Noel arifesinden
bir önceki gündü. Bir kaç saat içinde gelecek.El yapımı çelengi, girişteki ağaca
astım O gelmeden önce gaz lambalarını ve mumları da yakacağım.
Şu anda bekar
olmaktan cok mutluyken, onun gelmesiyle beraber, gene eş rolüne dönmekten endişeliyim,korkuyorum.Tam
bir ev kadını gibi, geleneksel yemeklerimizin hepsinden bolca yaptım, hem ağız
tadimiz, hem de ruhumuzu sakinlestirmek için. Hayatta yasayabileceğimiz Noeller,
en fazla, yetmiş veya seksen defa olabilir.Etrafımda kimin olduğuna veya olmadığına
bakmadan, bu seneki Noel’i, kendim için, ben nasıl istersem, öyle kutlamaya
kararlıyım.Bir yerde okumustum, Fransız kadınlarinin rolü, herkesi memnun
etmekmiş ama bunu yaparlarken, kendileri de memnun olmalıymış! Bu kendi
mutluluğumdan, kendimin sorumlu olması fikri benim için yeni bir kavram.
Bu mutluluğa, sahip
olmayı, ancak kendim başarabilirim ve birinin bunu benden almasına ancak ben müsade
edebilirim. Hayır bu Noel de degil! Benim de, karamsar kış aylarım oldu ama
artık eğlenceye göz diktim. Arabasının sesini duydum, buzlu camların arkasından
arabanın farlarını gördüm.Hemen paltomu giyip, boynuma bir atkı sararak dışarı
onu karşılamaya çıktım.Üç aydır yalnızlığı deniyorum.
Şimdi birlikte olmak
gerceğiyle karşı karşıyayım. Bu gerçek bir hayat ve kendince ilerliyor,
maceraları var....Noel ve ikimiz yalnız!
Teredütlü bir
sarılma, sinirimi bozuyor. Hemen bavulunu alıp, içeri girdim ve kendime, onun
uzun bir yoldan geldiğini hatirlattim. Acaba, o da bu son ayları, benim gibi, düşünmekle
mi geçirmisti? Bekarlığa alışmış mıydı? Hayatının büyük çoğunluğu yalnız geçmisti.
Acaba, yalnızlıktan şimdi daha mı çok zevk alıyordu? Şimdilik soru sormaktan kaçınacağım
ve aksamı kendi haline birakacağım,kendiliğinden bir ritm oluşacak.
Buraya her
geldiginde,ilk iş olarak, yazlik evin heryerini inceler, bu akşamda öyle
olacak.Ona bir kadeh viski hazırladım,odadan odaya taşıyor. Herşeyin yerli yerinde
olduğunu öğrendikten sonra sallanan koltuğuna oturup, uzun bacaklarını pufa
uzattı. Ben, kanepeye oturup ayaklarımı altıma aldım. İç çekti, içkisinden bir yudum aldı, hayatından
az çok memnun görünüyor şu anda. Ben hareketsiz taş gibi
oturup bekliyorum, herhangi bir ajendamız yok sadece, bakalım şimdi ne olacak diye
bekliyorum.Birbirimizi tekrar keşfetmemiz biraz zaman alacak. Yüzü yaşlanmış ve
gergin görünüyor; saçları sonbahardan bu
yana oldukça grileşmiş. Ben acaba ona nasıl görünüyorum? Dinlenmis
ve gözleri parlayan biri mi? Yoksa ayrıldığımız gündeki gibi gergin biri mi? Kompliman
yapmakta da eleştirilerinde olduğu gibi cimridir, bu nedenle herhalde hiç
öğrenemeyeceğim.
İçki kadehi çabuk
boşaldı ve tekrar doldurmayı teklif ettim. "Lütfen"dedi. Sessizliğin ağırlığını,
arkamda bırakarak, hızlı adımlarla, buz almaya gittim. Kendi kendime, bir slogan söyler gibi sessizlik iyi bir
arkadaştır dedim. Sessizlik, herşeyin kendi halinde gelişmesine müsade
eder.Gene de heyecanlıyım, boşluğu eskiden olduğu gibi enteresan sorularla,
tatlı tatlı önemsiz şeylerden bahsederek
doldurmaya çalışıyorum. Bize böyle öğretildi,
içimden iyi kız karakteri taşıyorum.
İyiliğin, kibarligin yerini ne tutabilir ki?
“Nasılsın?”dedim
“Gerçekten nasılsın?” Herşey yolunda dedi, yumuşakca.”Bir spor kulübüne üye
oldum,tenis oynuyorum”, göbeğini göstererek,”bunu azaltmaya çalışıyorum”dedi.
“Tv karşısında yediğim yemeklerden”diye ekledi.
Hemen, kendimi
suçlu hissettim. Annelik duyguma hitap etmisti gene.Birden onun için yemek
yapmak ve giderken bir buzluğa yemekleri doldurup, göndermeği istedim.
“Bir hafta sonu
gelmelisin,oturduğum yeri beğenirsin”, benimle dalga gecerek devam etti. “Ralph
Lauren’in tasarladığı eski bir ambar gibi.”
İyi görünmek için,
“Balık pazarındaki işim bittiğine göre, belki gelecek ay gelebilirim.” dedim.
“Balık pazarı balıkçı Joan”dedi.Hem dalga geçiyor hem
de aslında hayranlık duyuyor. "Orada ne iş yapıyorsun?" dedi, ve aslında balıkçılarla,
rıhtımla ve diğer herşeyle gerçekten ilgileniyor,merak ediyormuş gibi sorular
sordu. İkimizde, birbirimizeçok kibar davranıyoruz
ve bu zoraki, önceden planlanmış, suni bir davranış değil.İki kişinin birbirine
nazik davranması ne kadar güzel bir şey.
Kadehimin boşaldığını
görünce,“Bir şarap daha alır mısın?” dedi, ve ben başımla onaylayınca, içeri
gidip şişeyi getirdi.Aklıma papazlara adetleri öğreten, bir arkadaşımın anlattıkları
geldi.”İlk basladıklarında Kutsal Kaseyi ellerine alirken, herhangi bir nesne
gibi davranırlar,sadece kullanılmasi gereken kutsal olmayan bir şey gibi.
Öğrenmeleri gereken şey, ayinle ilgili esyaların, önemini kavramaları ve onlara
hakikaten kendilerini yakın hissetmeleridir. Ancak bundan sonra, ayinin bir
manasi olabilir.”Ben bunları dinleyince hayatımdaki insanlara kutsal gözle
bakmamın ve onlara bu seviyede, bir saygı göstermenin hayatımı ne kadar
değiştirebileceğini düşündüm.O içeriden gelirken ben bunları düşünüyordum.Onun
bir eş, baba ve eğitimci olarak üstlendiği rollerin dışında, bir insan olarak
kalbini görmek istedim.Onu bu olumlu işlerin, dışında, gerçek haliyle görmek,
odada bir samimiyetin doğmasına yol açtı. Kapıdan içeri girerken ki sert
tavırları geçti.Belki birlikte tarafsız bir bölge bulabiliriz.
Çorbamızı içip, yemeğimizi
yedikten sonra, ben kağıt oynamayı önerdim.Yorgun olduğunu, yatmak istediğini
söyledi.İlk defa kendimi reddedilmiş hissettim. Bence,yorgunum demek, canım
sıkıldı demekle aynıdır . Gene de geç olduğunu kabul etmeliyim. Mumları
söndürüp üst kata çıktım. Aynı yatağa mı yatacağımızı düşünüyordum acaba Yanağımdan
öpüp misafir odasına geçti. Dışarıda rüzgar uğulduyordu. Ben de romantik seyler düşünmeye
başladım. Aslında, tam olarak, istediğimden emin değildim. Acaba baska bir kadın
mı var? Üniversite de sevgilisi olan ve bizi halen arayan o kadınla mı görüşüyor
acaba? Ya da geçen sene çiçek gönderdiği kadınla fatura yanlışlıkla bana gelmişti.
İç çekerek, artık
yalnızca benim odam olan yatak odasına gittim, bunları düşünmek
istemiyordum. Bu gece, aslında zor olabilirdi ama iyi gecmisti.
Noel geldiği için olabilir.
Benden çok daha önce kalkmış, dışarıda karları kürüyor.
Kürek seslerini duyuyorum.Kahve kokusu, evi doldurmuş ve aylardan beri ilk kez
bu sabah, kendim kahve yapmak zorunda değilim. Başucuma, bana bir fincan bırakmış,
eski bir alışkanlık. Bunun, ne kadar hoş olduğunu unutmuşum. Ev sıcacık, şömineye
odun atmış. Odunların çıtırdamasını duyuyorum ve kalkıp giyinmeden, aşağıya
inmeden önce, biraz daha yatakta
kalmak istiyorum. Hala dışarıda, cama vurup, 'günaydın' diyorum.
Hava kapalı, ama
artık kar yağmıyor.Pastırmalı, yumurtalı, bir kahvaltı hazırlıyorum.
İkinci kahvemizi içerken,”Plaja gidelim mi? diyorum.
Bana öyle bakıp
“Şaka mı yapıyorsun?”diyor.
“Yok ,ciddiyim,
hiç kar fırtınasından sonra plaja gitmemiştim, bir macera olur diye düşünüyorum”
Evliliğimizin başında 'the Matchemaker'dan bir söz söylerdi, hepbirlikte macera yaşamanın
önemine dair..
“Tabii
olur”diyerek beni şaşırttı,
Bir kaç dakika içerisinde,
arabaya binmiştik, buzlu yolda kayarak,
ilerliyorduk.Buna inanamıyorum. Soğuktan nefret eder, plaja ancak hava çok iyi
olduğunda gider. Belki de bu bir zeytin dalı uzatma anlamina geliyor-belki şu
anda olabilecek herşeye hazır-belki de içindeki kumarbaz, ona bu meydan okumayı
atlama diyor.Herneyse, şimdi dışarıdayız,bir şekilde doğa, insana beraberlik
duygusu veriyor. Direksiyonu sıkıca
tuttum. Sahilde, kum tepelerinin arasında, dar patika yolda, benim dünyamın
sonuna doğru ilerliyoruz. Bundan sonraki durak Portekiz derler! Yarı sertleşmiş olan kumların, üzerinde
arabayı sürerken, aklımı kaybettiğimi düşünüyor, eminim.'Ya araba kuma saplanırsa' diyor.
“Ben bunu, sık
sık yapıyorum, geçen hafta da hava buz tutmuştu-birşey olmaz” diyorum. Yine de
rahatsızlığının farkındayım. Her zamanki gibi, o daha dikkatli davranmaya çalışırken
ben dikkati boşveriyorum. Bembeyaz, bir dünyanın içindeyiz, kar kümeleri, üst üste
yığılmış kumulların üstüne oya gibi yayılmış,sanki eritilmis şeker gibi kaplamış.
Bu harika manzaraya hayranlığımı ifade ediyorum ondan da bir cevap, bir
memnuniyet belirtisi , gelsin istiyorum.
“Burada duralım
mı?”diye soruyorum. Sorumluluktan kaçarak, ”Nasıl istersen” diyor. Geriye
kolayca dönebileceğim, genişce bir alanda duruyoruz. “Hadi” diyorum, dışarı çıkıp, keşfetmeye hazır
bir şekilde. Dünyanın bir ucu,ürkütücü bir sessizlik var ama yine de parlak ve
güzel.Önden yürüyüp, onu da tepeye çağırıyorum.
Önümüzde,
Nantucket Sound bölgesi var, buzlar icinde açık bir alan gibi görünen deniz
manzarası. Buzlar, sanki yazın denizin üzerinde kabaran köpüklü dalgalara
benziyor.Hiç böyle görmemiştim. Herzaman çalkantılı olan deniz, simdi sessiz
filmlerdeki manzara resmi gibi olmuş-
okyanusta evliliğimiz gibi donmus kalmış. Tehlike; bu durumu yani donmuş olmayı
kabul etmemekte ve memnuniyetsizliği
saklamakta yatıyor. Öyle ki, bu yüzden, bir gün, buzun ortasında sıkışıp kalmak ve
kendini “ne zaman eriyecek de kurtulacağım” diye düşünür bulmak, mümkün.
O benim kadar
etkilenmedi. İlgisiz görünüyor. Düşünceleri başka bir yerde, burada benimle değil. Koluna girip
kıyıya doğru yürüyorum.Herşeyin, tamamen durağan olmamasına şaşırıyoruz. Kalın
buz kalıpları denizin dalgasıyla beraber hafifçe hareket ediyor.Çok küçük bir
devinim. Her zaman kükreyen bu deniz şimdi fısıldıyor.Bir tarafta buz yüzeyinin
altından usul usul gelen su şırıltısını
duyuyorum. Derken bir fok balığı görüyorum, yüzmüyor, bir buz parçasının
üzerinde dikilmiş, oturuyor gibi suyun hareketiyle uzaklaşıyor. 'Görüyor musun?' Bir elimle kocamın kolunu tutarken, bir elimle işaret ediyordum. Kafasını şaşkınlıkla
salladı. Geniş bir gülümseme yüzüne yayıldı. Çok kısa bir an birbirine benzer,
kafa dengi, iki kişi gibiydik. Ama bu kısa neşemizi, birden bastıran kar
fırtınası ve kutuplardan gelen soğuk hava rüzgarı, bozdu. 'Ben arabaya
gidiyorum, sen istedigin kadar kal biliyorum, bu senin sevdiğin bir şey' dedi.
Kar taneleri arasinda kaybolurken, bir posta kartı üzerindeki hayalet gibiydi.
Tekrar denize
baktığımda, buzda sıkışıp kalmış olan iki tekne ve bir sandal gördüm. Buz
eriyinceye kadar böyle kalacaklardı. Ben, nasıl evliliğimi buzlarından çözemiyorsam,
bu teknelerin sahipleri de teknelerinin etrafını saran buzu gevşetemezlerdi.
Ben de kendimi Tanrı yerine koymaktansa bu mevsimi yaşamalıydım. Zamanla
dalgalar geri gelecek, yumuşak hava, kutup havasının yerini alacak, buzları
eritecekti. Arabaya geri dönerken, buz tutmuş tarlalardan ve buzlu denizlerden
de hasat edecek çok şey olduğunu düşünüyordum. İleriyi görmeme engel olan, kardan bir örtü, önümde uzanıyordu...Çekingen, kendinden emin olmayan, bir şekilde,
adımlarımı atıyordum. Evlilik günümdeki gibi. Kocam beni kilisede, altarın önünde,
gülümseyerek ve gözleri nemli bekliyordu. Şimdi camları buğulanmış bir arabanın
içinde ve bir kar örtüsünün arkasında, gizlenmiş gibi, beni bekliyor. Bu imaj,
geleceğimiz kadar flu.Yorgun ve bitkindim ama son bir kez eğlenmek isteyerek yere sırt üstü yatarak, ellerimi, kollarımı, kara sürterek, ' bir kar meleği' yaptım. Gökyüzüne bakıyordum, sadece bir dakika dilek dileyip
meleklerin sesine kulak verdim.
Şaşırmış ama eğlenerek,
“Deli kadın, ne yapıyorsun?’ diye bağırdı.
"Meleğimi görmüyor
musun?" diyerek , yaptığım melek şekline, zarar
vermemeye çalışarak kalktım. Kapıyı açtı, koltuğa düşen karları temizledi ve
bana”hadi sıcak arabaya gir” dedi.
Arabayı çalıştırmış ve ısıtmış olduğu için çok memnun oldum.. Omuzlarım daki karları silkeledi,takırdayan dişlerimi tutmaya çalışıyordum. Oradan ayrılırken, arabayı
tehlikeli bir dönüş yaparak, daha önce oradan geçen, başka arabanın izlerini
takip edebileceğimiz, buzlu yola çevirdim. Onun da havası, daha yumusaktı şimdi.
Durup dururken
“degiştin biliyor musun, epeyce değiştin.”dedi.
“Nasıl yani?”
“Tam olarak
bilmiyorum, daha özgürsün. Tam böyle özgür bir ruh.Yakışmış sana.”Bunu özlemle
söylemişti, sanki kendisi de öyle olmak ister gibi.“Nasıl yapıyorsun?”dedi.
“Burada fazla bir
seçenek yok. Insanı oyalayacak bir şey de yok. Tanıdığım pek kimse de yok. Bu
yüzden doğayla arkadaş olmaya mecburdum. Bu da beni, biraz çılgın yaptı.
Yolun, tehlikeli
bölümünü geride bırakarak, park yerine döndük.Sonra, bana arabayı durdurmamı ve
biraz geriye almamı söyledi. Dışarı çıkıp, ağaçların arasına koştu, rüzgarda
atkısı yüzüne
çarpıyordu,saçları
dağılmıştı. Geri geldiğinde, zavallı görünen bir cam ağacı taşıyordu.“Çam ağacı lazım,
öyle değil mi?”diyerek ağacı arabanın bagajına koydu. Bu bize benziyor şu anda
dedi.
İkimiz de güldük.
Bir ani hareket, aradaki boşluğu doldurmuştu.
Ama süslerimiz
yok dedim. “Var, tabii” dedi , cebinden bir avuç midye kabuğu çıkardı. "Sen
yürürken topladım bunları" dedi.
Patchwork yapar
gibi beraber ve ayrı ayrı küçük parçaları birleştiriyoruz. Noel etkisi. Gün
çabuk geçti, bütün Noel arefeleri gibi. Sadece ikimiz olmamıza rağmen, yapacak
çok şey var. Ben bir yandan, yemeği hazırlarken, bir yandan da meyvalı kek yapıyorum, o da çam ağacını, uyduruk bir kaide üzerine oturtmaya çalışıyor.
Birbirinden kaçmanın çesitli yöntemleri var, geçmişte yapmayı başardığımız
gibi-kendini birşeylerle mesgul etmek, kafalarımızı kitapların arkasına
saklamak, başka insanlarla mesgul olmak- ama bugün, başka işlerle uğraşıyor
olsak da işbirliği yapıyoruz. O kendini
beğenmiş fok balığı gibi neşeliyim, orada, burada, eğleniyorum, sıcak bir
şerbet içiyorum ve Noel sarkıları mırıldanıyorum. Bütün umutsuzluklarım bitti
mi artık? Her şey tamamen kaybedilmiş sayılmaz mı?
Noel ağacını içi
kumla dolu bir saksıya oturtmus, deniz kabuklarını, ağacın üzerine süs olarak
yerleştirmeye çalışırken seyrediyorum onu. Eskiden, ben çocuklarla süsleri
yerleştirirdim, onun işi de ışıkları takmak olurdu.
“Yardım ister
misin?’diye soruyorum.
“Benim parmaklarım,
seninkiler kadar becerikli değil” diyor ve mutlulukla bana deniz kabuklarının
bir bölümünü ve ip yumağını uzatıyor.
“Eee, bu akşamki
program ne?” diyor ve ben hemen güceniyorum. Niye hep programı hazırlamak
sahneye koymak, benim işim oluyor?”
“Herhalde kiliseye
gitmek istersin?” diyor. Böyle söylemesi ne saçma, Noel gecesiyle klise eş
anlamlı bence, öyle değil mi? Niye soruyor? Ne istediğimi niye bilmiyor?
Bu sorudan bir
tartışma konusu çıkarabilirim ama bu gece değil, bu gece olmaz.
“Yakında şirin bir
kilise var, basit bir yer,üstümüzü bile değiştirmemize gerek yok”diyorum.
Sıcak şerbetinden
bir yudum alıyor, onun icin uygun sanırım. Erken ayine gidip, yemeği sonraya bırakmaya
karar veriyoruz.
En iyi koşullarda
bile Noel aksamı kliseye gitmek, ruhumu bunaltıyor, çünkü hep daha iyi, daha
parlak, bayram zamanlarını hatırlıyorum.
Ama, bu aksam, anlaşılan bir gösteri var burada bu da içimdeki çocuğu ortaya çıkaracak. Söylenen ilahiyi duyunca,hemen, duygulanıyorum, sözleri hepimizin
neşeli ve muzaffer olmamız gerektigini belirtiyor, ama Meryem Ana rolündeki
çocuğu ayağında spor ayakabıları, ağzında saklamaya çalıştığı sakızı ve kucağında
İsa bebeği temsilen gerçek bir bebekle görünce gülüyorum. Sanki
anneliğe alışkın gibi bebeği kollarında tutuyor! Arkasında üc tane kral ve bir
kraliçe, bornoz giyinmis çobanlar, balık oltalarıyla, balıkçılar var.Buranın çocukları
okyanusu ve balıkları biliyor, Orta doğunun çöllerinden haberleri yok. Onun
için böyle yapmış olmalılar.
Bu uyuşmuş halimden
kurtulmak için, bir bahane arıyordum, önümde sergilenen oyun, beni bu halimden
kurtarıyor. Giderek daha iyi oluyor; esneyen havariler, sözleri unutuyor ,
"Silent
Night" söylenmek üzereyken, küçük bir cocuk,
ışıkların karartılması ve mumların yakılması üzerine, "Bu akşam Noel" diye bağırıyor.
Kendimi savunmasız hissederken, çocuğun bu heyecanı, benim içimdeki çocuğu da uyandırdı.
Kutsama duasını
beklemeden çıktık, ışıkların yanması ve insanlarin konuşmaya baslamasıyla,biraz
evvelki o güzel anın bozulmasını istemedik. Bu akşamın duasını, tekrar tekrar
okumak için broşürü, ceketimin cebine soktum:
“Tanrım,aptalca
davranışlarımızı ve doğru yoldan uzaklaşmamızı affet. Bizleri yenile, değiştir
ve olgunlaştır...”
Bütün bunların sıcaklığıyla
yanaklarım parlıyor, tekrar küçük evimize döndüğümüzde hiç de karmaşık olmayan
güzel yumuşak duygular içindeyiz. Birbirimize hediyelerimizi veriyoruz.O bana
annesinin elmas küpelerini veriyor. Delinmis kulaklarıma uymasi için, yeniden
yaptırmış. Duvara asmam için getirdiği, üzerinde en başarılı on kadının
kartvisitlerinin konulduğu ve içerisinde, benim için, boş bırakılmış bir yer
olan bir duvar süsü de, hediyelerinden biriydi.
En son olarak da boynunda Noel çelengi bulunan, porselen bir fok balığı
verdi. Ben de ona, New York'taki evimizin, bir suluboya tablosunu verdim.
Resimde oğullarımız, evin önünde basketbol oynuyorlar ve biz de balkondan onları seyrediyoruz.
Konuşmamızda bile
biraz pişmanlık dolu bir ifade var. Başarısız olan evliliğimizle ilgili şaka
yollu bir şey soylediğinde, hemen durumu kurtarıyorum;
"İlişkimiz bozuldu ama evliliğimiz başarılıydı", diyorum.
Bak, ikimiz bir ekip olarak, neler basardık: Hayatlarında yer ettiğimiz
insanlar var,iki tane evlat yetiştirdik,bugün kimse evliliği düşünmezken, onlar
evliliği seçecek cesareti buldular; anne babalarımıza iyi birer evlat
olduk-daha anlatmama gerek var mı?”
Kısa bir süre
icin gerilimden kurtulduk. Sanki gene su yükseldi ,bizi kurtarmak için, tam
zamanında geldi, susuzluğumuzu giderdi.Ama yinede, onun arabasına binip, onun evine geri dönmeyi,
düşünmüyorum , bu delilik olur .Bu Noel, bizlere bir hediyedir ama bundan sonra
gelecek olan, yeni yıl ve beraberinde gelen kararlarımız, bizim için halen zorlu bir mücadele olarak önümüzde
duruyor ... Eskiye dönmek istemiyorum, ama onunla beraber, farklı bir yerde,
buluşabilirsek, bunu isterim.
"Deniz Kenarinda Bir Yil" adli kitaptan
Çeviri: Elif Mat