Limb0
Felsefe Evi
Gök gürlemesiyle
uyandım, kendime geldim;
Kalktım, nerede
olduğumu anlamak için, meraklı gözlerle sağıma, soluma baktım,
Çukurun
kenarındaydım;
Uçurumdan aşağıya,
hiç dinmeyecek acılar diyarına bakıyordum.
Öyle derin, öyle
karanlık ve öyle sisliydi ki;
Ne kadar görmeye
çalışsam da, bir şey anlamadım.
“Kör karanlık” dedi
Şair, onun da beti benzi soluktu.
“Önce ben ineceğim, sen takip et.”
O’nun yüzünün halini
gördükten sonra;
“Senin yüzün solgunlaşmışsa, ben nasıl
inebilirim?
Her zaman sen
benim korkumu giderirdin,”
dedim.
“Korkudan değil bu halim, üzüntüden,
O acılar içindekileri düşünmek, yüzümü soldurdu,
Şimdi devam
edelim, yolumuz uzun” dedi
Yola koyulduk.
Çukurun kenarındaki ilk halkadaydık,
Burada haykırış
yoktu, yalnız iç çekişler vardı.
Havada titriyordu bu
iç çekişler. Acı çekmiyorlardı, yalnızca üzgündüler.
Çocuk, kadın ve
erkekler.
“Kim olduğunu sormuyorsun buradakilerin.
İlerlemeden önce bilmelisin ki; bunlar günahkâr değildir.
Her ne kadar değerli kimseler ise de, yine Cennet’ e
gidememişlerdir;
Çünkü vaftiz
edilmemişler. Senin inancında vaftiz olmak şarttır.
Bunlar Hristiyanlıktan önce yaşadılar.
Sizin gibi iman etmediler. Ben de onlardan biriyim.
Günahsızız ama yine de buradayız.
Kaybolmuş ve cezalandırılmışların yanında, ama ayrı...
Umutsuzca ve arzulayarak.”
Onun üzüntüsü
kalbimi daralttı. Aralarından bazılarını tanıdım;
Kıymetli kişileri
gördüm Limbo’ da. Ne yazık ki orada kalmışlardı.
“Değerli Üstadım, hiç buradan kurtulan oldu
mu şimdiye kadar?” diye sordum.
“Yeni gelmiştim ki buraya, kudretli Efendinin, (Hazreti
İsa’nın) geldiğini gördüm.
Başında zafer tacı, babamız Adem’i buradan aldı götürdü.
Habil’ le Nuh’ u da. Kanunları yapan Musa’ yı,
İbrahim, Davut ve Israil’i, Çocukları ve babalarıyla
beraber.
Raşel de oradaydı.
Ve diğerleri,
buradan aldı onları, Cennet’ e çıkardı,
Bilirsin, bu olaydan
önce, hiçbir ruh yukarı çıkarılmamıştı.”
Bunları anlatırken
durmadık. Yolumuza ormandan devam ettik.
Ağaçların arasında
pek çok ruh vardı.
Uyuduğum yerden çok
uzağa gitmemiştik ki,
Gölgelerin arasından
ateşi gördük.
Yaklaşınca oranın
sahibi onurlu insanları gördük.
“Ey, bilgiyi ve sanatı onurlandıran yüce şair,
Burada kıymetlerinden dolayı diğerlerinden ayrı tutulmuş
kişiler kim?” diye sordum.
“Bu kişilerin adı hala dünyada anılır, yaptıkları işler Yukarıdan
takdir görür,
Öyle oldukça, burada ki değerleri artar.”
O sırada birisi: “Meşhur şaire saygı gösterin;
Kendisi aramızdan ayrılmıştı şimdi döndü” dedi.
Bir sessizlik oldu,
yanımıza dört kişi yaklaştı,
ne çok mutlu ne de üzgün görünüyorlardı.
Virgil onları
görünce, “Elinde kılıç olana iyi bak”
dedi.
Yanında diğer üç
büyük vardı,
Şairlerin kralı
Homer birinci, Hiciv yazarı Horace ikinci,
Ovid üçüncü ve Lucan
dördüncü idi. Beni onurlandırdılar.
Epik tarzının Efendisinin (Homer’in) etrafında
toplandılar
O kartal gibi,
hepsinin üzerinde yükseliyordu.
Biraz konuştuktan
sonra, bana dönüp selamladılar.
Üstadım gülümsedi,
mutlu olmuştu.
Beni aralarına davet
ettiklerinde, çok onurlandım; en büyükler arasında altıncıydım.
Işığa doğru yürüdük,
Konuştuklarımız
konusunda, sessizliğimi korumalıyım.
Sadece onlarla
beraber olduğumu söylemem yeterli.
Asil bir kalenin
dibine geldik.
Yedi kat duvarla
çerçevelenmişti;
Etrafından ırmak
dolaşıyor, hendek vazifesi görüyordu.
Irmağın üzerinden,
sanki karadan yürürcesine geçti.
Yedi kapıdan geçtik
bu bilgelerle, yemyeşil bir çayıra vardık.
Ağırbaşlı insanları
gördük orada, hüzünlüydüler.
Otorite
sahibiydiler. Az konuşuyorlardı, kibar ve alçak sesle;
Sonra tepeye
tırmandık.
Çıktığımız yer
tamamen ışıktı;
Oradan herkesi
görebiliyorduk.
O yeşilliğin içinde,
büyük ruhlar bana göründü; hâlâ hatırladıkça mutlu oluyorum.
Electra tohumuyla
beraber; (Truva’nın kurucusu Dardanos’ un annesi)
Hector ve Aeneas
(Roma’ nın kurucusu)
Sezar, asker zırhı
ve şahin gözleriyle;
Camilla,
Penthesilea;
Latin Kralı, diğer
tarafta kızı Lavinia ile beraber (Aeneas’ in eşi)
Tarquine’ i kovan
Brutus;
Lucrezia (Roma
prensinin tecavüzüne uğrayan asil bir hanım)
ve Julia (Sezar’ın kızı, Pompey’ in eşi)
Marcia (Cato’nun
eşi) ve Cornelia;
Selahaddin, yalnız
başına... (Selahaddin Eyyubi)
Gözlerimi biraz daha
yukarı kaldırıp,
Bilenlerin üstadına
baktım (Aristo)
Felsefe ailesiyle
birlikte oturuyordu.
Hepsi O ’na bakıyor,
saygı gösteriyorlardı.
Sokrat ve Plato, en
yakınında olanlardı.
Democritus, Diogene,
Empedocles ve Zeno;
Thales, Anaksagoras, Heraclitus,
Bilim adamları, Dioscorides,
Orpheus;
Tully (Cicero),
Linus, ahlaklı Seneca;
Euclyd, Ptholomy
Hipokrat, Galen, Avicenna
(İbni Sina),
Büyük Şarih Avereoes
(İbn-i Rüşt)
Hepsini sayamam, yola
devam etmem lazım
Anlatılanlar gördüklerimizden
yaşadıklarımızdan az genellikle.
Altı kişilik
gurubumuz ikiye ayrıldı,
Bilgili rehberim
beni başka yöne götürdü.
Sükûnetten
fırtınaya,
Hiçbir parıltının
olmadığı yere vardım…
Yorum
Dante ve Virgil, Acheron ırmağını geçerler. Dante
korkusundan bayılmış olduğu için, o geçişi hatırlamaz; karşı kıyıda, bir gök
gürlemesiyle uyanıp; etrafına bakar, nerede olduğunu anlamaya çalışır.
Bir uçurum kenarında olduklarını fark eder. Bu uçurum Cehennem
çukurudur. İçinden korkunç sesler, inlemeler
gelmektedir. Virgil’ in de yüzü kararmış, sıkıntılı bir halde, “yolumuza devam edelim” dediğinde,
Dante’nin korkusu daha da artar.
İlk görecekleri yer, Limbo’
dur. Limbo, İtalyanca bir
şeyin kenarı anlamına gelmektedir ve bu şiirde Cehennemin kıyısını ifade eder.
Buradaki ruhların çoğunluğu, Isa’ dan önce yaşamış olan Yunanlı ve Latin
filozof, yazar, şair ve bilim adamlarıdır.
Dante, onlara, “Virtuous Pagans- Erdemli Paganlar” diyor.
Burada Katolik kilisesini “Cennet’ e yalnızca Hristiyanlar
girecek” demesi ve vaftiz olma şartını getirmesi
dolayısıyla eleştiriyor. Çünkü Limbo’ da aynı zamanda vaftiz edilmeden ölmüş
olan pek çok bebek de var.
Bu adaletsizlik, İlahi Komedya boyunca Dante’ yi rahatsız edecek; “niye Isa’ dan önce dünyaya gelenler Cennet’
e giremiyor; niye Hindistan’ da veya Afrika’ nın bir köyünde doğmuş olup da
Hazreti Isa’ nın adını bile duymamış olanlar Cennet’ e giremiyor” diye
soruyor. Veya “çocuk vaftiz olmadıysa onun günahı ne?” diyor.
Limbo’ da ansiklopedik bilgi verircesine, antik çağın bütün değerli
kişilerini kadın, erkek sayıyor. Devlet adamları, onların eşleri, kızları,
felsefeciler -en başta Aristo olmak üzere- oradalar.
Şairler arasında, en büyükler olarak Homer, Horace, Ovid, Lucan ve
Virgil’i sayıyor, kendisi de altıncı olarak bu guruba dahil olmaktan büyük onur
duyuyor.
Gözleri görmeyen Homer, en büyük şair olarak bu gurubun lideri.
Gözüyle değil, gönlüyle görüyor. Diğerleri Latin şairler ve kendisi de bu Latin
geleneğini İtalyanca olarak sürdürecek. O da tarihe İtalya’nın en büyük şairi
olarak geçecek.
Ibni Sina ve Ibni Rüşt
İlim adamlarının arasında Avicenna- İbn-i Sina ve Avereoes- İbn-i Rüşt
de var.
İbn-i Sina’ nın tıp kitapları, senelerce Avrupa üniversitelerinde ders
kitabı olarak okutulmuş;
İbn-i Rüşt’ ün Aristo felsefesi üzerine yazdığı şerhler de Avrupa da
Rönesans’ ın yolunu açmıştır.
İbn-i Rüşt, Kordoba’ da yaşarken, önce kadı olur, sonra, halifenin
isteği üzerine Aristo kitaplarına şerh yazmaya başlar.
Kısa şerh (özet) orta şerh (Aristo’ nun zor cümlelerini anlaşılır
tarzda, kendi cümleleriyle yazmış) Uzun şerh (kendi fikirleriyle açıklamış)
olarak üç eser verir.
O dönemde, Yunanca’ dan, Arapçaya çevrilen eserler, Müslüman bilim
adamlarının çalışmalarıyla Avrupa’ ya gelmiş; Avrupa’ da Arapçadan Latinceye;
Latinceden diğer Avrupa dillerine çevrilmiş.
İbn-i Rüşt’ ün Aristo üzerine çalışmaları çok değerli olduğu için,
Avrupa’ da kendisine “The Great Commentator”, Arap dünyasında “Şarih” veya
“Şarih-i azam.” Deniyor. En büyük yorumlayıcı, şerh eden anlamında.
Müslümanların bilim dünyasında ilerlemeleri üzerine, Papalığa bağlı
üniversiteler de açılmış, onlar da dine uygun olarak, bilim çalışması yapmakla
görevlendirilmiş.
Paradiso bölümünde göreceğimiz Thomas Aquinas hem din adamı, hem felsefe
alimi, o da İbn-i Rüşt’ ün eserlerinden yararlanarak kendisi şerhler yazmış. O
da Aristo’ yu kendi çağına taşımış.
Bağnaz düşünce de olanlar, İbn-i Rüşt ü reddetmiş. Hristiyan dünyasında
Avereoes’ciler ve Avereoes’ a karşı olanlar ayrımı çıkmış.
Dante, Aristo felsefesine verdiği önem ve İbni Rüst’ e duyduğu saygı
gereği, bu Müslüman ilim adamını, felsefe evinde diğer felsefecilerle beraber
tutuyor. Dante de, Sokrat gibi, Bilgi’nin, kurtuluşa ermekteki önemine
inanıyor. “Bilirsen hata yapmazsın. Cennet yolcusu
olursun.” Demek istiyor.
Limbo ’da, İbn-i Sina
ve İbn-i Rüşt’ ten başka Selahaddin Eyyubi de var. O devirde ünü Avrupa’ya
yayılmış Kudüs fatihi olan cesareti, adaleti ve iyiliğiyle bilinen komutan.
Burada sayılan ilkelerin belki de hepsine sahip. Yedi büyük erdem, kitap da kalmamış,
hayatıyla da örnek davranışlar sergilemiş. Sadece Müslümanlardan değil;
Hristiyanlardan da övgü almış. Savaş esirlerini kendi cebinden para vererek
kurtarmış, anaları evlatlarına kavuşturmuş; esirlere merhametli davranmış.
İsimlerin belirtilmesi:
Bütün isimlerin sayılıp dökülmesi, bir önceki kantoyla zıtlık teşkil
ediyor. Şair, 3. Kanto da tarafsız olan, hiçbir şeye karışmayan, sorumluluk
almayan, dünyadan seyirci gibi geçenlerin ismini anmaya gerek görmemişti.
Buradaysa fark yaratanları sayıyor. O dönemde ansiklopedik bilgiler içeren
kitaplar yazma adeti var. Dante, bu bilgileri edebi bir metin içerisinde şiir formunda
vermeyi tercih etmiş.
Felsefe Evi
Felsefe evi bir kale şeklinde
yapılmış, yedi duvar, yedi kapı, yedi kulesi var.
Yedi Rakamı Liberal Arts’ ı (Serbest Sanatları) simgeliyor.
Gramer (Genel olarak Edebiyat, Felsefe, Dilbilim);
Diyalektik (Mantık);
Retorik
(Güzel söz söyleme toplum önünde konuşma, sözle ve yazıyla ikna etme sanatı);
Aritmetik;
Geometri;
Astronomi
ve
Müzik
Klasik eğitimin temelleri. Bilgiyle edebiyatla insanların
özgürleşeceğine inanılıyor. O yüzden ismi Liberal Sanatlar. Orta çağda, klasik
çağda olduğu gibi eğitimli insanlar, sadece bir konuda uzmanlaşma yerine bu
konuların hepsinde yaşadıkları devrin imkanları ölçüsünde kendilerini
olabildiğince yetiştirmeye çalışıyorlar. Daha sonraları da Rönesans devrinde
Leonardo da Vinci gibi, Renaissence Man
denilen çok bilgili insanlar görülecektir.
Yedi Rakamı, Aynı Zamanda Yedi Erdemi Simgeliyor
Felsefenin dört Erdemi:
Wisdom- Prudence: Bilgelik / İhtiyat
Courage –Fortitude: Cesaret Kuvvet
Temperance : Nefsine Hakim olma ve İtidal
Justice: Adalet
Dinin üç Erdemi:
Faith -Iman
Hope -Ümit- Allahtan ümidi kesmemek
Caritas-Charity: Merhametli olma İnsanlara Yardım etme, İnsan sevgisi
(Caritas Latince sevgi manasına geliyor)
Harrowing of Hell* Cehennem’de Deprem
Burada orta çağ kilisesinin bir
başka inancını görüyoruz. Daha sonra ki
bölümlerde göreceğimiz gibi Hazreti Isa’ nın ne zaman yaratıldığı tartışması
olmuş ve çoğunluk, O’nun yaratılışındaki özellik dolayısıyla alemlerin
yaratılışından evvel ilk defa olarak Hazreti İsa’nın yaratılmış olduğuna
inanmış. Bu görüşe göre, Cennet’ te Hazreti İsa’yla beraber, aynı zamanda
yaratılıyor, O’ndan önce hiç kimse Cennet’e giremiyor.
Hazreti Âdem ve Havva Ana akla gelebilir. Dante’nin İlahi Komedya ‘daki
planına göre onların bulunduğu yer, “Earthly Paradise” denilen dünya Cenneti,
Araf’ın en tepesinde bulunuyor. Göklerdeki Cennet ayrı (Paradiso.)
Müslüman düşüncesiyle bağdaşmayan bu görüşe göre, Hazreti Isa ’nın
vefatıyla beraber Cehennem ’de bir deprem oluşur, kayalar yıkılır. O sırada
Cehennem’e gelen, Isa Peygamber, kendisinden önce gelen diğer peygamberleri
oradan çıkartır ve Cennet’e götürür. Bu hadise çarmıha gerilişi ile dirilişi
arasındaki günlerde olur.
Komedya ’da her bir kantoyu bir tiyatro oyunundan bir sahne gibi
düşünürsek, Dante’nin adeta canlı bir tablo yarattığını görürüz. Bazen kendi
fikirlerini anlatmak, bazen de, seyirciye bir sahne sunup, O’nun hakkında
düşünmesini sağlamaktır amacı. Belki Orta çağ inanışlarının bazısına kendi de
inanıyor, belki de, “bu aslında böyle
değil, bir bakın düşünün” demek istiyor okuyucusuna.
Şiirin yazılış tarzı şifrelidir, her şey ilk anda göründüğü gibi
değildir.
Işık
Cehennem kör karanlıkken; Felsefe evi aydınlık. Çünkü onun aydınlığı
kendinden bilimden geliyor.
Burada yaşayanların günahı olmadığı için, çektikleri bir eza da yok.
Yeşil bir bahçede yaşıyorlar. Hiçbir şeyden mahrum değiller. Ama tek üzüntüleri
Cennet’ e gidememek ve Yaratan’ ı görememek.
Çok sevinçli veya çok üzgün değiller, normal bir hayat yaşıyorlar.
Ayrıca filozofların olaylara duygusal yaklaşmamaları, soğukkanlılıkla
değerlendirmeleri de bu sakin, ağırbaşlı tavırlarını açıklıyor.
İnferno Kanto 5
Aşk-Meşk
Francesca ve Paolo
Böylece,
ikinci halkaya indim.
Burada
giderek, daha fazla hüzün, ağlama, inleme sesleri vardı.
Koca
Minos, dişlerini gıcırdatarak, kapıda bekliyor; gelenlerin
günahlarını itiraf etmelerini istiyordu.
İtirafları
dinledikten sonra, günahkarları yargılıyor,
Cehennemin
hangi kısmına gönderileceklerine karar veriyordu.
Kaçıncı
bölgeye gönderildiklerini anlamak için, günahkârlar,
Canavar’ın kuyruğuna bakıyorlardı.
Kuyruğu
kaç kere kendi etrafında dolarsa, o sayıya göre
gidecekleri yeri anlıyorlardı.
Önünde
daima, toplanmış bir kalabalık vardı,
Herkes
Minos’ a itirafta bulunmak için sırasını bekliyordu.
Minos
beni görünce bu olağanüstü vazifesini bıraktı ve
“Hey Sen! Bu azap ülkesine
gelen!
Kapının genişliğine bakma, Nasıl girdiğine dikkat et,
kimseye güvenme”
Virgil
“Neye itiraz ediyorsun? Onun giriş izni
var mâni olma,
Yukarıdan -emri yerine
getirilen kişiden- izin almış, daha fazla soru sorma bize”
dedi
Şimdi
artık iyice moralim bozulmaya başladı.
Burada
bütün ışıklar karartılmıştı.
Önümüzde
sanki karanlık bir deniz vardı,
Ve
denizin üzerinde bitmez tükenmez bir fırtına.
Karşıt
rüzgarlar, hortumlar buna maruz kalan ruhları yerden
yere, savuruyordu.
Yukarı
doğru atıldıklarında, kayalara çarptıklarında, bu
zavallılar, felaket rüzgarlarına söyleniyorlardı.
Bu
çukura düşenler şehvet tutkularının kurbanı olmuşlardı.
Akılla
değil, duyguyla karar vermişlerdi. Rüzgarlar, onları,
Bir
yukarı, bir aşağı, bir sağa, bir sola; yerden yere savuruyordu.
Bir
anlık sükûnete, muhtaçtılar.
Biraz
sakinliğe kavuşmak, acıyı biraz daha az hissetmek istiyorlardı ama hiç ümitleri
yoktu.
“Bu karanlıkta bu acıyı çekenler
kimler üstadım?” dedim.
“İlk gelen Semiramis’ tir.
Bir zamanlar pek çok millete
hükmeden bir imparatoriçeydi.
Meydana gelen skandalı örtmek
için istediği gibi kanunlar çıkarttı.
Ninus’ un eşiydi, sonra varisi
oldu.
Onun hükmettiği topraklara artık
Sultan hükmediyor!
Arkadan Cleopatra geliyor;
Sonra Truvalı Helen; onun
yüzünden senelerce ıstırap yaşandı,
Biliyorsun Achille’in
hikayesini,
En son savaşta aşkı buldu.”
Virgil,
aşk- meşk meseleleri yüzünden, buraya düşmüş olan daha yüzlerce ruhu gösterdi.
Bunların
halini görünce içim acıdı.
Yine
yolunu kaybetmiş bir adam gibi oldum!
“Söyle bana Şair, acaba
ben şu ilerde hafif bir rüzgarla,
Bize doğru savrulan ikiliyle
konuşabilir miyim?”
“Onlar buraya gelene kadar
bekle, sonra onlara sevgiyle hitap et.
Onlar aşka gitmişlerdi, Aşk’ı
duyunca gelirler.”
Yanımıza
yaklaşınca onlara seslendim hemen;
“Bu ıstırapla hırpalanmış olan ruhlar, eğer
yasak değilse, benimle konuşur musunuz?”
Dido’
nun yanından ayrılarak, yuvalarına kavuşmak isteyen güvercinler gibi
O
kötü rüzgarla mücadele ederek yanıma geldiler.
Benim
içten seslenişim onlara böyle bir etki yaptı.
“Yaşayan
adam, kibar ve iyi niyetli,
Bizi
bu karanlıkta ziyarete geldin,
Bizim
vücudumuz, dünyayı kanla lekelemişti,
Alemlerin
yöneticisine –eğer kabul ederse- yakaralım,
sana iyilik, sağlık, huzur versin.
Çünkü,
sen bizim halimize acıdın.
Şimdi
rüzgâr durmuşken ne istersen söyle, seninle
konuşmak bizi mutlu eder.
Po
ırmağının denize döküldüğü, huzura kavuştuğu yerdeydik; (Ravenna)
Aşk
onun kalbini sardı;
Benim...
benden alınan güzel vücudum yüzünden.
O
felaket beni hala yaralamakta.
Aşk,
aşığı bırakmaz, maşuku bırakmaz.
Beni
öyle bir eline aldı ki; gördüğün gibi hala bırakmadı.
O
aşk ki; bizi ölüme götürdü...
Bizim
hayatımızı elinden alanı, Gianciotto’yu, Caina bekliyor.”
Onların
sözleri bize ulaşınca, başımı önüme eğdim.
Şair
sordu: “Ne düşünürsün?”
“Of, of kim bilir ne hülyalar,
ne güzel düşünceler onları bu hale getirdi.
Ne özlemler, ne sevdalar
yaşadılar.” dedim. Sonra
tekrar bu çifte döndüm:
“Francesca, anlattıkların beni
hüzne gark etti; ağlattı.
Nasıl başladı bütün bunlar,
söyle bana.”
“En
acısı, mutsuz zamanlarda geriye dönüp bakmak ve mutlu zamanları hatırlamaktır.
Bunu
üstadın iyi bilir. Aşkımızın nasıl
başladığını bilmek istiyorsan,
Anlatayım; hem ağlayayım, hem de anlatayım:
Bir
gün birlikte zaman geçirmek için, Lancelot’ un şiirlerini,
O’nun
nasıl aşka teslim olduğunu okuyorduk.
Yalnızdık
ve hiçbir şeyden şüphelenmemiştik.
Okurken,
hep gözlerimiz birbirini buluyordu,
Yüzlerimiz
sararıyordu.
Sadece
bir an bizi mağlup etti.
Kızın
güzel gülüşünü öpen, hakiki sevdalıyı okuyunca, bu yanımdaki,
-benden
hiç ayrılmayacak olan, -bu yanımdaki;
Bütün
vücudu titrerken, öptü beni dudaklarımdan.
Ya
kitaba ve kitabı yazan şaire ne demeli?
O
gün, artık kitabı bir daha okumadık.”
İki
ruhtan biri bunları anlatırken, diğeri ağlıyordu.
Bende
de onların acısından o kadar etkilendim ki; bayılmışım.
Bir
anda ölü gibi yere yığılıp, kalmışım...
Yorum
Dante
ve Virgil Felsefe evini gördükten sonra, Cehennemin ilk halkasına gelirler,
asıl Cehennem burada başlamaktadır. Cezalandırılan ilk günah, şehvet sebebiyle
işlenen günahlar olmakta.
Nasıl
Cennet bahçesinde her şey yolundayken Âdem ve Havva’nın yasak meyveyi yemesiyle
ilk günah işlendiyse, İnferno’daki ilk günah, aşk günahı. Felsefe evinin
bulunduğu sakin ve huzurlu ortamdan sonra, beşinci bölümde aşk meşk konusu, rasyonellik
değil de duygulara esir olma hali ortaya çıkıyor.
Burada
Zebani rolünde, mitolojik bir karakter olan Minos var. Minos şairlere “gideceğiniz yere dikkat edin” diyor. Hem
yönlerini bulmaları bakımından, hem de Cehennemdeki ruhlarla konuşurken
dikkatli olmaları konusunda uyarılmış oluyorlar.
Bulundukları
yer, kör karanlık ve her taraftan kuvvetli rüzgarlar esiyor. Ruhlar, sağdan
sola, soldan sağa savruluyor; bir an bile huzur bulamıyorlar. Aklını bir kenara
bırakıp, duygularıyla hareket edenler, öbür dünyada da fırtınaya tutuluyorlar.
Cennet’
te nasıl melekler, sürekli sonsuzluğu temsil eden bir halka çizerek, Tanrı’ nın
etrafında dönüyorlarsa, buradaki ruhlar da, devamlı olarak, dairesel
hareketlerle dönüyorlar. Havada dönen leylekler gibiler.
Kuşların
avlanmak için daire çizmesi gibi henüz doygunluğa ulaşamamış, istek ve arzuları
devam eden ruhlar Inferno’da sürekli hareket halindedir.
Cennetlikler ise artık huzura ermiş, başka bir
şeyde akılları kalmamış ruhlar. Cennet, hiçbir şeyin eksikliğini hissetmeden
ruhların sıkıntısız, tasasız yaşadığı bir yer olarak tasvir ediliyor ileriki
bölümlerde.
Bu
kantoda tarihten örnek verilmiş; o dönemin anlayışıyla, Kraliçelerin, eşleri
öldükten sonra başkalarıyla evlenmeleri eleştiriliyor.
Semiramis (MÖ 824’te kocasının ölümü üzerine tahta geçiyor)
Asur
Kraliçesi olan Semiramis, eşi Ninus ' un ölümü üzerine hakimiyeti eline almış,
kralın varisi olmuş ve ikinci defa
evlenebilmek için kanunu değiştirmiş. Esasında Semiramis’in
yeniden evlenmesi bir günah değil ama Dante eşinin ölümünden sonra kadınların
yeniden evlenmesini pek hoş karşılamıyor.
Dido
Aeneas’
ı Kartaca’ da misafir eden Kraliçe Dido; daha evvel kocası öldüğünde onun
hatırasına sadık kalacağına yemin etmişken, Aeneas’ a âşık oluyor, aralarında
büyük bir sevgi yaşanıyor fakat, Aeneas onu bırakıp, Roma’ yı kurmak üzere
İtalya’ ya yelken açtığında bu durumu onuruna yediremeyip intihar ediyor.
Çünkü, Truvalı kahraman, Roma devletini kurmayı kendi kaderi olarak görüyor.
Cleopatra
Cleopatra’nın
hem Sezar, hem de Sezar’ın ölümünden sonra Mark Anthony ile olan ilişkisi,
Roma’da Sezar karşıtları tarafındandın iyi karşılanmamış.
Roma’da
Cumhuriyet’i korumak isteyen, tek adam yönetimine karşı olan muhalefet,
Sezar’ın Mısır’daki firavunluk gibi bir kraliyet hevesine kapılmasını, giderek daha
da güç kazanmasını istemediği için Cleopatra ile olan ilişkisine de iyi
bakılmamış. Ayrıca hem Sezar hem de Mark Anthony Cleopatra ile ilişkileri
olduğu dönemde evliler.
ROMA
/ AMOR
Hem
aşk hem devlet işleri bir arada bu örneklerde. AMOR tersten okunduğunda ROMA
oluyor. Roma tarihinde Sezar’ ın, Mısır’ da çok kalması, “orada
imparatorluk hevesine kapıldı, Roma kanunlarını değiştirecek imparator
olacak” diye eleştirilmiş.
Siyasete
olan ihtiras da, aşka benzetiliyor.
Dante’
nin gözü birlikte savrulan iki ruha takılıyor; onlarla konuşmak istiyor. Bunlar
Francesca ve Paolo. Dante’nin yaşadığı dönemde onlar da Floransa da yaşamış
olan iki sevgili. Her ikisi de evli olduğu halde, aralarında bir aşk ilişkisi
başlamış. Francesca, Paolo’ nun ağabeyi Gionciotto evli. Paolo, Francesca’
nın eşinin evde olmadığı zamanlarda, sık sık onun ziyaretine geliyor ve bir gün
birlikte kitap okurken, aralarında yakınlaşma oluyor. Bu durumu evde
çalışanların haber vermesi üzerine, Gionciotto, eve gelip, hem karısını, hem de
kardeşini öldürüyor.
Dante,
bu iki ruhla konuşmak isteyince; Virgil, aşktan bahset; gelirler diyor,
gerçekten de ehlileştirilmiş güvercinler gibi, aşk sözünü duyunca hemen
geliyorlar. Francesca hikâyeyi anlatıyor; Paolo ağlıyor.
Francesca,
asil bir aileden geliyor, okumuş biri, edebi bir dille anlatıyor hikayesini, Provinçal
aşk şiirlerini anımsatırcasına konuşuyor. Bu durum Dante’ yi derinden
etkiliyor. Çünkü, O da, Beatrice için bu tarzda şiirler yazmıştı. Bir şair
olarak, şiirin okuyucuyu nasıl etkilediğine şahit oluyor; Francesca ’yı
dinlerken, sanatçının sorumluluğunu hissediyor.
Beatrice,
daha önceki bölümlerde gördüğümüz gibi, Dante’ yi kurtarmak için gelip; Virgil
‘den yardım istediğinde, “Aşk konuşturdu beni, Aşk buraya getirdi” demişti.
Aşk cümlenin öznesi.
Cennet
bölümünde daha sonra göreceğimiz gibi Aşk döndürüyor dünyayı. Yaratılış, bedene
ruh üflenmesi de sevgiyle oluyor.
Francesca’ da Aşk’ı kabahatli buluyor, (kendisine
kabahatli bulmamak için belki de.)
Aşkı
karşı konulamaz bir güç olarak görüyor. Şiiri, şiir kitabını suçlu
buluyor, yazılanların etkisinde kaldıkları için.
Bir
evvelki kanto da, Felsefe evinde Dante en büyük şairler arasındaydı; onlardan
biri olmakla, onların arasına girmekle büyük gurur duymuştu; şimdi ise
yazdıklarının insanlar üzerindeki etkisine tanık olarak, ‘eğer yanlış bir şeye
yol açtıysa’ diye üzüntü duyuyor.
Francesca,
kendisini ve Paolo’ yu öldüren Giovanni’nin Cehennemin kardeş katillerine,
yakınlarına zarar verenlere ayrılan bölümünde, Caina çukurunda olduğunu haber
veriyor. Habil’ le Kabil’ in hikayesinden yola çıkarak, Kabil’ in
adı (Cain) verilmiş bu bölüme.
Kanto 6
Oburlar
O
ikisinin üzüntüsü benim aklımı karıştırmıştı;
Kendime
geldiğimde yeni fırtınalar; fırtınaya tutulmuş yeni ruhlar gördüm.
Ben
hareket ettikçe onlar da etrafımda dönüyorlardı.
Baktığım
her yerde onlar vardı;
Böylece
üçüncü halkaya gelmiştik.
Ağır
bir yağmur hiç durmaksızın yağıyor; soğuk, belalı,
Hiç
değişmeden, hiç azalmadan; hiç çoğalmadan yağıyor...
Yağmur
ve kocaman dolu parçaları pis sudan;
Kar
pis havadan oluşuyordu.
Toprak
kötü kokuyor, ıslandıkça daha beter oluyordu.
Cerberus-
acayip yaratık- zalimce, üç ağzından birden,
Yerde
sürünen çamura batmış ruhlara doğru, kurt gibi uluyordu.
Kırmızı
gözleri, siyah yağlı sakalı vardı; karnı şiş, pençeleri kocamandı.
Onu
gören kaçıyordu.
Yağmur
altında kalan ruhlar da, hayvanlar gibi sesler çıkarıyor;
Yağıştan
kurtulmak için birbirlerini siper almaya çalışıyor, dönüp duruyorlardı.
Cerberus,
pis solucan, bizi görünce üç ağızından birden sövmeye başladı.
Her
yeri nefretle titriyordu;
Liderim
ellerini açtı kocaman, yerden bolca çamur alarak,
Canavarın
ağızlarına doğru fırlattı.
Kemik
için havlayan köpeğin istediği verilince, hemen sakinleşip kemiğe yumulması
gibi
Susup
yemeğe başladı.
Onun
susması ruhları mutlu etti;
“Keşke sağır olsak da, bunu
duymasak” diyorlardı.
Ağır
yağmurun altında, hepsi yerde sürünen ruhlar arasında yürüyorduk,
Et-
kemik, insan şeklinde ama hiçbir şeydiler...
İçlerinden
sadece biri, bizi görür görmez, doğrularak oturur duruma geldi.
“İnferno’ dan geçmekte olan ruh,
lütfen döndüğünde benden bahset;
Ben daha oradayken, doğmuştun
sen” dedi bana.
“Çekmekte olduğun acıdan olacak,
tanıyamadım seni” dedim;
“Sanki hiç birbirimizi tanımıyor
gibiyiz.
Ama bana kendini tanıt ve niye
burada olduğunu; bu acıyı çekmekte olduğunu anlat!
Bundan beteri varsa da, bu kadar
iğrenç değildir.” dedim.
“Güneşin altında yaşarken, o
şehirde, kıskançlık hüküm sürüyordu;
Senin şehrin, aynı zamanda benim
şehrimdi.
Orada bana Ciacco (Domuz)
derlerdi.
Oburluk cezası çekmekteyim
Dertli bir ruhum ama yalnız
değilim,
Buradakilerin hepsi aynı dertten
mustarip,
Benimle aynı suçun cezasını
çekmekteler.”
Daha
fazla bir şey demedi. Ben sordum;
“Ciacco, o kadar perişan
haldesin ki; senin haline ağlıyorum,
Ama söyle bana; eğer
söyleyebilirsen,
Ne olacak o bölünmüş şehrin
hali?
Orada adil kimse var mı? Niye bu
kadar bölündü o şehir?”
“Pek çok kavga olacak ve çok kan
dökülecek;
Kırsaldaki parti (Beyazlar-
Dante’nin partisi),
Diğerini (Siyahlar) atmak için şiddete
başvuracak.
Ama sonra hakimiyeti kaybedecek.
Üç sene içinde, öbür parti
muzaffer olacak.
O tarafsız gözükenin sayesinde.
(Papa Boniface)
Siyahlar Beyazları yere
batıracak.
Kendi kafası da göklerde,
Suçlamalar olacak. Senelerce
şikâyet edecekler.
Bir, iki iyi var aralarında, ama
o kadar.
İsmini duymazsın bile onların.
Kıskançlık, Aç gözlülük ve
Kibir,
Üç günah, o şehrin yangınının
nedeni.”
Böyle
bitirdi sözlerini.
Dedim
ki; “Biraz daha bilgi alabilir miyim
senden?
Ne oldu iki onurlu adama;
Farinata ve Tegghiaio’ ya
Jacopa ve Rusticcucci’ ye;
Arrigo ve Mosca’ ya?
Ve iyi olmaya kararlı olanlara?
Şimdi neredeler? Belki görürüz
onları.”
Cennette
mi, yoksa Cehennemde mi olduklarını öğrenmek istiyordum.
“En karanlık ruhların
arasındalar.
Değişik günahlardan dolayı, Cehennemin
dibini boyladılar.
Eğer o kadar derine inersen
görürsün onları.
Ama o tatlı dünyaya geri
dönersen, yalvarırım sana,
İnsanlara benden bahset.
Artık daha bir şey söylemem,
boşuna sorma.”
Şaşı
gözlerinin biriyle, baktı bir müddet,
Sonra
başını eğip, yüzüstü gene çamura yattı. Diğer körlerin arasına...
“Artık kalkmaz;”
dedi Virgil;
“Taa ki Sur’a üfleninceye ve karşı çıkılmaz
Otorite gelip de, herkes ete kemiğe bürünene kadar.
O zaman gömüldükleri yeri
bulurlar. Ve son hüküm okunur.”
Bu
yapışkan çamurdan geçtik.
Ruhların
çamura bulandığı yerden, yavaşça yürüyorduk,
Ona
sordum:
“Efendim hesap günü gelip de,
son hüküm verilince ne olacak?
Bunların durumu daha iyi mi
olacak, daha kötü mü?
Ya da aynı mı kalacak?”
“Biliyorsun sen bunları; ‘İlmini
hatırla!” dedi.
“Bir şey mükemmel halini alınca,
acı da, haz da artar.
Bunlar günahkardır; hiçbir zaman
mükemmelliğe eremezler, ama yaklaşacaklar.”
O
halkayı dönmeye devam ettik.
Pek
çok şey anlattı bana.
Tekrar inişe geçilen yere geldik sonunda,
Ve
Zenginlik Tanrısı Pluto’ yu,
Büyük
düşmanı gördük.
Yorum
Geçen
kantoda Francesca ve Paolo’ nun durumuna üzülen Dante bayılmıştı. Burada
uyandığında acı çeken ruhlar görüyor.
AMOR
tersinden okunduğunda ROMA oluyor demiştik. Burada siyasi hırsından dolayı
kendine hâkim olamayanlar, aklı bir kenara bırakıp, hırsın etkisinde kalanlar
var.
Komedya
’da 6. Kantolar siyasi kantolar olarak bilinir. İnferno 6 Floransa’yı,
Purgatorio (Araf) 6 İtalya’yı, Paradiso 6 İmparatorluğu anlatır.
Şairler
bu bölümde oburlar kısmına geldiler. Bu kanto da, bir önceki gibi bedenle
ilgili. Yeme içmede ölçüyü kaçıranlar, aklını kullanıp durmayı bilemeyenler,
nefse hâkim olmayanlar burada.
İlk
mısralar uykudan uyanmayı, bilinçlenmeyi, aklının başına gelmesini anlatıyor.
Akıl kelimesiyle ölçü kelimesi Latince’ de aynı kökenden geliyor. Aklını
kullanmakla, ölçülülük birbiriyle bağlantılı.
Oburluktan
kasıt, bencil olmak, bir şey üretmeyip, hep yemek. Eti kemiği varmış gibi,
insan suretindeler ama içleri boş; kendileri bir şey değil bu kişiler. Hep
cebini doldurmaya bakıyorlar; halka hizmet etmek umurlarında değil.
Cezaları
pislik içinde olmak; pislik yağmuru altında kalmak.
Yağmur yağdığında çiftçiler sevinir; “rahmet
yağıyor” der. Toprağı güzel bir koku kaplar; bereketi simgeler, iyi ürün
almak için dua ederler. Yağmurda yürümek insanı rahatlatır, mutlu eder.
Ama
buradaki durum tamamen tersi; pislik yağdıkça topraktan da kötü koku geliyor.
Kokuşmuşluk çürümüşlük var, bir şey üretmiyor.
Devlet
de, toplumsal organizasyonlar da, insan vücuduna benzetiliyor. Beden “corp” kelimesi Corporation; Corps-
diplomatiques (Diplomatic corps) gibi terimlerin de kaynağı. Bir
topluluğun bütününü ifade ediyor.
İnsan bedeninden Floransa’ya, o şehir
devletinin kişiliğine, o şehirde yaşayan insan topluluğuna geçiş var.
Dante
orada gördüğü Floransa’ lı Ciacco ile konuşuyor. Bütün ruhlar
yerde sürünürken, Ciacco Dante ve Virgil’ in konuşmasını duyunca yattığı yerden
doğrulup, Dante ’yle konuşmak istiyor.
Dante
ilk başta onu tanıyamıyor, pislik içinde ve çektiği acıdan yüzü değişmiş,
tanınmayacak hale gelmiş. Konuşunca Ciacco olduğunu anlıyor. Bu
kişinin lakabı Domuz manasına geliyor.
İnferno’
daki ruhlar gelecekten haber verebiliyorlar. Dante, O’na Floransa’ yı ve birbiriyle
rakip iki parti arasındaki iç savaşı soruyor.
Ciacco
iki partiden, Beyazların önce, siyahları şehirden süreceğini fakat, daha sonra
Siyahların üstünlük kazanarak, bu defa onların Beyazları süreceğini anlatıyor.
Beyazlar
Dante’ nin Partisi ve Dante bu gurupla beraber bir daha geri dönmemecesine
Floransa’ dan sürülecek.
İnferno’
nun yazılmaya başlandığı tarih 1307; fakat eserde yazılan olayların başlangıç
tarihi 1300, dolayısıyla bu olayları zaten yaşamış Dante ama geriden başlattığı
için bu Ciacco’ nun kehaneti gibi yazılmış. Böyle bir teknik kullanıyor.
Dante
daha sonra Floransa’dan tanıdığı diğer ruhların akıbetini soruyor, onların da
Cehennem de olduğunu öğreniyor.
Cerberus
Mitolojide
zenginlik Tanrısı Pluto’ nun köpeğidir; üç kafası, üç ağzıyla oburluk timsali
ve yeraltı dünyasının bekçisidir. İçeri giren kimseyi dışarı bırakmıyor. Mafya
babalarının fedailerini hatırlatıyor.
İlmini
hatırla
Virgil
burada Aristo felsefesini kastediyor. İnsanın ruh ve beden bütünlüğüyle
mükemmele erişeceğini söylüyor.
İnferno 4 Felsefe Evi- Limbo (elifmat.blogspot.com)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder