4 Haziran 2015 Perşembe

Pastırma Yazı

Pastırma Yazı,








Bugün denizin çekimine kapılıp, kıyıya gelip, yazın son hazlarını tatmak istediğim, günlerden biri ama bugun buraya geliş sebebim başka. Yanımda, plaj sandalyesi ve şemsiyesi yok ve ben birden kendimi buraya ait hissetmiyorum. Ben burada yanlış yere düşmüş bir insan gibiyim, hic törensiz, plajın uzak bir yerinde fok balıklarının arasına bırakılmıştım.

Buraya gelirken, ne ümit ettigimi bilmiyorum. Esasinda, böyle önyargılara zamanım yok benim. Hayatta ilk defa, dürtülerimle hareket ettim ve şimdi de sonuçlarına katlanmalıyım. Kendimi garip bir sekilde yalnız hissediyorum ve Josh’un burada olmasini arzu ediyorum. Acaba onunla bir macera mı yasamak istiyorum? Zannetmiyorum, ama beni gururlandıracak bir kıvılcım bekliyorum.
Burada olmaktan dolayi halime şükretmiyor değilim. Haşa! Burası dünyanın en sıra dışı plajı olmalı,dahası burayı kimse bilmiyor. Hep daha fazlasını istemek yerine bana verilmis olanlarla yetinmeyi, ne zaman öğreneceğim? Aşırı beklentilerim, hep sahip olduklarimi gölgeliyor.  Şu anda en az, kırk fok balığı bir yandan yüzerken, bir yandan da beni baştan asağıya süzüyorlar.Herhalde benim buradan kalkmamı bekliyorlar, çünkü burada güneşlenmeye kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar. Kendimi  davetsiz misafir rolünde hiç bir zaman rahat hissetmediğim için buradan ayrılıp, adanın geri kalan kısmını keşfetmeye gidiyorum.  Annem, bana konaklamanın önemini iyi öğretmistir. Büyüme yıllarımda, çok taşınmıştık, bundan dolayı bencil olmayan bir davranış tarzı benimsemisimdir: Bana, “ yeni bir ortamda kendini kabul ettirmenin yolu, onlarin kurallarına göre oynamak, soru sormak ve katılımcı olmaktır”derdi. Ben de bu konuda ustalastım, çünkü, her zaman yeni yerlere taşındık ve yeni gelen hep ben olduğum için, kabul edilebilmek arzusuyla, hep kendimden verdim.

Sıcak olmaya başladı, iyice bunaldım yapış yapış oldum ıslak ve kumlu kot pantolonumu çıkarmalıyım. Kotumu, kuru çimen yığınının üzerine kurumaya bıraktım ve öğle yemeğimi çıkardım.   Fıstık ezmesini simitin üzerine sürerken, üzeri taze fasulye filizleriyle süslenmiş , hindili, avacadolu, kulüp sandwich canım istedi. Bak, gene sahip olduklarımla, mutlu olamıyorum. Tabii, daha iyi hazırlanmış olarak, gelebilirdim ama zaten çoğu zaman kıymetli zamanım, bir tecrübeyi yaşamak yerine ona hazırlanmakla geçiyor. İçinde yasadığım ana teslim olmayı öğrenmem gerekiyor ama bu teslim olmak kelimesi vazgeçmeyi ve yılmayı da ifade eder. Bana göre değil, ben çok plancıyım ve hayatımın büyük bölümünü, kendimden başkalarının ' show'unu sahneye koyan bir yönetmen gibi geçirdim. Onlar sahnedeyken, ben de sıranın bana gelmesini bekledim hep. Ama, bak gör şimdi, ne oldu! Herzamanki gibi kader kazandı! Artık evliliğimi, çocuklarımı ve geleceğimi, kontrol edemiyorum. Hiç bir sey, kesin degil.

Aslında, herşeyin benim kontrolümde olmadığını itiraf etmenin de rahatlatıcı bir yanı var. Her zaman haklı olmaya çalışmak ve iyi bir kız olmak kolay değil. Insanız, zaman zaman, hata yapabiliriz; bu defa tamamen hatalıyım, demenin de insani teselli eden bir tarafı var. Son defa sürat yaptigim icin yakalandığım ve ceza aldığım zamani hatırladım. Arkamda, ışıkları dönen polis arabasını görünce, sanki kalbim duracak gibi olmuştu .Hemen, ayağımı gazdan çekmiştim, hız yaptığımı kabul etmek istemiyordum, sanki beni değilde, baskasını durdurmak istiyormus, gibi üzerime alınmadım Ama bir de sirenler çalmaya baslayinca, kabul etmek zorunda kaldim ve bu gösteriyi biraktim. Yakalanmıştım; bu durumda vazgeçmek en kolayıydı.

Belki de, kontrole çok meraklı olmamın  gerçek sebebi, “ben kontrol etmezsem, bu aile mahvolur” düşüncesiydi. Bana, herkes, kuvvetli sağlıklı, gücünü çabuk toparlayan biri olduğumu söyler; bu güzel tanımlamaları, şimdi mahvediyorum. Ama bu kontrol meraklısı olmanın, insana getirdigi yükün büyüklüğünü anladım. Çünkü, kontrol eden, işin büyük kısmını yapmak zorundaydı! İşin garip tarafı, benim kocam, bu özelliğimi beğenerek benden etkilenmisti. Evliligimizin yirmi beşinci yılında, bana dedi ki: "Ben, sana bakacağımı hiç düşünmemiştim” ona, öylece bakakaldım: “Sen, hep kuvvetli ve kontrollüsün.”. O gunden sonra, bana kuvvetli denmesinden, herkesin arkasını toparlayacağımdan, emin olmalarından, hoşlanmadım.

Şu anda, devamlı konuşmayı bir yana bırakıp ta, sadece varolmaktan, zevk almalıyım. Denizin sesi, beni kendine çekiyor; bu sesteki müziği dinleyerek, yavaş, yavaş, dolaşmaya başladım. Ayağımın altında, yeni filizlenen  çimene, basmamaya özen gösteriyorum. Bu bitkinin kökleri, bu sahil boyunca kilometrelerce uzuyor ve herşeyi bir arada tutuyor. Bu kum çimeni, hayranlık uyandıracak kadar kendi kendine yeterliydi.

Böyle, uzak bir sahilde ailece pikniğe gittigimiz bir günü hatırladım.Bütün günü beraber geçirmek için yanımızda, bebeklerimizi, battaniyelerimizi. mangal ve yiyeceklerimizi getirmiştik.O zaman sadece büyük oğlumuz vardı. O da amcaları ve kuzenleriyle birlikte kumdan kaleler yapmakla mesguldü. Biz de kocamla beraber birlikte olmak için gözlerden uzakta, bu çimenlerin üzerine gittik.  Bu tehlikeli yaramazlık, bize unutulmaz bir haz yaşatti. Bunu söylemek hüzünlü ama bu tek bir andı. Doğum kontrol hapından önce ergenliğe erişmem nedeniyle, her zaman dikkatli ve biraz soğuk oldum.Hiç bir zaman özgür ve azgın olamadım.


Evlenmeden önce, bir çeşit seks Rus Ruleti oynardık. Her şeyi yapardık ama tam olarak birlikte olmazdık.Bu durum bana erkeği memnun etmenin bütün inceliklerini  öğretti, onun zevkini izlerken heyecanlanırdım ve benim mükafatım bunda payımın olduğunu bilmek olurdu. Bu çeşit, güvenli seks veya yarım seks benim masumiyetimi korudu ama hiç bir zaman tatmin olamadım.Düğün gecesi de istediğim gibi davranmak mümkün olmadı. Daha evvelce yasak olan şeyi, simdi bir papaz müsade etti diye birdenbire kendimi bırakamazdım.Bir kısır döngü içinde kaldım, bu da bana kocam tarafından soğuk denmesine sebeb oldu.

Ilık beyaz kumların üzerinde simdi daha hızlı yürüyorum, ayaklarımın bile uyarılmayı istediğini farkettim. Bütün ada, güneşleniyor,ben de bu sıcaktan memnunum.Bu yalnızlık benim icin önemli, ama şu anda bir hevesli aşığımın olmasını isterdim. Onun yerine, deniz var, dalgalari kabarmis, su kristalleri bir fiskiye  gibi havaya saçılıyor beni oynamaya davet ediyor.

Koyu renk bulutlar, güneşi gölgeledi, titremeye başladım, kendi kendimi sardim. Suya doğru koşuyorum ,atlamayacaktım ama sonunda atladım, ilk şoku gecirdikten sonra, aslında suyun dışarıdan daha sıcak olduğunu anladım ve güneş tekrar ısıtıncaya kadar suyun içinde kalmaya karar verdim.Yalnız, bunlar büyük dalga, burada kendimi suyun akıntısına bırakamam. Derindeki, akıntıya kapılmamak için, kararlılıkla hareket etmeliyim. “Sakın, biri seni kıyıdan izlemeden, yüzme” bizde, kural buydu.Diğer bütün kurallar gibi şimdi, bunu da yıkıyorum.Yumuşak bir dalga aniden yükseldi ve başımın üzerinden geçti.Önsezilerimle, hemen daldım ve öbür tarafından çıktım. Buna, senelerden beri cesaret edememiştim.Gerçekte, denize dalma konusunda uzun süre bir korku yaşamistim. Niye yaşlandıkça daha dikkatli oluyorum? Tersine olmasi gerekmez mi? Acaba, bu başarısızlıkla ilgili bir sey mi?

Kazançlarımı unutmaya ve başarısızlıklarımı hatırlamaya, daha çok meyilliyim. Yetişkin oluncaya kadar, başarısızlıklar kümelendi, benim özgüvenimi berbat etti ve bunun sonucu olarak da risk almamaya başladım.

Ama deli gibi oğullarımın aldığı riskleri, seyrettim. Birisi, ülkeyi bisikletle baştan başa bir kac defa turladı,diğeri de stand-up komedyeni oldu. Sık sık baslarına gelse de yenilgiden korkmuyorlar. Ben de o yaşlarda aynen öyleydim. Universitede drama okuluna yazılan tek öğrenci ben oldum; Afrika’ nın vahşi bölgelerinde çalıştım; fazla daktilo bilmeden elçinin hanımı için sekreterlik yaptım; daha önce hiç yayınlanmış, yazım olmadığı halde editörün odasına kadar girip, ona magazin hikayemi sattim. Kendimi uzunca bir müddet yenilmez olarak görüyordum ama sonra risk almayı bıraktım.Etrafa uyum gösterme alışkanlığı ruhumda bir kanser gibi büyürken, kendi öz benliğime olan inancım anlaşılmaz bir şekilde, zaman içinde erozyona ugradı, öyle ki, sahip olduğum olgunluk derecesi artık elimden kaydı gitti.

Zannederim bunu Picasso soylemisti, hayatının ilk yarısını, yetişkin olmak icin geçirmiş, sonraki yarısını da yeniden çocuk olmak icin. Acaba, bunun için mi, son bir kaç yazı kocaman gözlü çocuklara bakarak geçiriyorum? Plajda bir cocuğa annesi durmaksizin”Victoria şöyle yap...Victoria böyle yap.” Diyordu Victoria bunlarin hiç birine aldırmıyor, kendi dünyasına dalmış istediği gibi yiyor içiyor, uykusunu uyuyor ve ailesiyle beraber oluyordu. Bu çocuğa, tamamen büyülenmiş gibi baktım. Hayır o kendi dünyasındaydı-beline kadar çıplak, her tarafı kum ve içinde, kurallara aldırmadan istediğini yapıyordu-mutluluğun ta kendisi.


Ben de burada, o mutluluğu tadıyorum. Çocuklarımın beni görmelerini isterdim.alkışlarlardı şüphesiz,çünkü inanıyorum ki bütün çocuklar anne-babalarını mutlu,dertsiz, tasasiz ve eğlenirken görmek isterler.Bir keresinde Emerson ‘un bir sözünü bana okudular, bunun benim icin söylenmiş olduğunu söyleyerek gururumu okşadılar: “Basarılı insanlar iyi yaşarlar, çok gülerler ve çok severler.Baskalarının en iyi taraflarını görmeye çalışır kendilerinden de en iyisini başkalarına vermeye çalışırken, dünyayı geldiklerinden daha iyi bir halde bırakırlar; böylece bir boşluğu doldurur ve yapmaları gereken görevleri yerine getirirler.” Sanki çocuklar oradaymış, kıyıdan beni seyrediyorlarmış gibi bağırdım ve bir mikdar tuzlu su yuttum.

O sırada genizden gelen bir ses, hırıltılar duydum ve dibe daldım  daha derine doğru yüzdüm. Fok baliklari gelmisti; bir, iki tane değil, bir sürü. Acaba adanın öbür tarafından beni mi takip ettiler? Bana artık güveniyorlar demek ki. Herneyse, bende de kısa bir süreliğine de olsa kendime güven oluşmasına sebep oldular. Beni mıknatıs gibi kendilerine çekiyorlar; ben de biraz daha ileriye yüzmeye cesaret edebildim; onlara yakınlaştım.Beni büyülediler,ben de onları taklit etmeye başladım, dalıp çıkmalara, kabaran dalgayla beraber dönmelere basladım.Sonra suyun üzerinde rahatca kendini bıraktım. Fok balıklarıyla, ben zamanı durdurmus gibiyiz. Birdenbire kırılan kocaman bir dalga beni içine aldı, taa kumsala kadar sürükledi,. Bu esnada, kalçalarım kum taneciklerine sürterek yandı. Gülerek kıyıya vurdum, gülerek ve yalnız...Kıyıda, kanatlarını genişce açmis, bir kartal gibi,kollarimi bacaklarımı açarak yattım;geniş gökyüzünü seyrettim, aptalca ama çok zevkliydi. Of, bugüne kadar pek çok günüm sıkıcı geçmişti ve bana ait pek çok özellik,yetenek, hiç kullanılmadan boşa gitmisti. Belki, bir sonraki hayatıma, bir fok baligi olarak gelir de bana ait olan herşeyi her tarafımı gerektiği gibi kullanırım. Belki de bu hayat için daha çok geç değildir!

Ama şimdi fok balıkları gibi kalın bir derim olsun isterdim.Hava sogudu; hemen havlumu ve süveterimi almaya koştum, kumda kuytu bir yere oturdum sarındım ve fok balıklarını ve yaptıkları maskaralıkları seyrettim . Onlar, sanki beni elimden tutup da çocukluğuma geri götürdüler, zaman algımı değiştirdiler ve benimle vücut diliyle konuştular.İki tanesi neşeyle oynarken, biri dalıp, büyük bir balık yakalayıp zevkle yedi. Oyun oynama konusunda ustalar, o mükemmel, zarif dalışlarını yapmadan önce bana dönüp bakıyorlar, sanki “Bu iş böyle yapılır”der gibiler.

Tabiatın sesine daldım gittim- martılar ötüyor, fok balıkları burnunu çekiyor, dalgalar daha büyüyerek kıyının daha içine kadar gelip çarpıyor. Bugun dolunay var, deniz her zamankinden daha yüksek olmalı. Belki kıyının bu kesimi tamamen sular altında kalacak. Bu ıssız adada kalacak mıyım acaba? Sinirlerimi yatıştırdım, suların yükselmesi gelip geçici bir andır; biraz sonra sular çekilmeye başlar ve etkisi azalır, bunu biliyordum. Benim, şu anki durumum da böyleydi, ben de şu anda, eski hayatımla, geleceğim arasında bir noktadayim. Bu anı, düşünmeye çalışarak, daha yüksek bir yere doğru aceleyle kostum.

Fokların bu kocaman, tüylü vucutlarını,  güzel bir alet gibi kullanmalarına imrendim. Niye ben kendi vücudumda kendimi rahat hissetmiyorum? Belki de şisman olduğum için, toplum sadece zayıfları alkışlıyor. Insanin vücuduyla gurur duyması gerekirken, utanç  duyması ne kadar kötü.

Dokuz- on yaslarinda, sismanlamaya basladigimda, vucudumdan da hoslanmamaya basladim. Annem güzel yemekleri ve atıştırmalıkları, benden saklamaya ve porsiyonlarımı denetlemeye başladı.
 Çarsiya gittigimizde, benim dış görünüşümden utanmaya başladığını anladım. Parlak, mavi bir kışlık palto istedigimde “Devetüyü, kruvaze bir palto sana daha çok yakışır” demişti.


Ellili yıllarda, anneler, evlendirme yaşına gelene kadar, kızlarını mükemmel hale getirilmesi gereken, bir ürün gibi görüyorlardı. Vücudumdan ümidi kesince, küçük flört oyunlarında ustalaştım, daha cazip hale gelmek icin, alcak gönüllü davranmaya çalışıyordum.


En yakın arkadaşım, bana düğün günü kendisini kesimhaneye gönderilen- Amerikan Tarim Bakanlığından sertifikali- bir inek gibi hissettigini söylemişti. Doktor ve dişci muayenesinden geçtikten sonra, değerli bir hayvan gibi damat'a teslim edilmisti.

Kadınların, kendi vucutlarıyla ilgili değer yargıları çok değişmedi. Hastalık derecesinde zayıflayanlar çok. Aç kalarak yaşamak moda! Ne gereğinden  fazla zengin olabilirsiniz; ne de gereğinden fazla zayıf. Anneler, hem kızlarını hem de kendilerini zayıf ve güzel olmaya zorluyorlar; kendileri çok yaşlanana kadar sürüyor bu çaba. Şu, önümdeki fok balıkları kadar kimse gerçek ve özgür değil. Ne yazık! Bu güzel hayvanların, beni en çok etkileyen özellikleri, savunmasız olmaları ve kendilerini hiç bir sınırlamaya tabii tutmadan yasamaları. Ev kadını olmak ta bir anlamda, kadının evcilleştirilmesi, kadını böyle doğal olmayan bir biçimde yaşamaya zorlamış oluyor. Bütün altmışlarda ve yetmişlerde ben hevesle evcilik oynadım; evli bir kadin olmak ve annelik çok saygı değer bir görevdi.Ekmeğimi kendim yaptım; sağlıklı yemekler hazırladım, hatırda kalacak güzel partiler organize ettim, mükemmel bir ev kadınıydım. Hatta onun arabasının geldiğini duyunca, telefonda konuşuyorsam hemen kapatıp onu güzelce  karşılamaya koşuyordum. Eğer mutluysa ben de mutlu oluyordum, değilse onu neşelendirmeye çalışıyordum.

Böyle davranmamı, benden kimse istemiyordu.O zamanki beklentiler böyleydi, bir kadin önce ilişkisine sonra kendisine önem vermeliydi. Ters yapıyorduk-şimdi anlıyorum ki -önce kendimize bakmalıyız. Eğer Cape'e kacmam biraz narsistik bir şeyse bu düşünceyi kafamdan hemen uzaklaştırmalıyım.

Şimdi benim ilk önceliğim gömülü kalmış özelliklerimi tekrar ortaya çıkarmak olmalı. Yani eğlenmek,kendini bırakmak,kırılgan olmak, kendimle barışık olmak ve önsezilerimi kullanmak gibi özelliklerim. Sanki ortada puzzle parçaları var ve bir çoğunu bir araya getirip, yeniden bir bütün olmam gerekiyor.
Beklenmedik bir misafir gibi, bir dalga gelip, ayaklarimi yıkadı. Neredeyse, beni yutacaktı, hemen, plaj çantamı kurtarıp, geriye çekildim. Çimenlerin üzerine geçip, bütün duyularımla, burayi içime çektim.
Okyanusun dalgalarını geride bırakarak adanın diğer tarafına, bu maceranın başladığı yere doğru kararlılıkla yürümeye basladim. Hayatıma gelen, mutluluğu görüyorum.
Josh, sular yükselince dönmeye söz vermişti; gün akşam olduğunda, güneş batarken, gökyüzü, portakal, pembe, mor tonlarında renklendiği sırada, söz verdiği gibi,  küçük teknesi, burundan döndü. Hemen, kotumu giyip, ona el salladım. Suda zorlukla yürüyerek, baş aşağıya tekneye kendimi atabildim.. Tekne, istiridye çuvallarıyla doluydu. Josh için verimli bir gündü, benim için de öyle.
Biz adadan ayrılırken, fok balıkları da kafalarını kaldırıp, bizi uğurladılar. Bazıları kıyıdan suya doğru kayarak, bize doğru yüzmeğe başladılar. Teknenin dümen suyunda oynuyorlardı. Biz,kasabaya yaklaştığımızda, bizi takip etmeyi bıraktılar. Benimle, son kez gözgöze geldikten sonra dalıp, uzaklaştılar.
“Eee, istedigin gibi bir gün oldu mu?” 

Ne diyeceğimi şasırdım. Onun gibi çalışkan, iş bitirici bir adama bütün günü fok balıklarıyla beraber yüzerek geçirdiğimi nasıl açıklayacaktım? Josh da hayatımdaki insanların yarısı gibi benim aklımı kaçırdığımı düşünebilirdi. Kolay bir cevap buldum.”Ne harika bir yer.”dedim.” Senelerce buraya yaz tatili icin gelmiştik, ama bu adaya hic gelmemiştim.”

Gülümseyerek, başını salladı, ben de sessizce bir köşeye büzüştüm. O anda bir melankoli dalgası geldi çünkü böyle bir günü bir daha hiç yasayamazdım. Özel bir gündü. Bastırdığım pek çok arzum, ortaya çıkmıştı. Bununla beraber, gelecek için de ümit yeşermisti.Bu arzuyu devam ettirebileceğimi umuyorum.  Hayatın çeşitli dönemeçlerinde, yol gösterici olarak çeşitli kitaplardan ve konuşmacılardan yararlanmıştım, ama ilk kez bir grup hayvandan yararlanıyordum.
Çok kısa bir sürede, Josh, motoru durdurdu ve limandaki yerine tekneyi yerleştirdi.Ben esyalarımı toparlayıp, rıhtıma çıkarken o da istiridye çuvallarını çıkarıyordu. Bana da bir sepet verdi:”Aksama kadar acıkmışsındır” dedi.
“Aaa, çok severim, ama, zaten bugün benim icin çok sey yaptın, teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun, benim için bir zevk.”
Ondan ayrilip,yürürken istiridyeleri hayal ederek, ağzım sulandı ama bunları nasıl açacağımı bilemiyorum, bunu hep kocam yapardı. Bu geçmişte kaldı, şu ana dönmeliyim.

Şu anda, tekrar araba kullanarak, kendimi bu şehrin içerisinde onun  bir parçası hissetmek, şok etkisi yarattı. Evim, çam ormanlarının içinde,kıyıdan içeriye doğru giden dar, kumlu bir yolun sonunda.Kalabalıktan uzak, bu sakin eve gitmekle, kendimi şanslı hissediyorum.
Evim, kirişli tavanları, deniz kokan yıllanmis tahtaları, elektrik yerine çoğunlukla kullandığım gaz lambalarıyla ana rahmi gibi kavrayıcı, sıcacık... Islanmış kıyafetlerimi çıkarıp banyoya attım ve üzerime eşofmanımı giydim. Dolaptan bir şişe şarap çıkardım. Aile resmimizdeki, elli yaşındaki kadına bakmayı bıraktım. Onu şimdi kasılmış çenesi, zorlama gülümsemesi,düşen gözkapakları ve sarıdan çok grileşmiş saçlarıyla zor tanıyorum. Derler ki, senelerce makyajın altında gizlenmiş olan, acılardan, öfkelerden etkilenmiş olan yüzümüzle, kırkından sonra karşılaşırız. Bu o kadar senenin yasanmişlığıyla hakkettiğimiz yüzümüzdür,gerçek yüzümüz.Bu yüz, şu anda kim oldugumuz kadar geçmişte kim olduğumuzu da gösterir,çeşitliliklerin kalediskopu gibidir. Herneyse, bugün kendimi bırakabilirim ve bundan sonra kim olacağımı sevmeye başlayabilirim.

Şarabı açıp, bir kadeh aldım. Pencere kenarına oturup Ay ışığındaki geceye bakmaya başladim. Bu günkü tecrübem bana hiç beklemediğimiz bir şeye, birden nasıl da kendimizi kaptırabileceğimizi, ve bunun moral yükseltici etkisini gösterdi. Ben herzaman, programlı bir kadındım ve can sıkıntısına hiç tahammülüm yoktu! Kadehimi, geleceğe kaldırdığım sırada telefonum çaldi. Buranın numarasını bilen çok az kişi var. Önce bırakayım, çalsın dedim ama merakım galip geldi.Hemen koşup açtım.
Kocamdı telefondaki:”Merhaba,benim”dedi. Düşük ses tonu, moralimi bozdu.Ben de “merhaba “ dedim.Daha önceki pek çok görüşmemizden öğrendiğim bir şey vardi; o da önce iyice dinlemek, sonra konuşmakti. Ayrılığımız daha gerçek olmaya başlamıştı, bu yüzden o da pek dostca konuşmuyordu artık daha çok iş konuşması gibi oluyordu konusmalarımız. Sesinin tonu beni rahatsız ediyordu.

“Nasılsın? Dedi, zararsız ama yüklü bir soru. 'iyiyim' dersem ve o da iyi değilse bana hayatı cehennem eder.Mutsuz insanlar baskalarının mutluluğunu duymaktan hoslanmıyorlar. Günümü anlatma isteğimi bastırmaya çalışarak, en az bilgiyi vermeyi tercih ettim; önce onun ne konusmak istedigini duymak istiyordum.
Duyarsız bir şekilde ‘ev satıldı’dedi. “Vay, dedim,simdi ikimize ait dönebilecegimiz bir ev yoktu artik.İkimizin de ayrı ayrı evleri vardı.
“Şimdi biraz fazladan paramiz var, çok güzel bir yer tutarım, sen de gelir taşınırsın” dedi.
Duymamazlığa geldim.Taşınmak istemedigimi anlamıyor, gene de bir eş olarak, bir şey söylemek ihtiyacını hissettim. “Belki bir hafta sonu ziyarete gelebilirim” dedim, söz veriyormuş gibi olmak istemeyerek.
Israr etmedi, ‘herneyse”dedi. Ayrılırken herhangi bir plan yapmamıştık, o da bir kaç hafta sonra aklımı başıma toplayıp geri döneceğimi zannetti. Ama ben yalnızlığa, her geçen gün daha çok alışıyorum. Özellikle, bugünkü gibi bir günden sonra, sadece sevmek değil bunun değerini de daha iyi anladım.

Beni, söylediklerinden çok söylemedikleri, sinirlendiriyor. Ben hep boslukları doldururum , şimdi de büyük bir hata yaptim ve fok balıklarından söz etmeye basladım.
Ters bir sekilde; 'Fok Balığı mı? Nerede?' dedi.
“Monomoy’da”
“Kim götürdü seni oraya?”
“Bir balıkçı arkadaş”
“Nasıl tanıştın onunla?”
Konuşmayı kurtarmak için ne kadar uğraştıysam da olmadı ve havamız değisti, bir kere.Şimdi kendimi suçlu gibi hissetmeye basladım, günümu savunuyordum, gereğinden fazla açıklama yapmıştım. Garip bir şekilde kendimi ona borçlu hissediyordum.
O da özgür olmak icin herşeyi yapmak istedigini kabul etti ama 'birinin gerçekci olması gerekiyor”dedi. Biraz daha konuşmak isteğimi bastırdım, artık moralim bozulmuştu.Gercekten harika bir gün yaşamıştım, yalnızken çok rahattım, şimdi bu bozuldu. Ben,  artik harika bir duyguyu, başkalarının bozmasına müsaade etmemeliyim ama bunu kaç kez yaptım geçmiste.Telefonu kapattığımda, zor nefes alıyordum. Sonra, niye burada oldugumu hatırladım. Gittim, gene pencerenin yanındaki yerime oturdum ve Ay'la konusmaya basladim…



'Deniz Kernarında Bir Yıl' isimli kitaptan.
Çeviren Elif Mat





1 yorum: