Her sabah evin
serinliğiyle uyanıyorum. Bu sabah, uyanır uyanmaz, ateş küllenmeden,hemen koşup
sobaya biraz daha odun attım. Aynı sobanın üzerine bir çaydanlık su koyup, ıslık
çalmasını beklemeye başladım.
Eğer bir gece önceden,
dışarıdaki odun kümesinden, içeriye biraz odun taşımayı unutmazsam, hiç de zor
olmayan sabah rutinim bu. Devre arasındayım ben şimdi, bu hayata alıştım. En
iyisi bilinçli olarak pasif olmak, fazla bir şeyle ugraşmamak ve herseyin farkına
varmak. Sezilerim bana uzaklaşmamı ve doğanın sundugu, bütün açılmamış hediyelere bakmamı söylüyor. Doğa etrafımda kış uykusuna yattı, ben de öyle.
Eskiden kış günleri,
eve kapanmak; şöminenin etrafında toplanmak, ocakta fokurdayan acılı bir yemek ve basketbol
maçından terli ve enerji dolu olarak dönen çocuklarımın, gençliklerinin büyüsüyle, evi neşelendirmeleri
manasına geliyordu. Oysa şimdi, kış günleri; tek kişiye inmiş aksam yemeği, kendi kendine sohbet; odun
toplayıp, kesmek; aydınlığın gelmesini
beklerken, karanlıkla boğuşmaktan ibaret olan kutsal, kişisel yolculuğuma devam
etmektir. Bu bayram zamanı bile, denize uzanan, heryerden uzak bu yarımada, yolcunun, yolu şaşırmadan, amacını
gerçeklestirmesine yardım ediyor. Çünkü burada Noel sezonu heryerdeki gibi değil,
biraz daha sönük.
Ben Noel kutlamalarını
severdim, ama son zamanlarda bu aşırılıklardan yoruldum. Herkesi mutlu etmek
için koşusturup duran kadınların yorgun ifadelerini görünce, Noel’in bedelini,
yaşadığımız çağda kadınların ödediğini anladım. Ailemiz istese de istemese de,
evi neşeyle doldurma işini, biz üstleniriz. Son yıllarda,bu konuyu o kadar
ciddiye aldım ki, sayisi yirmiyi bulan genis ailemiz için açık büfe yemekli, oyunlu, şarkılı
partiler düzenlemeye başladım. Insanları ve onlarla beraber gelen keyif ve eğlenceyi evimize
davet ettim.
Bu davetleri
sorunsuz düzenleyen bir kadın olsaydım bile (ki değilim), herkesi
eğlendirmekten fırsat bulup da kendime sıra gelmezdi .Eski kitap kulübüm, hep
Aralık toplantısını iptal ederdi. Kadınlar hep “ bırak okumayı, toplanmaya bile
vakit yok”derlerdi. Ne yazık derdim, Noel kutlamalarını hazırlayanların,
kendilerine ayıracak zamanı yok. Oysa bu zamana, herkesten fazla, onlar ihtiyaç
duyuyor. Geçen sene bir kaçımız buluşmayı başardık. Biraraya gelip, içkimizi icerek, birbirimize Noel hatıralarımızı
anlattık. O sezonun en güzel akşamıydı.
Böyle basit bir
anıyı hatırlamak bile beni su anda mutlu etti, çünkü Noel sezonuyla ilgili herşeyden
uzak duruyorum. Onun yerine, mevsimin
telaşına kalabalıklğına inat, donmus
gölün üzerinde, bir uçtan öbürüne kayan bir buz patencisi gibi yalnız
kayıp gidiyorum.
Bu sene, Noel
mektupları ve kabartmalı kartlar senesi değil, kesinlikle. Bir kaç tane geldi,
ama kendim hiç yazmadım. Yeni yil dileklerini
ve meraklı soruları, telesekreter
sayesinde benden biraz uzakta tutabiliyorum. Ben hala, kendi geleceğimden emin
olamadığım için, mantıklı cevap gerektiren bu sorulardan nefret etmeye başladım.Konuşmak yerine, günlüğüme düşüncelerimi kaydediyorum. Şöyle bir düşünceye takılıp kaldim :”Yasamak değişmektir, daha mükemmel bir hayat için mücadele, daha sık değişimden geçmeyi gerektirir.” Ama gerçekte, bu kadar uç noktalara gitmeli miyim?
Bu sabah, yola erken çıkmaya karar verdim, işe gitmeden önce, son zamanlarda gitmeye basladığım küçük kliseye uğrayacağım. Kasabanın öbür ucunda, cam ağaçlarının arasında bir yer, içeri girdiğimde loş ışıkta dizlerimin üzerine oturup dua etmeye basladım. Beni dinleyenden, kocamı terketmek, hakkettiğimden fazlasını istemek, ve hala daha bana kendini beğenmişlik gibi gelen bir yol izlemek gibi, şeyler için af diledim.
Kliseye girince, daha alçakgönüllü olurum, hatta bazı kliseler, dengemi bulmama yardım eder. Yayıncılarla görüşmeye gitmeden önce, muhakkak, yolda bir kliseye uğrarım, bunu yapmadan bir hikayemi veya bir kitabımı satmak için, görüşme yapmayı düşünmem bile. Bugün burada oturup, ilahi ruhların bana verecegi mesajı dinlemek ve içime sindirmek istiyorum. Hazreti Isa nın doğumunu simgeleyen tablo, boş bekliyor, Kutsal Aile yerine yerleştirilmemiş, ve daha benden başka hiç bir ziyaretci kliseye gelmemis. Bu boş manzaraya bakınca ürperdim. Evi ve kocamı terketmekle ben de bizim yuvamızı sonsuza kadar bosaltmış mı oldum? Umarım öyle değildir; ama bu Noel in zor tarafı, insana böyle şeyler hatırlatıyor ve böyle sorular sorduruyor.
Müsade isteyip
ayrıldım. Huzur bulacağıma, daha da kötü hissettim kendimi ve şehrin içinden
geçmenin beni canlandıracağını, ümit ettim. Evlerin çatısı Noel çelenkleriyle
süslenmiş,elektrikli mumlar cam kenarlarında yanıyor,bir dükkanda kırmızı
arabalar ve Flexible Flyer kızakları parlıyor. Neyse ki, bu küçük yerlesim
bolgesi diger yerler gibi, beni bunaltan tarzda, fazla şatafatli ve piriltili değil. Psikolojik bombardımandan kaçabilirim ama her seferinde dükkana gelen bir müşteri
buyuk bir siparis verdiginde bu donemle ilgili nostalji hissediyorum. Ne kadar
istakoz ve istiridye ismarladıklarina göre, kaç kisiyi davet ettikleri ve
misafirlerinin ne zaman gelecegini tahmin edebiliyorum. Çocuklarımla beraber
olmayacağımı düşününce kendimi melankoliye kaptırdım. Bana Noel planlarini
anlattıklarında ve bu planların bizi de içine almadığını farkettiğimde; kendimi
terkedilmis hissettim ama gene de onlara neşeyle cevap verebildim .Israr etmek
istemedim,kararlarını kabul ettim ve gelecek sefer beraber olmayı ümit
ettim. Onların iksinin de evlenmiş olduklarını ve zamanlarını bölüşmeleri
gerektiğini biliyordum ama bilmekle yaşamak farklı şeyler.
Üç seneden beri,
bu tatili bir aile olarak beraber kutlayamıyoruz. Alışkın olduğumuz ritueller
kendiliğinden, doğal olarak sona erdi – çocukların büyüyüpte en son olarak
odaya, yatağa, yanımıza gelmesi,ya da onları kucağımda taşımam, hatta son
olarak çıplak olarak görmem gibi. Böyle anlar sessizce kaybolur, en son defayı
aradan çok zaman geçtikten sonra farkedersin. Bazan boşananlara özeniyorum,
çocuklarıyla geçirdikleri zaman, bölünmüş olduğu için, beraberken, her anın kıymetini
bilerek doyasıya yaşıyorlar.
Şu anda, balık
pazarındaki radyoda "I’ll be home for Christmas" şarkısı çalıyor. O kadar duygulandım
ki; tuvalete gidip ağladım. Kocam gelecek, bu da beni daha fazla ağlattı.
Yeniden görüşmeye henüz hazır mıyız? Bilmiyorum, ama bunun alternatifi,
ikimizin de Noel’i, yalniz geçirmemiz olur, bu düşünülemez bile. Ona ihtiyacım
olduğu zaman, göz yaşları kolay akıyor. Gözlerimi kuruladım,sıkıntımı içime
attım ve müşterilerin yanına döndüm. Orada, başında el örmesi bir başlık olan
beyaz sakallı bir adam gördüm.Metal çerceveli gözlüklerinin arkasından, bana
bakıyordu.“Sen Nole Baba olmalısın!”dedim, onu neşeyle karşılamaya çalıştım.
“Daha önce de, bana böyle söylemişlerdi.”dedi.
“Oyunlarda Noel Baba olmuşsundur”dedim.
Göz kırparak, 'Daha dün oynadım' dedi.
“Ben bu sene yaramaz da oldum, uslu da oldum, Noel için ne istiyorum, biliyor musun?”dedim, eğlenerek.
Hiç zaman kaybetmeden, 'senin herseyin var' dedi ve dükkandan ayrıldı.
Bu da ne demek, bir
anda şastım kaldım. Benim hakkımda ne biliyor ki? Benim istediğim herşeye sahip
olduğumu nasıl iddia edebilir? Neden bilmiyorum ama bu beni fazlasıyla rahatsız
etti. Her halde, insanlar bana bakıp herşeye sahip olduğumu sanıyorlar-sağlıklıyım,
yaratıcı bir kariyerim var, kendime zaman ayırabiliyorum, tatile gidebiliyorum,
sapasağlam çocuklarım var, bana sadık bir eşim var...Daha ne olabilir?
Çok sey, bunu
düşünerek, bir tepsi fileto morina balığını buzluğa yerleştirdim. En başta,
mutlu olmak istiyorum; yeniden hissetmek istiyorum; hayatı uyuşmuş olarak, yaşamak
istemiyorum; daha çok gülmek istiyorum; ağladığım zaman, birlikte ağlayacagım
birini istiyorum. Ne cesaret, bu Noel Baba karakterindeki adamda, bana bu suçluluk
duygusunu verdi. “İstemem gereken” herşeye sahip olduğumu, söylemesiyle, birden
kusacak gibi oldum."istemem gereken” seylerle, gerçekten arzu ettiğim şeyler
arasında çok fark var! Tanıdığım pek çok
kadın için ne istediklerini söyleyebilmek çok zor, çünkü sadece
ulaşabilecekleri şeyleri, istemeye alışmışlar.
Hiç olmazsa,
şimdi ne istemediğimi biliyorum. Kendi istediklerimi, bir kenara birakip başkalarını
mutlu etmeye calışmak; evliliğimizin son dönemiyle ilgili senaryoyu, eşimin
dahli olmadan yazmak gibi şeyler. Artık kocamı, kötü bir ruh hali içinde görmek istemiyorum; o sessizliklerini, taş gibi duruşunu; kendi spontan isteklerimi bir kenara atıp, acaba onun bu
sessizliği benimle mi ilgili diye düşünmek istemiyorum.
Gene de, sahip
olduklarımla, hiç tatmin olmadığım için, kendi kendime kızıyorum. Halime şükredip,
durumu kabullenmeliydim, ama açıkca belli ki, durumu kabullenemediğim için
buradayım. Belki, bu Noel Baba’yla karşılaşma, tesadüfi bir şeydi. Artık
kendime, bu zor soruları sormanın zamanı geldi; çünkü yakında, kendi
sorularıyla beraber kocam yanıma gelecek.
Fırtına geliyor
ve bu akşam, balık pazarı erken kapanıyor. Patron bana “yola çıksan
iyi olur” dedi. "Cuma akşamı Noel Partisine gelmeyi unutma” diye ekledi. Parti mi? Tanımadığım insanların arasına yalnız olarak katılmak,
istediğim en son sey. Ne giyeceğim? Bütün güzel kıyafetlerimi depoda bıraktım.
Eve gider gitmez bu işe bakacağım dedim kendi kendime ve yakamı iyice kapatarak,
dışarı, soğuk rüzgara çıktım.
Astranotların,
dünyanın atmosferine geri dönerken, karanlık noktadan geçmeleri gibi, kasabanın
ışıklarını geride bırakırken, kendimi bir an için, kaybolmus hissettim. Boş
yolun üzerinde kar fırtınası var. Rüzgar karları savuruyor. İkinci vitese taktım
ve zorlanarak ilerledim. Ön cama çarpan buz parçacıklarının çıkardığı ses,
ürperti veren bir müzik gibiydi. Sanki çocukların salladığı içinde kar yağan cam oyuncağın içindeyim, önümü
göremiyorum ama etraftaki herşeyi görüyorum. Fırtınanın içinde olmak, korkutucu
ama aynı zamanda, insanı canlandırıyo . Zorlukla, garajıma giden yolu buldum,
eve gelmenin rahatlığıyla mutlu oldum.
İçeri girince,
dışarıdaki fırtınadan kurtulmak istercesine, kapıyı çarparak, kapattım şömineyi
yakıp, kendime sıcak çukolata yaptım. Bunlar, benim su anda kuvvet ilacım
oldular. Günlüğümü alıp, sadece varolmak istiyorum ama yine de zihnim durmuyor,
vıdı vıdı etmeye devam ediyor. Bu sezonun en çok sorulan sorusu zihnime takıldı;
”Ne istiyorsun?” Bu soruya genellikle, fiziki bir şeyle cevap veririz. Düşünün,
daha iyi bir ruh halini, iç huzurunu,birlikte olmayı veya sadece, neşeli insanlarla, gülerek bir arada olmayı istesek ne olur? Geçen sene
oğlum, Noel listemi telefonda sordu bana. Bende hemen, ”senin Noel şarkıları
söylediğin, bir kaset istiyorum “dedim . Bana güldü, ama gerçekten istediğim
buydu, onun meşe surubu gibi, pürüzsüz olan sesini duymak. Bu benim icin üç tenörlerin
aryalarından daha teskin ediciydi.
C.S.Lewis
'Hissedilen doyum'dan bahseder, bunu da 'tam olma kalitesi..sürdürülmeye değer
bir dolaysızlık' olarak yorumluyor. Bunun ne olduğunu hayal etmeye çalışıyorum.
Burada yalnız olmak yeteri kadar tatmin edici ama geceyi bir başkasıyla paylaşmak-ruh
hali benimkine uyan; her anı, o anın harikaligi bozulmadan yaşamaktan zevk
alan; basit şeylerden mutlu olan; ve bunu saklamadan söyleyebilen, çok gülen, bütün
kalbiyle haz alan, spontane hareket edebilen , hemen sarılan, hemen katılan ve
neşeyi bir vazife gibi önemli gören biriyle!
Aman Allahım, şimdi,
çok ileri gittim abarttım iyice...Kim böyle olabilir ki? Yine de, bu özelliklerden sadece bir
kaçı yeterli olabilir. Bu benim evliliğimde
eksik olan sey degil mi? İsteklerimin gerçeklestirilebilir şeyler olduğunu
anladığım için şaşkınlık içindeyim. Hem de bunlara sahip olmak için para veya
kudret gerekmiyor, sadece biraz davranış değişikliği gerekiyor. Niye bunları
elde edemiyorum?Tamam, şimdi anladim, elde etmek, doğru ifade tarzı değil, ulaşmaya çalışmak, bunu da çok fazla belli etmemek gerekiyor. Bunun için, geçmişte başarısız oldum, baskalarının, belli bir tarzda hareket etmelerini istedim ve onları bu yöne doğru ittim ve tatlı sözlerle ikna etmeye çalıştım. İyi şeyler kendiliğinden oluyor.Kendini mutlu ve tatmin olmuş hissetme, bu yolda çaba göstermediğin zamanlarda oluyor. Kafamdaki kalıplaşmış kavramlardan kurtulursam, ilişki içerisinde yeni olasılıkları da görebilirim.
Ne istediğimi
anlamaya başlıyorum. Öncelikle eyleme geçmeyeceğim, Çinli düşünür Lao Tzu “isgüzarlığı ve işi karıştırmayı bırak” der. Kendimi uzaklaştırmakla, bekle gör halindeyim, manipule eden, yöneten rolumü
bıraktım. Doğanın içinde yaşamak, bana
insanın bir amacı olmadan da saygın bir yaşam sürdürebileceğini öğretti.
Bu küçük kulübede, fazlalıklar olmadan, sadece gerekli olan eşyayla yaşamak, az
da çoğu bulmama yardımcı oldu.
Fazla bir şeyim
olmadığından bahsederken, doğru dürüst bir parti kıyafeti bulmam gerektiğini
hatırladım. Boş dolabım umut vaad etmiyor. Yeşil kadife pantolon takımım var,
haki pantolonlarım, blue jeanlerim, tuvit blazer ceketim,pileli eteklerim, kuru
temizlemeden yeni gelmiş olan torbanın altında saklı siyah krep pantolon takımım-
bunu tamamen unutmuştum. Harika, hemen soyunup üzerime giydim ama ne yazık ki sığmıyorum,
düğmesi iliklenmiyor. Lanet Olsun! Kilo aldigimin farkında değildim, tabii
olacağı buydu, kat kat kıyafetler giymek ve ne istersem yemek, görülüyor ki
kilo almama sebep olmus. Hiç bir sey üstüme olmayacak diye panik halinde, elime
ne geçerse giymeye basladım, birbirine uyan bir şey ararken bir kaç defa sıcak
bastı. Şimdiye kadar ne giydiğim mühim degildi, birdenbire karşıma bu sorunun çıkması
canımı sıktı. Neyse ki kadife pantolonun elastik beli işe yaradı, üzerine de kapişonlu
süveterim uydu. Biraz da takıp takıştırırım. Oh! bunu da atlattık! Şimdi tekrar
sezonun sakin anlarına dönebilirim
Anneannem derdi
ki "Eller işledikce, ruhun ,akıl karışıklığının üstesinden gelir.” Şimdi, kıymalı paylar soslu yemekler ve
tereyağlı kurabiyeler yapma zamanı. Aralık ayı, tarçın, hindistan cevizi ve
karanfil kokusu olmadan olmaz. Çok özlediğim bu aromayı yaratmak için,
tavaya yıllanmış elma şırası ve
baharat koyup, kaynatmaya basladım.
Sonra, Pavoraotti'nin Noel CD’sini dinleyerek, bir şişe
şarap açtım, şimdi haklı olmaktansa mutlu olmayı tercih ediyorum. Daima haklı
olmak, zaten her zaman 'harika bir yalnızlıkla' sonuçlanır. Bu sezon geçmişi
geride bırakma zamanı kendimi iyileşmiş yepyeni
ve mutlu hissediyorum aynı zamanda gerçekleri daha iyi görebildigim için halime sükrediyorum.
Deniz Kenarinda Bir Yıl adlı kitaptan...
Çeviri: Elif Mat
Deniz Kenarinda Bir Yıl adlı kitaptan...
Çeviri: Elif Mat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder