumak isteyen, tek adam yönetimine karşı olan muhalefet, Sezar’ın Mısır’daki firavunluk gibi bir kraliyet hevesine kapılmasını, giderek daha da güç kazanmasını istemediği için Cleopatra ile olan ilişkisine de iyi bakılmamış. Ayrıca hem Sezar hem de Mark Anthony Cleopatra ile ilişkileri olduğu dönemde evliler.

 

 

Hem aşk hem devlet işleri bir arada bu örneklerde. AMOR tersten okunduğunda ROMA oluyor.  Roma tarihinde Sezar’ ın, Mısır’ da çok kalması, “orada imparatorluk hevesine kapıldı, Roma kanunlarını değiştirecek imparator olacak” diye eleştirilmiş.

Siyasete olan ihtiras da, aşka benzetiliyor.

 

Dante’ nin gözü birlikte savrulan iki ruha takılıyor; onlarla konuşmak istiyor. Bunlar Francesca ve Paolo. Dante’nin yaşadığı dönemde onlar da Floransa da yaşamış olan iki sevgili. Her ikisi de evli olduğu halde, aralarında bir aşk ilişkisi başlamış. Francesca, Paolo’ nun ağabeyi Giovanni evli. Paolo, Francesca’ nın eşinin evde olmadığı zamanlarda, sık sık onun ziyaretine geliyor ve bir gün birlikte kitap okurken, aralarında yakınlaşma oluyor. Bu durumu evde çalışanların haber vermesi üzerine, Giovanni, eve gelip, hem karısını, hem de kardeşini öldürüyor.

 

Dante, bu iki ruhla konuşmak isteyince; Virgil, aşktan bahset; gelirler diyor, gerçekten de ehlileştirilmiş güvercinler gibi, aşk sözünü duyunca hemen geliyorlar. Francesca hikâyeyi anlatıyor; Paolo ağlıyor.

 

Francesca, asil bir aileden geliyor, okumuş biri, edebi bir dille anlatıyor hikayesini, Provinçal aşk şiirlerini anımsatırcasına konuşuyor. Bu durum Dante’ yi derinden etkiliyor. Çünkü, O da, Beatrice için bu tarzda şiirler yazmıştı. Bir şair olarak, şiirin okuyucuyu nasıl etkilediğine şahit oluyor; Francesca ’yı dinlerken, sanatçının sorumluluğunu hissediyor.

 

Beatrice, daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, Dante’ yi kurtarmak için gelip; Virgil ‘den yardım istediğinde, “Aşk konuşturdu beni, Aşk buraya getirdi” demişti. Aşk cümlenin öznesi. 

 Cennet bölümünde daha sonra göreceğimiz gibi Aşk döndürüyor dünyayı. Yaratılış, bedene ruh üflenmesi de sevgiyle oluyor.

 Francesca’ da aşkı kabahatli buluyor, (kendisine kabahatli bulmamak için belki de.)

Aşkı karşı konulamaz bir güç olarak görüyor. Şiiri, şiir kitabını suçlu buluyor, yazılanların etkisinde kaldıkları için.

 

Bir evvelki kanto da, Felsefe evinde Dante en büyük şairler arasındaydı; onlardan biri olmakla, onların arasına girmekle büyük gurur duymuştu; şimdi ise yazdıklarının insanlar üzerindeki etkisine tanık olarak, ‘eğer yanlış bir şeye yol açtıysa’ diye üzüntü duyuyor.

 

Francesca, kendisini ve Paolo’ yu öldüren Giovanni’nin Cehennemin kardeş katillerine, yakınlarına zarar verenlere ayrılan bölümünde, Caina çukurunda olduğunu haber veriyor.  Habil’ le Kabil’ in hikayesinden yola çıkarak, Kabil’ in adı (Cain) verilmiş bu bölüme.



 

Kanto 6

Senin Şehrin Aslında Benim de Şehrim

Oburlar

 

O ikisinin üzüntüsü benim aklımı karıştırmıştı;

Kendime geldiğimde yeni fırtınalar; fırtınaya tutulmuş yeni ruhlar gördüm.

Ben hareket ettikçe onlar da etrafımda dönüyorlardı.

Baktığım her yerde onlar vardı;

Böylece üçüncü halkaya gelmiştik.

Ağır bir yağmur hiç durmaksızın yağıyordu; soğuk, belalı,

Hiç değişmeden, hiç azalmadan; hiç çoğalmadan yağıyordu...

 

Kocaman dolu parçaları ve yağmur pis sudan;

Kar, pis havadan oluşuyordu.

Toprak kötü kokuyor, ıslandıkça daha beter oluyordu.

 

Cerberus, acayip yaratık, zalimce, üç ağzından birden,

Yerde sürünen çamura batmış ruhlara doğru, kurt gibi uluyordu.

 

Kırmızı gözleri, siyah yağlı sakalı vardı; karnı şiş, pençeleri kocamandı.

Onu gören kaçıyordu.

Yağmur altında ruhlar da hayvanlar gibi sesler çıkarıyor;

Yağıştan kurtulmak için birbirlerini siper almaya çalışıyor, dönüp duruyorlardı.

 

Cerberus, pis solucan, bizi görünce üç ağızından birden sövmeye başladı.

Her yeri nefretle titriyordu;

 

Liderim ellerini açtı kocaman, yerden bolca çamur alarak,

Canavarın ağızlarına doğru fırlattı.

 

Kemik için havlayan köpeğin istediği verilince, hemen sakinleşip kemiğe yumulması gibi

Susup yemeğe başladı.

 

Onun susması ruhları mutlu etti;

“Keşke sağır olsak da bunu duymasak” diyorlardı.

 

Ağır yağmurun altında, hepsi yerde sürünen ruhlar arasında yürüyorduk,

Et- kemik, insan şeklinde ama hiçbir şeydiler...

 

İçlerinden sadece biri, bizi görür görmez, doğrularak oturur duruma geldi.

 

“İnferno’ dan geçmekte olan ruh, lütfen döndüğünde benden bahset;

Ben daha oradayken, doğmuştun sen” dedi bana.

 

“Çekmekte olduğun acıdan olacak tanıyamadım seni” dedim;

“Sanki hiç birbirimizi tanımıyor gibiyiz.

Ama bana kendini tanıt ve niye burada olduğunu; bu acıyı çekmekte olduğunu anlat!

Bundan beteri varsa da, bu kadar iğrenç değildir.”

 

“Güneşin altında yaşarken, o şehirde, kıskançlık hüküm sürüyordu;

Senin şehrin, aynı zamanda benim şehrimdi.

Orada bana Ciacco (Domuz) derlerdi.

Oburluk cezası çekmekteyim

Dertli bir ruhum ama yalnız değilim,

Buradakilerin hepsi aynı dertten mustarip,

Benimle aynı suçun cezasını çekmekteler.”

 

Daha fazla bir şey demedi. Ben sordum;

“Ciacco, o kadar perişan haldesin ki; senin haline ağlıyorum,

Ama söyle bana; eğer söyleyebilirsen, ne olacak o bölünmüş şehrin hali?

Orada adil kimse var mı? Niye bu kadar bölündü o şehir?”

 

“Pek çok kavga olacak ve çok kan dökülecek;

Kırsaldaki parti (Beyazlar- Dante’nin partisi),

 Diğerini (Siyahlar) atmak için şiddete başvuracak.

 

Ama sonra hakimiyeti kaybedecek.

Üç sene içinde, öbür parti muzaffer olacak.

O tarafsız gözükenin sayesinde. (Papa Boniface)

 

Bu parti (siyahlar) diğerini yere batıracak. Kendi kafası da göklerde,

Suçlamalar olacak. Senelerce şikâyet edecekler.

Bir, iki iyi var aralarında, ama o kadar.

İsmini duymazsın bile onların.

Kıskançlık, Aç gözlülük ve Kibir, üç günahı o şehrin yangınının nedeni.”

Böyle bitirdi sözlerini.

 

Dedim ki; “Biraz daha bilgi alabilir miyim senden?

Ne oldu iki onurlu adama; Farinata ve Tegghiaio’ ya

Jacopa ve Rusticcucci’ ye; Arrigo ve Mosca’ ya?

Ve iyi olmaya kararlı olanlara?

Şimdi neredeler? Belki görürüz onları.”

 

Cennette mi, Cehennemde mi olduklarını öğrenmek istiyordum.

 

“En karanlık ruhların arasındalar.

Değişik günahlardan dolayı, Cehennemin dibini boyladılar.

Eğer o kadar derine inersen görürsün onları.

Ama o tatlı dünyaya geri dönersen, yalvarırım sana, insanlara benden bahset.

Artık daha bir şey söylemem, boşuna sorma.”

 

Şaşı gözlerinin biriyle, baktı bir müddet,

Sonra başını eğip, yüzüstü gene çamura yattı. Diğer körlerin arasına...

 

“Artık kalkmaz;” dedi Virgil;

Taa ki Sur’a üfleninceye ve karşı çıkılmaz Otorite gelip de, herkes ete kemiğe bürünene kadar.

O zaman gömüldükleri yeri bulurlar. Ve son hüküm okunur.”

 

Bu yapışkan çamurdan geçtik.

Ruhların çamura bulandığı yerden, yavaşça yürüyorduk,

 

Ona sordum:

“Efendim hesap günü gelip de, son hüküm verilince ne olacak?

Bunların durumu daha iyi mi olacak, daha kötü mü?

Ya da aynı mı kalacak?”

 

“Biliyorsun sen bunları; ‘İlmini hatırla!” dedi.

“Bir şey mükemmel halini alınca, acı da, haz da artar.

Bunlar günahkardır; hiç bir zaman mükemmelliğe eremezler, ama yaklaşacaklar.”*

 

O halkayı dönmeye devam ettik.

Pek çok şey anlattı bana.

 Tekrar inişe geçilen yere geldik sonunda,

Ve Zenginlik Tanrısı Pluto’ yu, büyük düşmanı gördük.


Delacroix


 

 

Yorum

 

Geçen kantoda Francesca ve Paolo’ nun durumuna üzülen Dante bayılmıştı. Burada uyandığında acı çeken ruhlar görüyor.

AMOR tersinden okunduğunda ROMA oluyor demiştik. Burada siyasi hırsından dolayı kendine hâkim olamayanlar, aklı bir kenara bırakıp, hırsın etkisinde kalanlar var.

Komedya ’da 6. Kantolar Siyasi kantolar olarak bilinir. İnferno 6 Floransa’yı, Purgatorio (Araf) 6 İtalya’yı, Paradiso 6 İmparatorluğu anlatır.

 

Şairler bu bölümde oburlar kısmına geldiler. Bu kanto da, bir önceki gibi bedenle ilgili. Yeme içmede ölçüyü kaçıranlar, aklını kullanıp durmayı bilemeyenler, nefse hâkim olmayanlar burada.

 

İlk mısralarda aklının uykudan uyanması, aklının başına gelmesini anlatıyor. Akıl kelimesiyle ölçü kelimesi Latince’ de aynı kökenden geliyor. Aklını kullanmakla ölçülülük birbiriyle bağlantılı.

 

Oburluktan kasıt, bencil olmak, bir şey üretmeyip, hep yemek. Eti kemiği varmış gibi, insan suretindeler ama içleri boş; kendileri bir şey değil bu kişiler.

Hep cebini doldurmaya bakıyor; halka hizmet etmek umurunda değil.

 

Cezaları pislik içinde olmak; pislik yağmuru altında kalmak. Güzel olarak düşündüğümüz herşeyin tersi.

 Yağmur yağdığında çiftçiler sevinir; “rahmet yağıyor” der. Toprağı güzel bir koku kaplar; bereketi simgeler, iyi ürün almak için dua ederler. Yağmurda yürümek insanı rahatlatır, mutlu eder.

Ama buradaki durum tamamen tersi; pislik yağdıkça topraktan da kötü koku geliyor. Kokuşmuşluk çürümüşlük var, bir şey üretmiyor.

 

Devlet de, toplumsal organizasyonlar da, insan vücuduna benzetiliyor. Beden “corp” kelimesi Corporation; Corps- diplomatiques (Diplomatic corps) gibi terimlerin de kaynağı. Bir topluluğun bütününü ifade ediyor.

 

 İnsan bedeninden Floransa’ya, o şehir devletinin kişiliğine, o şehirde yaşayan insan topluluğuna geçiş var.

Dante orada gördüğü Floransa’ lı Ciacco ile konuşuyor. Bütün ruhlar yerde sürünürken, Ciacco Dante ve Virgil in konuşmasını duyunca yattığı yerden doğrulup, Dante ’yle konuşmak istiyor.

Dante ilk başta onu tanıyamıyor, pislik içinde ve çektiği acıdan yüzü değişmiş tanınmayacak hale gelmiş. Konuşunca Ciacco olduğunu anlıyor. Bu kişinin lakabı Domuz manasına geliyor.

İnferno’ daki ruhlar gelecekten haber verebiliyorlar. Dante, O’na Floransa yı ve birbiriyle rakip iki parti arasındaki iç savaşı soruyor.

 

Ciacco iki partiden, Beyazların önce, siyahları şehirden süreceğini fakat, daha sonra Siyahların üstünlük kazanarak, bu defa onların Beyazları süreceğini anlatıyor.

Beyazlar Dante’ nin Partisi ve Dante bu gurupla beraber bir daha geri dönmemecesine Floransa’ dan sürülecek.

 

İnferno’ nun yazılmaya başlandığı tarih 1307; fakat eserde yazılan olayların başlangıç tarihi 1300, dolayısıyla bu olayları zaten yaşamış Dante ama geriden başlattığı için bu Ciacco’ nun kehaneti gibi yazılmış. Böyle bir teknik kullanıyor.

Dante daha sonra Floransa’dan tanıdığı diğer ruhların akıbetini soruyor, onların da Cehennem de olduğunu öğreniyor.

 

Cerberus

 

Mitolojide zenginlik Tanrısı Pluto’ nun köpeğidir; üç kafası, üç ağzıyla oburluk timsali ve yeraltı dünyasının bekçisidir. İçeri giren kimseyi dışarı bırakmıyor. Mafya babalarının fedailerini hatırlatıyor.

 

İlmini hatırla

 

Virgil burada Aristo felsefesini kastediyor. İnsanın ruh ve beden bütünlüğüyle mükemmele erişeceğini söylüyor.

 

 


Boticelli

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder