20 Haziran 2015 Cumartesi

Yeni yıl, yeni kararlar...

Yeni yılın ilk, eski yılın son gecesiydi. Etrafımı çevreleyen, yüz kadar, ince ve kararlı koşucunun arasında, üzerimde 76 numarayla, şehrin ortasında, ayakta duruyordum. Pek de hevesli olmayarak, iki millik  yarışın başlamasını bekliyordum. Atletik olmayan, orta yaşlı, bir hastalık hastasını bu yarışa katılmaya ne zorlamış olabilir? Herhalde, bir süredir görmekte olduğum tanıtım etkili oldu.Beni, bu zorlu yolun ortasında, kendimi tanımaya ve kendimi selamlamaya davet eden ilanlar.Bir süredir kafamin içindeki düşüncelerden kurtulmak için, vücudumla daha cok ilgilenmem gerektiğini hissediyordum, bu yarış da bunun için mükemmel bir baslangıç oldu.

Bu sadece bir yarış değil, eğlence aynı zamanda. Herkesin bir kostüm giymesi gerekiyor; ben kırmızı başlıklı kız kılığındayım. Kırmızı eşofmanım ve omuzlarıma aldığım, yılbaşı masa örtüsü, kıyafetimi tamamlıyor. Hatta, daha sonra giyeceğim boneyi taşıyabilmek için, bir de sepet aldım yanıma.  “Çok saçma görünüyorsun”, demek, şu andaki halimi tarif etmek icin hafif kaçar. Daha tecrübeli koşucular, ufak tefek aksesuarlarla yetinmişler. Basebol kepi, atletlerindeki bir işaret, plastik burunlu gözlükler gibi. Hızlarını kesecek hiç bir şey yok üzerlerinde.

Daha evvel bir yarışa katılmamıştım, bu yüzden, özbilincim çok yüksek şu anda. Ağır vücudumu herkesten biraz uzaklaştırıp, acaba kaçabilir miyim, diye bakıyorum. Kendimi diğerleriyle mukayese ediyorum, kusurlarımı görüyor ve onların mükemmel fiziklerine imreniyorum, eskimiş koşu ayakkabılarına bakıyorum. Acaba, en son ne zaman, kendimi, dış görünüşümden ötürü mutlu hissetmistim?
Üç veya dört yaşlarında olmalı, tombul ve gamzeliyken. Bir de hamileliğin ilk aylarinda, girintili çıkıntılı olmadan da kabul edilebilir hissettiğim zamanlarda. Ama hamileliğin sona ermesiyle gergin karnım, ekmek hamuru gibi yumuşak bir hal aldığında, ben de tekrardan, kendimden nefret etmeye başlıyordum. 

Ne yapalım, bu görüntü, bu zamana kadar olan, büyük ihmalimin neticesi. Aklıma ve bedenime ihanet ettim.Bugün, bunu tamir etmek icin buradayım.Yakınlardaki bir park-metreye dayanarak, esneme hareketleri yapmaya basladım. Her sene, yılbaşında bedenime daha iyi bakmaya karar veririm fakat bu kararım, Ocak ayı sonuna kadar unutulur. Ama bu sene farklı; artık kilomla ilgili duygularımı ve özlemlerimi saklamıyorum. Şimdi, kendimi bedenimde rahat hissetmek ve uçarcasına koşmak istiyorum. Zamana karşı yarışıyorum. Bedenim de bana yetişmeli, benim irademi ve direncimi test etmeli.
Tam bu sırada, esnetmek icin, ayağımı kalçama kadar çekerken, dizime bir şey oldu. Ani bir kasılmayla sarsıldım, bir süre hiç birşey yapmadan, gevşemesini bekledim sonra ayağımı yavaşca bıraktım.
Çok şey kaçırmışım. Bu yarıştan önce, bedenimi daha çok sevmeliydim. Bedeni güçlülüğü, hiç aramamıştım ki, bunu düşünmemişdim bile. Annem de, anneannem de, bedenlerine sınırlama koymuslardı (belki de bu onlar için yapılmışdı.) Doktorlar, kadın bedenine güvenmedikleri için her ikisine de doğum yapacakları sırada, çok fazla ilaç vermişlerdi.Bir kadın bedeninin, zirveye çıktığı o muhteşem anı yaşayamamışlardı.Bundan dolayı onlar da, bana  bedenim konusunda fazla bir destek vermediler.
Seksek oynama yaşımı geçince, bedenimi kullanmayı da bıraktım. Saçım bozulmasın diye, beden eğitimi dersinden kaçtım, hiç bir zaman terlemiş olarak kimseye görünmek istemedim, çünkü terlemek kadınsı bir özellik değildi. Bedenim, bana yabancılaştı, ben de onu fazla tanımak istemedim.Siyam ikizleri gibi birbirimize bağlıydık ama ben bedenime hiç dikkat etmiyordum, bedensel kokulardan hoşlanmıyordum, kabarmasının, patlamasının üzerini örtüyordum, boşalmasına izin vermiyordum. Sanki vücudum şekillendirilmesi gereken, bir mermerden başka birşey değildi. Fazlalıklar atılmalıydı. Kaslarımın ve eklemlerimin arasına bütün güvensizliklerimi, çözümlenmemiş, duygularımı sakladım, şimdi bütün o kaslar ve eklemler uzun süre kullanılmamış oldukları için, ağrıyor.

Bedenimle yıldızımın barışmamasının, bir sebebi de çeşitli nedenlerle görmüş olduğum doktorlardır.Bir dahiliyeci, kalp üfürümü duyarak, beni binlerce dolarlık testlere gönderdi. Testlerden, sadece  gereğinden fazla kaygılı olduğum dışında bir netice çıkmadı. Bir de kadın doğum uzmanı vardı,yanımdaki diğer hanımın ikizlerini dünyaya getirirken, ben doğum yapmayayım diye “bacaklarini çarpraz tut ve bekle” demisti. Ya çocuklarımın doktoru; çocukların annelerine, muayenehaneye her gelişlerinde, dokunmaktan hoşlanıyordu.Bu adamlar, ne kendilerine güvenmemi sağladılar; ne de kendi bedenime. Bir süre sonra, bedenimin varlığını bile inkar etmeye başladım ve doktora gitmeyi de boşverdim. Aslında, bu daha sinsi bir reddedişti ve bedenimi daha çok inkar etmeme yolaçtı.

Sonra vücudum, bana mesajlar yollamaya basladı, sanki kemiklerime ve etime vura vura ihtiyaçlarını  bildiriyordu.İlk işaretler, bel ağrısı olarak basladı,spazmlar geçene kadar, günlerce yatakta kaldım.Zaman sınırlamaları, konusunda çok endişelendiğim veya son teslim tarihi konusunda gerçekci olamadığım zamanlarda, başağrılarım olurdu.En sonunda,  zona hastalığına yakalandım. Bir kayıpla veya bir reddedilişle karşılaştığımda, kaburgalarımın üzerinde ve kalçalarımda geçmeyen kızarıklıklar olurdu.Yıllar süren ihmal, giderek artan ağrılarla birleşince -eteğinden çekip ilgi isteyen bir çocuk gibi-en sonunda bedenimin sesine kulak verdim.Vücudum, bana bu tarz yaşama son vermemi ve yeni bir tarzı düşünmemi söylüyordu. Sanırım, burada, bu soğukta titreyerek durmamın, başkasına saçma veya utanç verici gelebilecek, bir şey yapmayı tercih etmemin, gerçek nedeni bu. Artık bedenimi dinlemeliyim, ona koyduğum sınırlamaları kaldırmalıyım ve ona aslında tamamen yeterli ve normal olduğunu göstermeliyim. (Bu normal tanımı herneyse!)

Tekrar koşucuların yanına gittim, kendime arkalarda ve kenarda bir yer seçtim.Bugun, benim günüm,ya alır, ya da tamamen kaybederim. Bir de şu çarpıcı aritmatik var: Elli yaşındayım, seksenime ulaşabilirsem şanslı olacagim. Yani 360 ayım kaldı!


Tam o sırada, başlama atışı yapıldı, ben de arkasından harekete geçtim, kaslarım titriyordu, tuhaf sınırlayıcı bir yürüyüşle yürümeye başladım. Fakat etrafa toplanmış kalabalığın tezahüratının da etkisiyle, o anda olayın heyecanını daha da duyarak, hemen lideri takip eden, dolu dizgin koşan atlar gibi, koşabildiğim kadar, hızlı koşmaya basladım. Tanrıya şükür, ilk yarıda fazla yorulmadan koştum.Beni seyredenleri farkedince, karnımı içeri çekip, sırtımı dik tutmaya çalışarak, ileriye atıldım. Zavallı bir çabaydı! Bir kaç dakika icinde, vücudum seneler süren, ihmal ve kötüye kullanmaya tepki vermeye basladı. Dizlerimin arkasındaki kirişler, esnemiyordu. Baldırımdaki kaslara, kramp giriyordu. Ana caddeyle okul sokağının köşesinde, tırmanmam gereken tepeyi görünce yapamayacağımı anladım.

Gene de etrafımdaki kalabalığı seyrederken, kendi acımı unutuyordum. Kadınların, çalkalanan popoları, şişmanca olanların bir o yana bir bu yana sallanan göğüsleri, zayıfların “pan cake”  gibi dümdüz karınları...Hayret, bütün iç organları o ince kabuğa nasıl sığıyor? Buna karşılık ben de hakkettiğim vücudumla koşuyorum, yerçekiminin beni nasıl aşağıya çektiğini hissediyorum. Santim, santim, fazlalıklarım karnımdan kalçalarıma, oradan baldırlarıma, oradan da aşağıya iniyor. Ayaklarıma yerleşiyor... Ayaklarım, iki üç kiloluk şeker paketi gibi ağirlaşıyor...

Lideri takip ediyorum, aslında pek çok lider var. Herkes beni gecti. Ayağım takıldıkça, emekleme derecesinde yavaşlıyor ve geride kaliyorum.  Buna rağmen, tek başına  koşmak, şu anda beni rahatlattı, artık yarışma yok, başkalarıyla kendimi mukayese etmek yok.
Yarışmalardan nefret ederim. Bir keresinde bir televizyon programına katılmıştım. Yeni çıkacak kitabımı tanıtmak için sıramı beklerken, kitabımın fazla popüler olmayacağını düşünüyordum. O sırada ekranda bir başka yazarı gördüm; bu yazar, kendi kitabının satışının, daha şimdiden yarım milyona ulaştığını söylüyordu. Yanımda oturan, hiç tanımadığım birine dönerek, ” Ben onunla, nasıl başa çıkabilirim?” dedim. Yanımdaki hanım, beni omuzlarımdan tuttu, gözlerimin içine bakarak; ”Kendini kimseyle kıyaslama!”dedi.
Oldu!...Peki.!..Bugün de kendimi kimseyle mukayese etmeyecegim... Kendi stilimi kendim bulacağım. Ama tam bu anda, önümde bir baska yokuş göründü!  Allah Kahretsin! Ben, bu kasabayı düz sanıyordum! Yalnızca yola çıktığında ve ayağın yere değdiğinde, toprağı gerçekten tanımış olursun. Artık durmak istiyorum, bu koşuyu bırakmak istiyorum, kanım nabız noktalarıma bu mesajı taşıyor, dayanılmaz oldu, öleceğim zannediyorum. Uzun mesafe koşucusunun, yalnızlığını şimdi daha iyi anlıyorum. Ne yanlış bir iş yaptım!

Kadınlar doğum esnasında, kendilerini tam hazır hissetmedikleri zaman, ne hissediyorlarsa ben de öyle hissediyorum şimdi: Başladığım işi bitirmem gerekiyor, bu gerçekle yüzyüzeyim. Soğuk havayı içime çekiyorum, adeta yutuyorum,içimi donduracağını zannediyorum ve koşmaya devam ediyorum. Bir kadın polis, tezahürat yapıyor, arabanın içinden “Çok iyi gidiyorsun” diye bağırıyor, kornaya basıyor, farlarını yakıp söndürüyor. Benim yaşımda, hafif tombulca. Belki o da katılmayı, koşmayı denemeyi istemiştir. Onun beni yüreklendirmesiyle ben, her ikimiz için de, devam etmeye karar veriyorum. Başımla selam verip, el sallıyorum, bu esnada bunu yapacak enerjiyi nerden bulduğuma şaşırıyorum. “Yapmadan, varolamam”, bu sözü hatırlıyorum. Sonra, en sevdiğim çocuk kitabı aklıma geliyor: “Yapabilen küçük motor”, bu beni canlandırıyor; ”Yapabilirim, yapabilirim”

Çok kalın giyinmişim, bu eşofmana gerek yoktu. Yine de hava soğuk, eminim biraz sonra, terim koltuk altımdan ve dudaklarımın üzerinden, küçük buz sarkıtları oluşturacak. Ama bu soğuk havada koşarken, bu kadar terleyeceğimi nasıl bilebilirdim? Omuzlarını gevşet, Joan; duruşunu düzelt, göğsünü genişlet, poponu düşünme, biraz nefes al... Bu zavallı vücuduma yaptığım, haksızlık. Bunca zaman,kendimi o kadar sıkmışım ki bu vücut birdenbire gevşemez. Zincirlemisim,uzun yıllar hareketini engellemişim, o kadar bağlı kaldıktan sonra birden serbest kalınca, ne yapacağını şaşırdı. O anda ihtiyacın olan bir şeyi yapması için vücuduna bir gün içinde emir veremezsin. Bu uzun süre de oluşturulan, karşılıklı bir ilişkidir. Vücudum bana yabancı olmuş, tekrar dostluk kurmalıyım. Şu anda benbenimle, oflayarak, sızlayarak kemiklerimden gelen katırtı sesleriyle, iletişim kurmaya çabalıyor. Otuz-beş senelik tembellikten sonra yeniden hayata dönüyor. Tamamen değişen bir kadın. Bir zamanlar, görünmez olanla, şimdi iletişim kurabiliyor, şimdi dokunabiliyor.

Gercek yorgunluk, şimdi üzerime çöküyor. Ama ,çok şükür merhamet var; bitirme çizgisini görüyorum.Omuzlarımı geriye atıp, çenemi gökyüzüne doğru uzatıyorum, kaslarım gevsiyor. Bitiş çizgisine doğru atılırken, enerjiyle doluyorum. Baslangıç noktasındaki gerginliğimin yerini, bitirirken hissettiğim bu enerji alıyor.

Ve bitti... Yakındaki bir banka zorlukla, adeta sürünerek, gidip kendimi atıyorum. Kısa bir an,hala orada kalmış olan seyircilerin alkışlarının,tezahüratlarının farkına varıyorum.Yığılıp kalıyorum. Bitmiş vaziyetteyim, öksürüyorum, göğsümde bir soğukluk hissediyorum, düzgün nefes almaya calışıyorum.

Eger,bu yarışa uyuşukluktan kurtulmak icin katıldıysam; gerçekten başardım.
Garip bir başarı oldu, ben kazandım. Bu bir meydan okumayla başladı ve cepheyi yarıp geçmemle sonuçlandı. Babam her zaman,” yeteri kadar zor degilse, doğru ölçü değildir”, derdi. Bugün, iki seçeneğim vardı, ya bu günü başarıyla bitirmek için bütün gücümü verecektim, ya da günün sonunda, mağdur edilmiş durumuna düşecektim. Bana hayatın hediyesi, varolduğunu zannettigim sınırların ötesine geçebilme şansını, elde etmem oldu. Bilinmeyen bir şeye güvendim; kendisine güven duymamayı ögrenmiş olduğum vücudumun sayesinde, fazlasıyla sürpriz yaşadım. Modaya uygun bir vucudumun olması ya da olimpiyat sporcusu gibi olma hayalinden vazgeçtim; sadece işe yarar, sağlam, kalıcı, dağlara tırmanabilen, torunlarını sırtında taşıyabilen, uzun bir günün sonunda bile, canlı ve enerjik olabilen bir vücut istiyorum.

Yakınlardaki bir parkta, insanlar toplanmış, şamata yapıyorlar; rengarek bir cümbüş var; tencere, tava çalıyor; zillerle, sopalarla gürültü yapiyorlar. Amaçları, eskiyi kovmak, geçmiste kalan, bütün kötülükleri kovarak yeni yılda, yeniliklere, güzelliklere yer açmak, bu nedenle çılgın bir patırdı yapıyorlar.O anda anladım ki; ben de hayatımın geri kalan ikinci yarısına başlıyordum; geçmişin eşiğini aşmıştım; bilinmeyen, yeni ufuklara doğru yol alıyordum. Bu yolculukta, kaçınılmaz olarak, kendimi bulacaktım.

Eskiden, yılbaşı gecesi hüzünlenir, eskiyi bırakmak istemezdim; eskinin geçmiş olmasını kabul edemezdim. Vedalaşmayı da aynı sebeble sevmezdim. Eskiye tutunurdum, çünkü eski bilinendi.Buna karşılık gelecek bilinmeyendi.Bilinmediği için de kendisinden endise edilmesi gerekiyordu. Şimdi anliyorum ki; korku benim hayatımı ne kadar çok kontrol etmiş. Artık edemeyecek!

Soğuktan, yanaklarıma iğneler batıyor, parmaklarım uyuşuyor. Hemen bir yere girip, sıcak elma şırası ısmarladım, bu sefer, yabancılar arasında oturuyor olmak beni rahatsız etmedi. Sıkılaşmış bacaklarıma vurarak, bundan sonra, tüm olumsuz düşüncelerimi yasaklamaya karar verdim. Yeni yıl icin verdiğim kararlarımı pek beğenerek, kendime bir kadeh kaldırdım, biraz toplu, güzel,feminin ve sürekli değişime açık olduğum için. Etimle, kemiğimle çalışmaya karar verdim. Sonuçta, yeni kemik üretmek için egzersiz yapmak gereklidir. Derimiz de, yeni deriye yer açmak icin soyulur. Kaslar calışarak, kuvvetini korurlar. Gerçekten, insan ırkına yeniden katıldığımı hissettim.

Deniz Kenarinda Bir Yıl isimli kitaptan
Çeviri: Elif Mat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder