Rastgele seçilmiş kelimeleri kullanarak yaptığımız yazı çalışmasında, bu hafta Kanada'lı Sarah'nın öyküsüne devam ettim.
4
Hemen
Hemen aklına geldi liseden arkadaşı Bruce’u aradı. Bruce her
hafta Toronto’ya mal götürüyordu. Büyük bir kamyonu vardı.
-Bir dahaki sefere ben de seninle geleceğim. Belki Agusta’da
gelir bizimle. Toronto’ya gidip birkaç gün kalmayı düşünüyoruz.
-Ben Cumartesi sabahı erkenden yola çıkacağım, isterseniz
siz de gelin.
-Harika olur. Ben birkaç yolluk hazırlarım, termosa da
kahve koyarım.
-Gerek yok yolda dururuz.
-Yok yok sabah kahveni ben getiririm.
Böylece plan yapılmış oldu. Sarah Agusta’yı arayıp durumu
anlattı.
-Kamyon hazır, Cumartesi sabah erkenden yola çıkıyoruz.
Geliyor musun?
Bu Toronto’ya gitme fikri birkaç gün evvel parkta
otururlarken akıllarına gelmişti. Augusta her zamanki gibi hüzünlüydü, bu
seyahat ona da iyi gelecekti.
Toronto’da Agusta’nın annesi Sarah’nın halası yaşıyordu.
5
Gezgin Ruhlar
Son zamanlarda Sarah çocuk hasreti çekmeye başlamıştı.
Nereden çıktı bu his kendi de anlamıyordu. Thomas gene New York’taydı. Evde boş
zamanlarında bezden bebekler yapıp üzerine kendi ördüğü giysiler giydiriyor
minik şapkalar atkılar yapıyordu. Renk, renk şirin bebekler, sonra onları
mahalledeki çocuklara hediye ediyordu.
"Sen bu işte çok yeteneklisin" dedi Augusta. "Önümüz Noel
bunları satmalısın. Bence bir oyuncakçı ile anlaş."
Toronto fikri aklına ilk olarak böyle geldi. Oysa tatile
gitme adeti yoktu hiç. Augusta farklıydı. Onun ruhu gezgindi. Zaten Toronto’da doğmuş, Montreal, New York
gidebileceği neresi varsa gidip gezmiş, savaşta gönüllü hemşire olmuş, Fransa’ya
gitmişti. Uzun süre bir yerde kalmayı sevmiyordu, gideceği bir yer kalacağı bir
akrabası veya arkadaşı varsa hemen bir plan yapıyordu.
Bu seferki bahane Toronto’da bir oyuncakçı bulup Sarah’nın
bebeklerini satmaktı.
6
Bunlar
“Bunlar el emeği göz nuru” dedi oyuncakçı. “Özellikle
anneanneler, babaanneler bayılır bu el emeği bebeklere, torunlarına almak
isterler. Kaç tane yaptın?”
"On tane getirdim size göstermek için" dedi Sarah.
"O zaman bu on bebeği alayım ben sizden Gelecek hafta bir on
tane daha getirirsiniz."
Sarah, “Ama ben burada yaşamıyorum” diyecekti ki Augusta’nın
kaşlarını kaldırdığını görünce vazgeçti.
“Olur, getiririm” dedi. Hemen bir el işi dükkanına gidip malzeme
almalıydı. Çantasında birkaç yumak getirmişti zaten.
Oyuncakçı yakışıklı bir adamdı Adı David’miş.
David “Aslında Noel’e az kaldı. Dükkânda bir yardımcıya
ihtiyacım var benim. Yeni vitrin düzenlemesini yapacağım. Sen yapmak ister
misin? Kendi bebeklerini de yerleştirirsin. Bir de gazetelere ilan verilecek.
Onun için de resim hazırlamak lazım. Çizimin nasıl? Resim yapmakta da yetenekli
misin?"
Sarah bakınca, “Neyse fotoğrafta olur” diye
mırıldandı.
Sarah bütün bunlara şaşırmıştı. “Ben biraz düşüneyim bu
akşam, yarın size haber veririm” dedi.
Augusta neşelenmişti oradan ayrılınca,
“Şu işe bak! Söylemiştim sana. Sen de yetenek var kızım.
Bak bayıldı adam yaptığın bebeklere. Hem de üstüne üstlük iş teklifi aldın.”
“Ben de şaşırdım bir şey soramadım. Nasıl olur canım. O
zaman buraya taşınmam gerek.”
“Boş ver, nasıl olsa halan var. Gelir kalırsın burada bir
müddet, oluyor mu bakarsın.”
“Ama ev?”
“Canım evin kaçmıyor ya, kapatıp, gelirsin. Ağabeyin ilgilenir
gerekirse.”
“Ben alışkın değilim büyük şehre.”
“Alışırsın. Düşündüğün şeye bak. Sineması tiyatrosu, parkları bahçeleri restoranları café'leri, gezinti tekneleri rüya gibi bir şehir burası. Hem belki yeni biriyle de tanışırsın. Bambaşka bir hayatın olur.”
“Memnunum ben hayatımdan” dedi Sarah, düşünceli bir şekilde.
“Aslında buraya biraz da Thomas için geldim, Birkaç gün kaldıktan sonra New
York’a bir tren bileti alacağım, gidip onu yaşadığı yeri görmek istiyorum.”
“Aklın onda değil mi? Zor bir durum.”
“Evet, ama onunla bir gelecek olmadığını da biliyorum.
Aklına esince geliyor, aklına esince gidiyor.”
“Tabii, senin resimlerini yapıp gidiyor değil mi? Hem
modeli, hem sevgilisi oldun. Oh, ne ala memleket. Evlenme lafı, çoluk çocuk lafı
yok değil mi?”
-Yok. Hiç bahsi bile geçmiyor.
“Diyorum sana. Bu adama bel bağlama. Güvenilir biri
değil.”
“İyi biri aslında ama öyle işte bir yere gitmiyor bu
ilişki. Bitirmek gerek. Lüzumsuz uzadı bu kadar.”
7
Çocukluk
“Çocukluğun nasıl geçti?” diye sordu David. “Çok
oyuncağın var mıydı?”
“Evet vardı, annem de benim gibi yaratıcıydı. Bez bebek
yapmasını ondan öğrendim. Dikiş diker, örgü örer, resim yapardık birlikte. Babam
genelde yorgun gelirdi. Bizimle uğraşacak vakti olmazdı pek. Ama kardeşime tahtadan
kızaklı araba yapmıştı. İçine küçük köpeğimizi bindirir gezdirirdik. Bir de
kızaklarımız vardı. Kışın tepeye tırmanır, kayardık kardeşimle birlikte. Çoraplarımıza
kadar kar dolar, üşümüş, dudaklarımız morarmış ama neşe içerisinde dönerdik
eve. Annem şömineyi yakmış olurdu. Ben en çok domates çorbasını severdim.
Geldiğimizde çorbalarımız ve bol kaşarlı tostlarımız hazır olurdu. Üzerine bir
de sıcak çikolata içerdik. Karda oynayınca ne kadar çok acıkıyor insan.”
“Bizde de hemen hemen aynı şeyler olurdu. Babam
marangozdu. Onun atölyesine gidip iş öğrendim bende küçük yaşta. Sonra oyuncak
yapmaya merak sardım. Bu dükkânı açtım. Buraya gelen çocuklara oyuncakların
hikayelerini anlatmaya bayılıyorum. Gözlerini kocaman kocaman açıp, merakla
dinliyorlar. Ne dersin bir de masal saati yapalım mı dükkânda? Şu yılbaşı
telaşı bitsin haftada bir gün kitap okuruz. Sen sever misin çocuklara kitap
okumayı, masal anlatmayı?” dedi David.
Ne iyi anlaşıyorlardı bu adamla. David iş teklif ettikten
sonra o gece Sarah hiç uyumamış, bütün gece gelecek planları yapmıştı. Augusta
haklıydı. Belki onun da hayatında bir değişiklik yapması, kabuğundan çıkması
gerekiyordu. Bu yaşına kadar Silver İslet ’te yaşamış, aslında çok da mutlu
olmuştu. Ama artık bir yetişkin olarak biraz da kanatlarını açmaya cesaret edip
uzaklara gidebilmeliydi. Başka şeyler denemeliydi. Hayat gelip geçiyordu.
Ertesi gün dükkâna gelip teklifini kabul ettiğini söylemişti
David’e. Halası da sevinmişti bu habere. Noel’i birlikte geçireceklerdi. Evet
David iyi geçinilmesi kolay biriydi. Düzgün bir hayatı vardı. Düzenini kurmuş,
planını yapmıştı. Hayatından memnundu, bir şeyden şikâyet etmiyordu. Öyle
gizlisi saklısı da yoktu. Ne derse oydu. Güvenilir biri…
Düşüncelerini okumuş gibi David,
“Daldın galiba, çocuklara kitap okumayı sever misin diye
sordum.”
“Aaa, tabii severim” dedi Sarah.
8
Pencere
On üç, on dört yaşlarındayken aynı mahallede bir çocuğu
seviyordu Sarah. Birbirlerinin evlerini görebiliyorlardı. Komşuydular.
Akşamları lambasının yandığını görürdü. Acaba ne yapıyor diye düşünürdü. Müzik
mi dinliyor, ders mi çalışıyor?
John’un annesi okulda öğretmendi, ders konusunu çok ciddiye
alıyor oğluna baskı yapıyordu. Ama John sokakta arkadaşlarıyla hockey oynamayı
severdi en çok. Yaz kış elinden hockey sopası eksik olmazdı. Bir keresinde
tuttukları takım kazanınca gazete de o takım için özel bir ilave çıkmıştı.
Sarah kendi evlerindeki gazetenin ilavesini de John’a vermişti. Annesi çok
sevindi. “İki oğlum var, ikisi de saklayacaklar bu gazete sayfalarını”
Ne garip, John’un odasından gelen ışık hep gözüne takılırdı
ya, bir seferinde doğum gününde John ona mavi bir gece lambası hediye etmişti.
Şimdi kendi odasından da mavi bir ışık yansıyacaktı penceresine.
Ne kadar değerliydi o mavi lamba Sarah için. Başucunda
dururdu. 'Acaba niye bana gece lambası hediye etti?' diye düşünürdü. Başucunda
ondan bir şey olması hoşuna giderdi. Belki John’da tam bu sebepten seçmişti
gece lambası hediye etmeyi.
Doğum günlerinde evlerde toplanmak adetti o zamanlar.
Mahallenin gençleri davet edilirdi. İkisi de birbirlerinin doğum günlerine
giderlerdi. İlk dans ettiği genç, kendisine ilk defa sarılan kişi John olmuştu.
Kolu omzunda yan yana oturup müzik dinlemelerini, dans etmelerini unutamamıştı
Sarah uzun yıllar.
Sonra? Sonrası hiç. John’un babası RCMP’ de çalışıyordu.
Meşhur Kanada Atlı Polis Teşkilatı. Bir yerde uzun süre kalmazdı onlar. Eşleri, çocukları sık ev değiştirmekten, hep bir yerde 'yeni gelen' olmaktan, hep yeni evler,
yeni okullar, yeni arkadaşlar bulmak zorunda kalmaktan şikâyet ederlerdi. Kanada’nın
her yerini gezip görmüş olurlardı ama bir türlü eski arkadaşlarla, komşularla,
eş dost, akrabayla ilişkiler sürdürülemezdi.
Bir gün tayinleri çıktı.
John geldi, kapıyı çaldı. Elinde bir demet çiçek. Çiçeği
verdi, yanağından öptü, saçından şöyle bir parmaklarını geçirdi. Başını yana
eğip mahzun baktı, bir şeyler söylemek istedi, söylemedi.
Elleri ellerinde
kaldı bir müddet, döndü, gidecek gibi oldu. Sarah “dur” dedi boynuna sarıldı.
Ağladı, gözyaşları John’un omzunu ıslattı.
“Of, peki git,” dedi “Belki bir gün görüşürüz.”
Ayrılmaz aslında sevgililer, şimdi bile gözlerini kapatsa,
John’un çakır gözleri, yeşil kazağı, dalgalı saçları gözünün önüne gelir.
Elif Mat Erkmen
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder