13 Haziran 2015 Cumartesi

Sene Sonu







Her sabah evin serinliğiyle uyanıyorum. Bu sabah, uyanır uyanmaz, ateş küllenmeden,hemen koşup sobaya biraz daha odun attım. Aynı sobanın üzerine bir çaydanlık su koyup, ıslık çalmasını beklemeye başladım.


Eğer bir gece önceden, dışarıdaki odun kümesinden, içeriye biraz odun taşımayı unutmazsam, hiç de zor olmayan sabah rutinim bu. Devre arasındayım ben şimdi, bu hayata alıştım. En iyisi bilinçli olarak pasif olmak, fazla bir şeyle ugraşmamak ve herseyin farkına varmak. Sezilerim bana uzaklaşmamı ve doğanın sundugu, bütün açılmamış hediyelere bakmamı söylüyor. Doğa etrafımda kış uykusuna yattı, ben de öyle.


Eskiden kış günleri, eve kapanmak; şöminenin etrafında toplanmak, ocakta fokurdayan acılı bir yemek ve basketbol maçından terli ve enerji dolu olarak dönen çocuklarımın,  gençliklerinin büyüsüyle, evi neşelendirmeleri manasına geliyordu. Oysa şimdi, kış günleri; tek kişiye inmiş  aksam yemeği, kendi kendine sohbet; odun toplayıp, kesmek;  aydınlığın gelmesini beklerken, karanlıkla boğuşmaktan ibaret olan kutsal, kişisel yolculuğuma devam etmektir. Bu bayram zamanı bile, denize uzanan, heryerden uzak bu  yarımada, yolcunun, yolu şaşırmadan, amacını gerçeklestirmesine yardım ediyor. Çünkü burada Noel sezonu heryerdeki gibi değil, biraz daha sönük.

Ben  Noel kutlamalarını severdim, ama son zamanlarda bu aşırılıklardan yoruldum. Herkesi mutlu etmek için koşusturup duran kadınların yorgun ifadelerini görünce, Noel’in bedelini, yaşadığımız çağda kadınların ödediğini anladım. Ailemiz istese de istemese de, evi neşeyle doldurma işini, biz üstleniriz. Son yıllarda,bu konuyu o kadar ciddiye aldım ki, sayisi yirmiyi bulan genis ailemiz için açık büfe yemekli, oyunlu, şarkılı partiler  düzenlemeye başladım. Insanları ve onlarla beraber gelen keyif ve eğlenceyi evimize davet ettim.
Bu davetleri sorunsuz düzenleyen bir kadın olsaydım bile (ki değilim), herkesi eğlendirmekten fırsat bulup da kendime sıra gelmezdi .Eski kitap kulübüm, hep Aralık toplantısını iptal ederdi. Kadınlar hep “ bırak okumayı, toplanmaya bile vakit yok”derlerdi. Ne yazık derdim, Noel kutlamalarını hazırlayanların, kendilerine ayıracak zamanı yok. Oysa bu zamana, herkesten fazla, onlar ihtiyaç duyuyor. Geçen sene bir kaçımız buluşmayı başardık. Biraraya gelip,  içkimizi icerek, birbirimize Noel hatıralarımızı anlattık. O sezonun en güzel akşamıydı.


Böyle basit bir anıyı hatırlamak bile beni su anda mutlu etti, çünkü Noel sezonuyla ilgili herşeyden uzak duruyorum. Onun yerine,  mevsimin telaşına kalabalıklğına inat, donmus  gölün üzerinde, bir uçtan öbürüne kayan bir buz patencisi gibi yalnız kayıp gidiyorum.
Bu sene, Noel mektupları ve kabartmalı kartlar senesi değil, kesinlikle. Bir kaç tane geldi, ama kendim hiç yazmadım. Yeni yil dileklerini  ve  meraklı soruları, telesekreter sayesinde benden biraz uzakta tutabiliyorum. Ben hala, kendi geleceğimden emin olamadığım için, mantıklı cevap gerektiren bu sorulardan nefret etmeye başladım.

Konuşmak yerine, günlüğüme düşüncelerimi kaydediyorum. Şöyle bir düşünceye takılıp kaldim :”Yasamak değişmektir, daha mükemmel bir hayat için mücadele, daha sık  değişimden geçmeyi gerektirir.” Ama gerçekte, bu kadar uç noktalara gitmeli miyim?

Bu sabah, yola erken çıkmaya karar verdim, işe gitmeden önce, son zamanlarda gitmeye basladığım küçük kliseye uğrayacağım. Kasabanın öbür ucunda, cam ağaçlarının arasında bir yer,  içeri girdiğimde loş ışıkta dizlerimin üzerine oturup dua etmeye basladım. Beni dinleyenden, kocamı terketmek, hakkettiğimden fazlasını istemek, ve hala daha bana kendini beğenmişlik gibi gelen bir yol izlemek gibi, şeyler için af diledim.

 Kliseye girince, daha alçakgönüllü olurum,  hatta bazı kliseler, dengemi bulmama yardım eder. Yayıncılarla görüşmeye gitmeden önce, muhakkak, yolda bir kliseye uğrarım, bunu yapmadan bir hikayemi veya bir kitabımı satmak için, görüşme yapmayı düşünmem bile. Bugün burada oturup, ilahi ruhların bana verecegi mesajı dinlemek  ve içime sindirmek istiyorum. Hazreti Isa nın doğumunu simgeleyen tablo, boş bekliyor, Kutsal Aile yerine yerleştirilmemiş, ve daha benden başka hiç bir ziyaretci kliseye gelmemis. Bu boş manzaraya bakınca ürperdim. Evi ve kocamı terketmekle ben de bizim yuvamızı sonsuza kadar bosaltmış mı oldum? Umarım öyle değildir; ama bu Noel in zor tarafı, insana böyle şeyler hatırlatıyor ve böyle sorular sorduruyor.




Müsade isteyip ayrıldım. Huzur bulacağıma, daha da kötü hissettim kendimi ve şehrin içinden geçmenin beni canlandıracağını, ümit ettim. Evlerin çatısı Noel çelenkleriyle süslenmiş,elektrikli mumlar cam kenarlarında yanıyor,bir dükkanda kırmızı arabalar ve Flexible Flyer kızakları parlıyor. Neyse ki, bu küçük yerlesim bolgesi diger yerler gibi, beni bunaltan tarzda,  fazla şatafatli ve piriltili değil.  Psikolojik bombardımandan kaçabilirim ama her seferinde dükkana gelen bir müşteri buyuk bir siparis verdiginde bu donemle ilgili nostalji hissediyorum. Ne kadar istakoz ve istiridye ismarladıklarina göre, kaç kisiyi davet ettikleri ve misafirlerinin ne zaman gelecegini tahmin edebiliyorum. Çocuklarımla beraber olmayacağımı düşününce kendimi melankoliye kaptırdım. Bana Noel planlarini anlattıklarında ve bu planların bizi de içine almadığını farkettiğimde; kendimi terkedilmis hissettim ama gene de onlara neşeyle cevap verebildim .Israr etmek istemedim,kararlarını kabul ettim ve gelecek sefer beraber olmayı ümit ettim. Onların iksinin de evlenmiş olduklarını ve zamanlarını bölüşmeleri gerektiğini biliyordum ama bilmekle yaşamak farklı şeyler.


Üç seneden beri, bu tatili bir aile olarak beraber kutlayamıyoruz. Alışkın olduğumuz ritueller kendiliğinden, doğal olarak sona erdi – çocukların büyüyüpte en son olarak odaya, yatağa, yanımıza gelmesi,ya da onları kucağımda taşımam, hatta son olarak çıplak olarak görmem gibi. Böyle anlar sessizce kaybolur, en son defayı aradan çok zaman geçtikten sonra farkedersin. Bazan boşananlara özeniyorum, çocuklarıyla geçirdikleri zaman, bölünmüş olduğu için, beraberken, her anın kıymetini bilerek doyasıya yaşıyorlar.
Şu anda, balık pazarındaki radyoda "I’ll be home for Christmas" şarkısı çalıyor. O kadar duygulandım ki; tuvalete gidip ağladım. Kocam gelecek, bu da beni daha fazla ağlattı. Yeniden görüşmeye henüz hazır mıyız? Bilmiyorum, ama bunun alternatifi, ikimizin de Noel’i, yalniz geçirmemiz olur, bu düşünülemez bile. Ona ihtiyacım olduğu zaman, göz yaşları kolay akıyor. Gözlerimi kuruladım,sıkıntımı içime attım ve müşterilerin yanına döndüm. Orada, başında el örmesi bir başlık olan beyaz sakallı bir adam gördüm.Metal çerceveli gözlüklerinin arkasından, bana bakıyordu.

 “Sen Nole Baba olmalısın!”dedim, onu  neşeyle karşılamaya çalıştım.
Daha önce de, bana böyle söylemişlerdi.”dedi.
Oyunlarda Noel Baba olmuşsundur”dedim.
Göz kırparak, 'Daha dün oynadım' dedi.
“Ben bu sene yaramaz da oldum, uslu da oldum, Noel için ne istiyorum, biliyor musun?”dedim, eğlenerek.
Hiç zaman kaybetmeden, 'senin herseyin var' dedi ve dükkandan ayrıldı.

Bu da ne demek, bir anda şastım kaldım. Benim hakkımda ne biliyor ki? Benim istediğim herşeye sahip olduğumu nasıl iddia edebilir? Neden bilmiyorum ama bu beni fazlasıyla rahatsız etti. Her halde, insanlar bana bakıp herşeye sahip olduğumu sanıyorlar-sağlıklıyım, yaratıcı bir kariyerim var, kendime zaman ayırabiliyorum, tatile gidebiliyorum, sapasağlam çocuklarım var, bana sadık bir eşim var...Daha ne olabilir?


Çok sey, bunu düşünerek, bir tepsi fileto morina balığını buzluğa yerleştirdim. En başta, mutlu olmak istiyorum; yeniden hissetmek istiyorum; hayatı uyuşmuş olarak, yaşamak istemiyorum; daha çok gülmek istiyorum; ağladığım zaman, birlikte ağlayacagım birini istiyorum. Ne cesaret, bu Noel Baba karakterindeki adamda, bana bu suçluluk duygusunu verdi. “İstemem gereken” herşeye sahip olduğumu, söylemesiyle, birden kusacak gibi oldum."istemem gereken” seylerle, gerçekten arzu ettiğim şeyler arasında çok fark var!  Tanıdığım pek çok kadın için ne istediklerini söyleyebilmek çok zor, çünkü sadece ulaşabilecekleri şeyleri, istemeye  alışmışlar.


Hiç olmazsa, şimdi ne istemediğimi biliyorum. Kendi istediklerimi, bir kenara birakip başkalarını mutlu etmeye calışmak; evliliğimizin son dönemiyle ilgili senaryoyu, eşimin dahli olmadan yazmak gibi şeyler. Artık kocamı, kötü bir ruh hali içinde  görmek istemiyorum; o sessizliklerini, taş gibi duruşunu; kendi spontan isteklerimi bir kenara atıp, acaba onun bu sessizliği benimle mi ilgili diye düşünmek istemiyorum.


Gene de, sahip olduklarımla, hiç tatmin olmadığım için, kendi kendime kızıyorum. Halime şükredip, durumu kabullenmeliydim, ama açıkca belli ki, durumu kabullenemediğim için buradayım. Belki, bu Noel Baba’yla karşılaşma, tesadüfi bir şeydi. Artık kendime, bu zor soruları sormanın zamanı geldi; çünkü yakında, kendi sorularıyla beraber kocam yanıma gelecek.


Fırtına geliyor ve bu akşam, balık pazarı erken kapanıyor. Patron bana “yola çıksan iyi olur” dedi. "Cuma akşamı Noel Partisine gelmeyi unutma” diye ekledi. Parti mi?  Tanımadığım insanların arasına yalnız olarak katılmak, istediğim en son sey. Ne giyeceğim? Bütün güzel kıyafetlerimi depoda bıraktım. Eve gider gitmez bu işe bakacağım dedim kendi kendime ve yakamı iyice kapatarak, dışarı, soğuk rüzgara çıktım.


Astranotların, dünyanın atmosferine geri dönerken, karanlık noktadan geçmeleri gibi, kasabanın ışıklarını geride bırakırken, kendimi bir an için, kaybolmus hissettim. Boş yolun üzerinde kar fırtınası var. Rüzgar karları savuruyor. İkinci vitese taktım ve zorlanarak ilerledim. Ön cama çarpan buz parçacıklarının çıkardığı ses, ürperti veren bir müzik gibiydi. Sanki çocukların salladığı  içinde kar yağan cam oyuncağın içindeyim, önümü göremiyorum ama etraftaki herşeyi görüyorum. Fırtınanın içinde olmak, korkutucu ama aynı zamanda, insanı canlandırıyo . Zorlukla, garajıma giden yolu buldum, eve gelmenin rahatlığıyla mutlu oldum.


İçeri girince, dışarıdaki fırtınadan kurtulmak istercesine, kapıyı çarparak, kapattım şömineyi yakıp, kendime sıcak çukolata yaptım. Bunlar, benim su anda kuvvet ilacım oldular. Günlüğümü alıp, sadece varolmak istiyorum ama yine de zihnim durmuyor, vıdı vıdı etmeye devam ediyor. Bu sezonun en çok sorulan sorusu zihnime takıldı; ”Ne istiyorsun?” Bu soruya genellikle, fiziki bir şeyle cevap veririz. Düşünün, daha iyi bir ruh halini, iç huzurunu,birlikte olmayı veya sadece,  neşeli insanlarla, gülerek  bir arada olmayı istesek ne olur? Geçen sene oğlum, Noel listemi telefonda sordu bana. Bende hemen, ”senin Noel şarkıları söylediğin, bir kaset istiyorum “dedim . Bana güldü, ama gerçekten istediğim buydu, onun meşe surubu gibi, pürüzsüz olan sesini duymak. Bu benim icin üç tenörlerin aryalarından daha teskin ediciydi.


C.S.Lewis 'Hissedilen doyum'dan bahseder, bunu da 'tam olma kalitesi..sürdürülmeye değer bir dolaysızlık' olarak yorumluyor. Bunun ne olduğunu hayal etmeye çalışıyorum. Burada yalnız olmak yeteri kadar tatmin edici ama geceyi bir başkasıyla paylaşmak-ruh hali benimkine uyan; her anı, o anın harikaligi bozulmadan yaşamaktan zevk alan; basit şeylerden mutlu olan; ve bunu saklamadan söyleyebilen, çok gülen, bütün kalbiyle haz alan, spontane hareket edebilen , hemen sarılan, hemen katılan ve neşeyi bir vazife gibi önemli gören biriyle!
Aman Allahım, şimdi, çok ileri gittim abarttım iyice...Kim böyle olabilir ki? Yine de, bu özelliklerden sadece bir kaçı  yeterli olabilir. Bu benim evliliğimde eksik olan sey degil mi? İsteklerimin gerçeklestirilebilir şeyler olduğunu anladığım için şaşkınlık içindeyim. Hem de bunlara sahip olmak için para veya kudret gerekmiyor, sadece biraz davranış değişikliği gerekiyor.  Niye bunları elde edemiyorum?

Tamam, şimdi anladim, elde etmek, doğru ifade tarzı değil, ulaşmaya çalışmak, bunu da çok fazla belli etmemek gerekiyor. Bunun için, geçmişte başarısız oldum, baskalarının, belli bir tarzda hareket etmelerini istedim ve onları bu yöne doğru ittim ve tatlı sözlerle ikna etmeye çalıştım. İyi şeyler kendiliğinden oluyor.Kendini mutlu ve tatmin olmuş hissetme, bu yolda çaba göstermediğin zamanlarda oluyor. Kafamdaki kalıplaşmış kavramlardan kurtulursam, ilişki içerisinde yeni olasılıkları da görebilirim.


Ne istediğimi anlamaya başlıyorum. Öncelikle eyleme geçmeyeceğim, Çinli düşünür Lao Tzu  “isgüzarlığı  ve işi karıştırmayı bırak” der. Kendimi uzaklaştırmakla, bekle gör halindeyim, manipule eden, yöneten rolumü bıraktım. Doğanın içinde yaşamak, bana  insanın bir amacı olmadan da saygın bir yaşam sürdürebileceğini öğretti. Bu küçük kulübede, fazlalıklar olmadan, sadece gerekli olan eşyayla yaşamak, az da çoğu bulmama yardımcı oldu.


Fazla bir şeyim olmadığından bahsederken, doğru dürüst bir parti kıyafeti bulmam gerektiğini hatırladım. Boş dolabım umut vaad etmiyor. Yeşil kadife pantolon takımım var, haki pantolonlarım, blue jeanlerim, tuvit blazer ceketim,pileli eteklerim, kuru temizlemeden yeni gelmiş olan torbanın altında saklı siyah krep pantolon takımım- bunu tamamen unutmuştum. Harika, hemen soyunup üzerime giydim ama ne yazık ki sığmıyorum, düğmesi iliklenmiyor. Lanet Olsun! Kilo aldigimin farkında değildim, tabii olacağı buydu, kat kat kıyafetler giymek ve ne istersem yemek, görülüyor ki kilo almama sebep olmus. Hiç bir sey üstüme olmayacak diye panik halinde, elime ne geçerse giymeye basladım, birbirine uyan bir şey ararken bir kaç defa sıcak bastı. Şimdiye kadar ne giydiğim mühim degildi, birdenbire karşıma bu sorunun çıkması canımı sıktı. Neyse ki kadife pantolonun elastik beli işe yaradı, üzerine de kapişonlu süveterim uydu. Biraz da takıp takıştırırım. Oh! bunu da atlattık! Şimdi tekrar sezonun  sakin anlarına dönebilirim


Anneannem derdi ki "Eller işledikce, ruhun ,akıl karışıklığının üstesinden gelir.”  Şimdi, kıymalı paylar soslu yemekler ve tereyağlı kurabiyeler yapma zamanı. Aralık ayı, tarçın, hindistan cevizi ve karanfil kokusu olmadan olmaz. Çok özlediğim bu aromayı yaratmak için, tavaya  yıllanmış elma şırası ve baharat koyup, kaynatmaya basladım.


Sonra,  Pavoraotti'nin Noel CD’sini dinleyerek, bir şişe şarap açtım, şimdi haklı olmaktansa mutlu olmayı tercih ediyorum. Daima haklı olmak, zaten her zaman 'harika bir yalnızlıkla' sonuçlanır. Bu sezon geçmişi geride bırakma zamanı kendimi iyileşmiş yepyeni ve mutlu hissediyorum aynı zamanda gerçekleri daha iyi görebildigim için  halime sükrediyorum.


Deniz Kenarinda Bir Yıl adlı kitaptan...

Çeviri: Elif Mat











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder