Yeni yılın ilk, eski yılın son gecesiydi. Etrafımı çevreleyen,
yüz kadar, ince ve kararlı koşucunun arasında, üzerimde 76 numarayla, şehrin
ortasında, ayakta duruyordum. Pek de hevesli olmayarak, iki millik yarışın başlamasını bekliyordum. Atletik olmayan,
orta yaşlı, bir hastalık hastasını bu yarışa katılmaya ne zorlamış olabilir? Herhalde,
bir süredir görmekte olduğum tanıtım etkili oldu.Beni, bu zorlu yolun ortasında,
kendimi tanımaya ve kendimi selamlamaya davet eden ilanlar.Bir süredir kafamin
içindeki düşüncelerden kurtulmak için, vücudumla daha cok ilgilenmem gerektiğini
hissediyordum, bu yarış da bunun için mükemmel bir baslangıç oldu.
Bu sadece bir yarış değil, eğlence aynı zamanda. Herkesin
bir kostüm giymesi gerekiyor; ben kırmızı başlıklı kız kılığındayım. Kırmızı eşofmanım ve omuzlarıma aldığım, yılbaşı
masa örtüsü, kıyafetimi tamamlıyor. Hatta, daha sonra giyeceğim boneyi taşıyabilmek
için, bir de sepet aldım yanıma. “Çok
saçma görünüyorsun”, demek, şu andaki halimi tarif etmek icin hafif kaçar. Daha
tecrübeli koşucular, ufak tefek aksesuarlarla yetinmişler. Basebol kepi,
atletlerindeki bir işaret, plastik burunlu gözlükler gibi. Hızlarını kesecek
hiç bir şey yok üzerlerinde.
Daha evvel bir yarışa katılmamıştım, bu yüzden, özbilincim
çok yüksek şu anda. Ağır vücudumu herkesten biraz uzaklaştırıp, acaba kaçabilir
miyim, diye bakıyorum. Kendimi diğerleriyle mukayese ediyorum, kusurlarımı
görüyor ve onların mükemmel fiziklerine imreniyorum, eskimiş koşu ayakkabılarına
bakıyorum. Acaba, en son ne zaman, kendimi, dış görünüşümden ötürü mutlu
hissetmistim?
Üç veya dört yaşlarında olmalı, tombul ve gamzeliyken. Bir
de hamileliğin ilk aylarinda, girintili çıkıntılı olmadan da kabul edilebilir
hissettiğim zamanlarda. Ama hamileliğin sona ermesiyle gergin karnım, ekmek
hamuru gibi yumuşak bir hal aldığında, ben de tekrardan, kendimden nefret etmeye
başlıyordum.
Ne yapalım, bu görüntü, bu zamana kadar olan, büyük
ihmalimin neticesi. Aklıma ve bedenime ihanet ettim.Bugün, bunu tamir etmek
icin buradayım.Yakınlardaki bir park-metreye dayanarak, esneme hareketleri
yapmaya basladım. Her sene, yılbaşında bedenime daha iyi bakmaya karar veririm
fakat bu kararım, Ocak ayı sonuna kadar unutulur. Ama bu sene farklı; artık
kilomla ilgili duygularımı ve özlemlerimi saklamıyorum. Şimdi, kendimi
bedenimde rahat hissetmek ve uçarcasına koşmak istiyorum. Zamana karşı yarışıyorum.
Bedenim de bana yetişmeli, benim irademi ve direncimi test etmeli.
Tam bu sırada, esnetmek icin, ayağımı kalçama kadar çekerken,
dizime bir şey oldu. Ani bir kasılmayla sarsıldım, bir süre hiç birşey yapmadan,
gevşemesini bekledim sonra ayağımı yavaşca bıraktım.
Çok şey kaçırmışım. Bu yarıştan önce, bedenimi daha çok
sevmeliydim. Bedeni güçlülüğü, hiç aramamıştım ki, bunu düşünmemişdim bile. Annem
de, anneannem de, bedenlerine sınırlama koymuslardı (belki de bu onlar için
yapılmışdı.) Doktorlar, kadın bedenine güvenmedikleri için her ikisine de doğum
yapacakları sırada, çok fazla ilaç vermişlerdi.Bir kadın bedeninin, zirveye çıktığı
o muhteşem anı yaşayamamışlardı.Bundan dolayı onlar da, bana bedenim konusunda fazla bir destek vermediler.
Seksek oynama yaşımı geçince, bedenimi kullanmayı da bıraktım.
Saçım bozulmasın diye, beden eğitimi dersinden kaçtım, hiç bir zaman terlemiş
olarak kimseye görünmek istemedim, çünkü terlemek kadınsı bir özellik değildi. Bedenim,
bana yabancılaştı, ben de onu fazla tanımak istemedim.Siyam ikizleri gibi
birbirimize bağlıydık ama ben bedenime hiç dikkat etmiyordum, bedensel
kokulardan hoşlanmıyordum, kabarmasının, patlamasının üzerini örtüyordum, boşalmasına
izin vermiyordum. Sanki vücudum şekillendirilmesi gereken, bir mermerden başka
birşey değildi. Fazlalıklar atılmalıydı. Kaslarımın ve eklemlerimin arasına bütün
güvensizliklerimi, çözümlenmemiş, duygularımı sakladım, şimdi bütün o kaslar ve
eklemler uzun süre kullanılmamış oldukları için, ağrıyor.
Bedenimle yıldızımın barışmamasının, bir sebebi de çeşitli
nedenlerle görmüş olduğum doktorlardır.Bir dahiliyeci, kalp üfürümü duyarak, beni
binlerce dolarlık testlere gönderdi. Testlerden, sadece gereğinden fazla kaygılı olduğum dışında bir
netice çıkmadı. Bir de kadın doğum uzmanı vardı,yanımdaki diğer hanımın
ikizlerini dünyaya getirirken, ben doğum yapmayayım diye “bacaklarini çarpraz
tut ve bekle” demisti. Ya çocuklarımın doktoru; çocukların annelerine, muayenehaneye
her gelişlerinde, dokunmaktan hoşlanıyordu.Bu adamlar, ne kendilerine güvenmemi
sağladılar; ne de kendi bedenime. Bir süre sonra, bedenimin varlığını bile
inkar etmeye başladım ve doktora gitmeyi de boşverdim. Aslında, bu daha sinsi
bir reddedişti ve bedenimi daha çok inkar etmeme yolaçtı.
Sonra vücudum, bana mesajlar yollamaya basladı, sanki kemiklerime
ve etime vura vura ihtiyaçlarını bildiriyordu.İlk işaretler, bel ağrısı olarak
basladı,spazmlar geçene kadar, günlerce yatakta kaldım.Zaman sınırlamaları,
konusunda çok endişelendiğim veya son teslim tarihi konusunda gerçekci olamadığım
zamanlarda, başağrılarım olurdu.En sonunda, zona hastalığına yakalandım. Bir kayıpla veya
bir reddedilişle karşılaştığımda, kaburgalarımın üzerinde ve kalçalarımda geçmeyen
kızarıklıklar olurdu.Yıllar süren ihmal, giderek artan ağrılarla birleşince
-eteğinden çekip ilgi isteyen bir çocuk gibi-en sonunda bedenimin sesine kulak
verdim.Vücudum, bana bu tarz yaşama son vermemi ve yeni bir tarzı düşünmemi
söylüyordu. Sanırım, burada, bu soğukta titreyerek durmamın, başkasına saçma
veya utanç verici gelebilecek, bir şey yapmayı tercih etmemin, gerçek nedeni
bu. Artık bedenimi dinlemeliyim, ona koyduğum sınırlamaları kaldırmalıyım ve
ona aslında tamamen yeterli ve normal olduğunu göstermeliyim. (Bu normal tanımı
herneyse!)
Tekrar koşucuların yanına gittim, kendime arkalarda ve
kenarda bir yer seçtim.Bugun, benim günüm,ya alır, ya da tamamen kaybederim. Bir
de şu çarpıcı aritmatik var: Elli yaşındayım, seksenime ulaşabilirsem şanslı olacagim.
Yani 360 ayım kaldı!
Tam o sırada, başlama atışı yapıldı, ben de arkasından
harekete geçtim, kaslarım titriyordu, tuhaf sınırlayıcı bir yürüyüşle yürümeye
başladım. Fakat etrafa toplanmış kalabalığın tezahüratının da etkisiyle, o anda
olayın heyecanını daha da duyarak, hemen lideri takip eden, dolu dizgin koşan
atlar gibi, koşabildiğim kadar, hızlı koşmaya basladım. Tanrıya şükür, ilk
yarıda fazla yorulmadan koştum.Beni seyredenleri farkedince, karnımı içeri çekip,
sırtımı dik tutmaya çalışarak, ileriye atıldım. Zavallı bir çabaydı! Bir kaç
dakika icinde, vücudum seneler süren, ihmal ve kötüye kullanmaya tepki vermeye
basladı. Dizlerimin arkasındaki kirişler, esnemiyordu. Baldırımdaki kaslara,
kramp giriyordu. Ana caddeyle okul sokağının köşesinde, tırmanmam gereken
tepeyi görünce yapamayacağımı anladım.
Gene de etrafımdaki kalabalığı seyrederken, kendi acımı
unutuyordum. Kadınların, çalkalanan popoları, şişmanca olanların bir o yana bir
bu yana sallanan göğüsleri, zayıfların “pan cake” gibi dümdüz karınları...Hayret, bütün iç
organları o ince kabuğa nasıl sığıyor? Buna karşılık ben de hakkettiğim
vücudumla koşuyorum, yerçekiminin beni nasıl aşağıya çektiğini hissediyorum. Santim,
santim, fazlalıklarım karnımdan kalçalarıma, oradan baldırlarıma, oradan da aşağıya
iniyor. Ayaklarıma yerleşiyor... Ayaklarım, iki üç kiloluk şeker paketi gibi ağirlaşıyor...
Lideri takip ediyorum, aslında pek çok lider var. Herkes
beni gecti. Ayağım takıldıkça, emekleme derecesinde yavaşlıyor ve geride
kaliyorum. Buna rağmen, tek başına koşmak, şu anda beni rahatlattı, artık yarışma
yok, başkalarıyla kendimi mukayese etmek yok.
Yarışmalardan nefret ederim. Bir keresinde bir televizyon
programına katılmıştım. Yeni çıkacak kitabımı tanıtmak için sıramı beklerken, kitabımın
fazla popüler olmayacağını düşünüyordum. O sırada ekranda bir başka yazarı
gördüm; bu yazar, kendi kitabının satışının, daha şimdiden yarım milyona ulaştığını
söylüyordu. Yanımda oturan, hiç tanımadığım birine dönerek, ” Ben onunla, nasıl
başa çıkabilirim?” dedim. Yanımdaki hanım, beni omuzlarımdan tuttu, gözlerimin
içine bakarak; ”Kendini kimseyle kıyaslama!”dedi.
Oldu!...Peki.!..Bugün de kendimi kimseyle mukayese
etmeyecegim... Kendi stilimi kendim bulacağım. Ama tam bu anda, önümde bir
baska yokuş göründü! Allah Kahretsin!
Ben, bu kasabayı düz sanıyordum! Yalnızca yola çıktığında ve ayağın yere değdiğinde,
toprağı gerçekten tanımış olursun. Artık durmak istiyorum, bu koşuyu bırakmak
istiyorum, kanım nabız noktalarıma bu mesajı taşıyor, dayanılmaz oldu, öleceğim
zannediyorum. Uzun mesafe koşucusunun, yalnızlığını şimdi daha iyi anlıyorum.
Ne yanlış bir iş yaptım!
Kadınlar doğum esnasında, kendilerini tam hazır
hissetmedikleri zaman, ne hissediyorlarsa ben de öyle hissediyorum şimdi: Başladığım
işi bitirmem gerekiyor, bu gerçekle yüzyüzeyim. Soğuk havayı içime çekiyorum, adeta
yutuyorum,içimi donduracağını zannediyorum ve koşmaya devam ediyorum. Bir kadın
polis, tezahürat yapıyor, arabanın içinden “Çok iyi gidiyorsun” diye bağırıyor,
kornaya basıyor, farlarını yakıp söndürüyor. Benim yaşımda, hafif tombulca.
Belki o da katılmayı, koşmayı denemeyi istemiştir. Onun beni yüreklendirmesiyle
ben, her ikimiz için de, devam etmeye karar veriyorum. Başımla selam verip, el
sallıyorum, bu esnada bunu yapacak enerjiyi nerden bulduğuma şaşırıyorum.
“Yapmadan, varolamam”, bu sözü hatırlıyorum. Sonra, en sevdiğim çocuk kitabı
aklıma geliyor: “Yapabilen küçük motor”, bu beni canlandırıyor; ”Yapabilirim, yapabilirim”
Çok kalın giyinmişim, bu eşofmana gerek yoktu. Yine
de hava soğuk, eminim biraz sonra, terim koltuk altımdan ve dudaklarımın üzerinden,
küçük buz sarkıtları oluşturacak. Ama bu soğuk havada koşarken, bu kadar
terleyeceğimi nasıl bilebilirdim? Omuzlarını gevşet, Joan; duruşunu düzelt, göğsünü
genişlet, poponu düşünme, biraz nefes al... Bu zavallı vücuduma yaptığım, haksızlık.
Bunca zaman,kendimi o kadar sıkmışım ki bu vücut birdenbire gevşemez. Zincirlemisim,uzun
yıllar hareketini engellemişim, o kadar bağlı kaldıktan sonra birden serbest
kalınca, ne yapacağını şaşırdı. O anda ihtiyacın olan bir şeyi yapması için
vücuduna bir gün içinde emir veremezsin. Bu uzun süre de oluşturulan, karşılıklı
bir ilişkidir. Vücudum bana yabancı olmuş, tekrar dostluk kurmalıyım. Şu anda
benbenimle, oflayarak, sızlayarak kemiklerimden gelen katırtı
sesleriyle, iletişim kurmaya çabalıyor. Otuz-beş senelik tembellikten sonra
yeniden hayata dönüyor. Tamamen değişen bir kadın. Bir zamanlar, görünmez
olanla, şimdi iletişim kurabiliyor, şimdi dokunabiliyor.
Gercek yorgunluk, şimdi üzerime çöküyor. Ama ,çok şükür merhamet var; bitirme çizgisini görüyorum.Omuzlarımı geriye atıp, çenemi gökyüzüne doğru
uzatıyorum, kaslarım gevsiyor. Bitiş çizgisine doğru atılırken, enerjiyle
doluyorum. Baslangıç noktasındaki gerginliğimin yerini, bitirirken hissettiğim
bu enerji alıyor.
Ve bitti... Yakındaki bir banka zorlukla, adeta sürünerek,
gidip kendimi atıyorum. Kısa bir an,hala orada kalmış olan seyircilerin alkışlarının,tezahüratlarının
farkına varıyorum.Yığılıp kalıyorum. Bitmiş vaziyetteyim, öksürüyorum, göğsümde
bir soğukluk hissediyorum, düzgün nefes almaya calışıyorum.
Garip bir başarı oldu, ben kazandım. Bu bir meydan okumayla
başladı ve cepheyi yarıp geçmemle sonuçlandı. Babam her zaman,” yeteri kadar
zor degilse, doğru ölçü değildir”, derdi. Bugün, iki seçeneğim vardı, ya bu günü
başarıyla bitirmek için bütün gücümü verecektim, ya da günün sonunda, mağdur
edilmiş durumuna düşecektim. Bana hayatın hediyesi, varolduğunu zannettigim
sınırların ötesine geçebilme şansını, elde etmem oldu. Bilinmeyen bir şeye güvendim;
kendisine güven duymamayı ögrenmiş olduğum vücudumun sayesinde, fazlasıyla
sürpriz yaşadım. Modaya uygun bir vucudumun olması ya da olimpiyat sporcusu
gibi olma hayalinden vazgeçtim; sadece işe yarar, sağlam, kalıcı, dağlara
tırmanabilen, torunlarını sırtında taşıyabilen, uzun bir günün sonunda bile,
canlı ve enerjik olabilen bir vücut istiyorum.
Yakınlardaki bir parkta, insanlar toplanmış, şamata yapıyorlar;
rengarek bir cümbüş var; tencere, tava çalıyor; zillerle, sopalarla gürültü
yapiyorlar. Amaçları, eskiyi kovmak, geçmiste kalan, bütün kötülükleri kovarak
yeni yılda, yeniliklere, güzelliklere yer açmak, bu nedenle çılgın bir patırdı
yapıyorlar.O anda anladım ki; ben de hayatımın geri kalan ikinci yarısına başlıyordum;
geçmişin eşiğini aşmıştım; bilinmeyen, yeni ufuklara doğru yol alıyordum. Bu
yolculukta, kaçınılmaz olarak, kendimi bulacaktım.
Eskiden, yılbaşı gecesi hüzünlenir, eskiyi bırakmak
istemezdim; eskinin geçmiş olmasını kabul edemezdim. Vedalaşmayı da aynı
sebeble sevmezdim. Eskiye tutunurdum, çünkü eski bilinendi.Buna karşılık
gelecek bilinmeyendi.Bilinmediği için de kendisinden endise edilmesi
gerekiyordu. Şimdi anliyorum ki; korku benim hayatımı ne kadar çok kontrol
etmiş. Artık edemeyecek!
Soğuktan, yanaklarıma iğneler batıyor, parmaklarım uyuşuyor.
Hemen bir yere girip, sıcak elma şırası ısmarladım, bu sefer, yabancılar
arasında oturuyor olmak beni rahatsız etmedi. Sıkılaşmış bacaklarıma vurarak, bundan
sonra, tüm olumsuz düşüncelerimi yasaklamaya karar verdim. Yeni yıl icin verdiğim
kararlarımı pek beğenerek, kendime bir kadeh kaldırdım, biraz toplu, güzel,feminin
ve sürekli değişime açık olduğum için. Etimle, kemiğimle çalışmaya karar
verdim. Sonuçta, yeni kemik üretmek için egzersiz yapmak gereklidir. Derimiz de,
yeni deriye yer açmak icin soyulur. Kaslar calışarak, kuvvetini korurlar. Gerçekten,
insan ırkına yeniden katıldığımı hissettim.
Deniz Kenarinda Bir Yıl isimli kitaptan
Çeviri: Elif Mat
Deniz Kenarinda Bir Yıl isimli kitaptan
Çeviri: Elif Mat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder