Bugün denizin çekimine kapılıp, kıyıya gelip, yazın son
hazlarını tatmak istediğim, günlerden biri ama bugun buraya geliş sebebim
başka. Yanımda, plaj sandalyesi ve şemsiyesi yok ve ben birden kendimi buraya
ait hissetmiyorum. Ben burada yanlış yere düşmüş bir insan gibiyim, hic törensiz,
plajın uzak bir yerinde fok balıklarının arasına bırakılmıştım.
Buraya gelirken, ne ümit ettigimi bilmiyorum. Esasinda,
böyle önyargılara zamanım yok benim. Hayatta ilk defa, dürtülerimle hareket
ettim ve şimdi de sonuçlarına katlanmalıyım. Kendimi garip bir sekilde yalnız
hissediyorum ve Josh’un burada olmasini arzu ediyorum. Acaba onunla bir macera mı
yasamak istiyorum? Zannetmiyorum, ama beni gururlandıracak bir kıvılcım
bekliyorum.
Burada olmaktan dolayi halime şükretmiyor değilim. Haşa!
Burası dünyanın en sıra dışı plajı olmalı,dahası burayı kimse bilmiyor. Hep
daha fazlasını istemek yerine bana verilmis olanlarla yetinmeyi, ne zaman
öğreneceğim? Aşırı beklentilerim, hep sahip olduklarimi gölgeliyor. Şu anda en az, kırk fok balığı bir yandan yüzerken,
bir yandan da beni baştan asağıya süzüyorlar.Herhalde benim buradan kalkmamı
bekliyorlar, çünkü burada güneşlenmeye kaldıkları yerden devam etmek
istiyorlar. Kendimi davetsiz misafir
rolünde hiç bir zaman rahat hissetmediğim için buradan ayrılıp, adanın geri
kalan kısmını keşfetmeye gidiyorum. Annem, bana konaklamanın önemini iyi
öğretmistir. Büyüme yıllarımda, çok taşınmıştık, bundan dolayı bencil olmayan
bir davranış tarzı benimsemisimdir: Bana, “ yeni bir ortamda kendini kabul ettirmenin
yolu, onlarin kurallarına göre oynamak, soru sormak ve katılımcı olmaktır”derdi.
Ben de bu konuda ustalastım, çünkü, her zaman yeni yerlere taşındık ve yeni
gelen hep ben olduğum için, kabul edilebilmek arzusuyla, hep kendimden verdim.
Sıcak olmaya başladı, iyice bunaldım yapış yapış oldum ıslak
ve kumlu kot pantolonumu çıkarmalıyım. Kotumu, kuru çimen yığınının üzerine kurumaya
bıraktım ve öğle yemeğimi çıkardım. Fıstık ezmesini simitin üzerine sürerken, üzeri
taze fasulye filizleriyle süslenmiş , hindili, avacadolu, kulüp sandwich canım
istedi. Bak, gene sahip olduklarımla, mutlu olamıyorum. Tabii, daha iyi
hazırlanmış olarak, gelebilirdim ama zaten çoğu zaman kıymetli zamanım, bir
tecrübeyi yaşamak yerine ona hazırlanmakla geçiyor. İçinde yasadığım ana teslim
olmayı öğrenmem gerekiyor ama bu teslim olmak kelimesi vazgeçmeyi ve yılmayı da
ifade eder. Bana göre değil, ben çok plancıyım ve hayatımın büyük bölümünü,
kendimden başkalarının ' show'unu sahneye koyan bir yönetmen gibi geçirdim. Onlar
sahnedeyken, ben de sıranın bana gelmesini bekledim hep. Ama, bak gör şimdi, ne
oldu! Herzamanki gibi kader kazandı! Artık evliliğimi, çocuklarımı ve geleceğimi,
kontrol edemiyorum. Hiç bir sey, kesin degil.
Aslında, herşeyin benim kontrolümde olmadığını itiraf
etmenin de rahatlatıcı bir yanı var. Her zaman haklı olmaya çalışmak ve iyi bir
kız olmak kolay değil. Insanız, zaman zaman, hata yapabiliriz; bu defa tamamen
hatalıyım, demenin de insani teselli eden bir tarafı var. Son defa sürat
yaptigim icin yakalandığım ve ceza aldığım zamani hatırladım. Arkamda, ışıkları
dönen polis arabasını görünce, sanki kalbim duracak gibi olmuştu .Hemen,
ayağımı gazdan çekmiştim, hız yaptığımı kabul etmek istemiyordum, sanki beni
değilde, baskasını durdurmak istiyormus, gibi üzerime alınmadım Ama bir de
sirenler çalmaya baslayinca, kabul etmek zorunda kaldim ve bu gösteriyi
biraktim. Yakalanmıştım; bu durumda vazgeçmek en kolayıydı.
Belki de, kontrole çok meraklı olmamın gerçek sebebi, “ben kontrol etmezsem, bu aile
mahvolur” düşüncesiydi. Bana, herkes, kuvvetli sağlıklı, gücünü çabuk
toparlayan biri olduğumu söyler; bu güzel tanımlamaları, şimdi mahvediyorum. Ama
bu kontrol meraklısı olmanın, insana getirdigi yükün büyüklüğünü anladım. Çünkü,
kontrol eden, işin büyük kısmını yapmak zorundaydı! İşin garip tarafı, benim
kocam, bu özelliğimi beğenerek benden etkilenmisti. Evliligimizin yirmi beşinci
yılında, bana dedi ki: "Ben, sana bakacağımı hiç düşünmemiştim” ona, öylece
bakakaldım: “Sen, hep kuvvetli ve kontrollüsün.”. O gunden sonra, bana
kuvvetli denmesinden, herkesin arkasını toparlayacağımdan, emin olmalarından,
hoşlanmadım.
Şu anda, devamlı konuşmayı bir yana bırakıp ta, sadece
varolmaktan, zevk almalıyım. Denizin sesi, beni kendine çekiyor; bu sesteki
müziği dinleyerek, yavaş, yavaş, dolaşmaya başladım. Ayağımın altında, yeni
filizlenen çimene, basmamaya özen
gösteriyorum. Bu bitkinin kökleri, bu sahil boyunca kilometrelerce uzuyor ve
herşeyi bir arada tutuyor. Bu kum çimeni, hayranlık uyandıracak kadar kendi kendine
yeterliydi.
Böyle, uzak bir sahilde ailece pikniğe gittigimiz bir günü
hatırladım.Bütün günü beraber geçirmek için yanımızda, bebeklerimizi,
battaniyelerimizi. mangal ve yiyeceklerimizi getirmiştik.O zaman sadece büyük
oğlumuz vardı. O da amcaları ve kuzenleriyle birlikte kumdan kaleler yapmakla
mesguldü. Biz de kocamla beraber birlikte olmak için gözlerden uzakta, bu çimenlerin
üzerine gittik. Bu tehlikeli yaramazlık,
bize unutulmaz bir haz yaşatti. Bunu söylemek hüzünlü ama bu tek bir andı. Doğum
kontrol hapından önce ergenliğe erişmem nedeniyle, her zaman dikkatli ve biraz
soğuk oldum.Hiç bir zaman özgür ve azgın olamadım.
Evlenmeden önce, bir çeşit seks Rus Ruleti oynardık. Her
şeyi yapardık ama tam olarak birlikte olmazdık.Bu durum bana erkeği memnun etmenin bütün inceliklerini öğretti, onun zevkini izlerken heyecanlanırdım ve benim mükafatım bunda
payımın olduğunu bilmek olurdu. Bu çeşit, güvenli seks veya yarım seks benim
masumiyetimi korudu ama hiç bir zaman tatmin olamadım.Düğün gecesi de istediğim
gibi davranmak mümkün olmadı. Daha evvelce yasak olan şeyi, simdi bir papaz müsade
etti diye birdenbire kendimi bırakamazdım.Bir kısır döngü içinde kaldım, bu da
bana kocam tarafından soğuk denmesine sebeb oldu.
Ilık beyaz kumların üzerinde simdi daha hızlı yürüyorum,
ayaklarımın bile uyarılmayı istediğini farkettim. Bütün ada, güneşleniyor,ben
de bu sıcaktan memnunum.Bu yalnızlık benim icin önemli, ama şu anda bir hevesli
aşığımın olmasını isterdim. Onun yerine, deniz var, dalgalari kabarmis, su
kristalleri bir fiskiye gibi havaya
saçılıyor beni oynamaya davet ediyor.
Koyu renk bulutlar, güneşi gölgeledi, titremeye başladım,
kendi kendimi sardim. Suya doğru koşuyorum ,atlamayacaktım ama sonunda atladım,
ilk şoku gecirdikten sonra, aslında suyun dışarıdan daha sıcak olduğunu anladım
ve güneş tekrar ısıtıncaya kadar suyun içinde kalmaya karar verdim.Yalnız,
bunlar büyük dalga, burada kendimi suyun akıntısına bırakamam. Derindeki,
akıntıya kapılmamak için, kararlılıkla hareket etmeliyim. “Sakın, biri seni
kıyıdan izlemeden, yüzme” bizde, kural buydu.Diğer bütün kurallar gibi şimdi,
bunu da yıkıyorum.Yumuşak bir dalga aniden yükseldi ve başımın üzerinden
geçti.Önsezilerimle, hemen daldım ve öbür tarafından çıktım. Buna, senelerden
beri cesaret edememiştim.Gerçekte, denize dalma konusunda uzun süre bir korku
yaşamistim. Niye yaşlandıkça daha dikkatli oluyorum? Tersine olmasi gerekmez
mi? Acaba, bu başarısızlıkla ilgili bir sey mi?
Kazançlarımı unutmaya ve başarısızlıklarımı hatırlamaya,
daha çok meyilliyim. Yetişkin oluncaya kadar, başarısızlıklar kümelendi, benim
özgüvenimi berbat etti ve bunun sonucu olarak da risk almamaya başladım.
Ama deli gibi oğullarımın aldığı riskleri, seyrettim.
Birisi, ülkeyi bisikletle baştan başa bir kac defa turladı,diğeri de stand-up
komedyeni oldu. Sık sık baslarına gelse de yenilgiden korkmuyorlar. Ben de o
yaşlarda aynen öyleydim. Universitede drama okuluna yazılan tek öğrenci ben
oldum; Afrika’ nın vahşi bölgelerinde çalıştım; fazla daktilo bilmeden elçinin hanımı için sekreterlik yaptım; daha önce hiç yayınlanmış, yazım
olmadığı halde editörün odasına kadar girip, ona magazin hikayemi sattim.
Kendimi uzunca bir müddet yenilmez olarak görüyordum ama sonra risk almayı bıraktım.Etrafa
uyum gösterme alışkanlığı ruhumda bir kanser gibi büyürken, kendi öz benliğime
olan inancım anlaşılmaz bir şekilde, zaman içinde erozyona ugradı, öyle ki,
sahip olduğum olgunluk derecesi artık elimden kaydı gitti.
Zannederim bunu Picasso soylemisti, hayatının ilk yarısını,
yetişkin olmak icin geçirmiş, sonraki yarısını da yeniden çocuk olmak icin.
Acaba, bunun için mi, son bir kaç yazı kocaman gözlü çocuklara bakarak geçiriyorum?
Plajda bir cocuğa annesi durmaksizin”Victoria şöyle yap...Victoria böyle yap.”
Diyordu Victoria bunlarin hiç birine aldırmıyor, kendi dünyasına dalmış
istediği gibi yiyor içiyor, uykusunu uyuyor ve ailesiyle beraber oluyordu. Bu
çocuğa, tamamen büyülenmiş gibi baktım. Hayır o kendi dünyasındaydı-beline
kadar çıplak, her tarafı kum ve içinde, kurallara aldırmadan istediğini
yapıyordu-mutluluğun ta kendisi.
Ben de burada, o mutluluğu tadıyorum. Çocuklarımın beni
görmelerini isterdim.alkışlarlardı şüphesiz,çünkü inanıyorum ki bütün çocuklar
anne-babalarını mutlu,dertsiz, tasasiz ve eğlenirken görmek isterler.Bir
keresinde Emerson ‘un bir sözünü bana okudular, bunun benim icin söylenmiş
olduğunu söyleyerek gururumu okşadılar: “Basarılı insanlar iyi yaşarlar, çok
gülerler ve çok severler.Baskalarının en iyi taraflarını görmeye çalışır
kendilerinden de en iyisini başkalarına vermeye çalışırken, dünyayı geldiklerinden
daha iyi bir halde bırakırlar; böylece bir boşluğu doldurur ve yapmaları
gereken görevleri yerine getirirler.” Sanki çocuklar oradaymış, kıyıdan beni
seyrediyorlarmış gibi bağırdım ve bir mikdar tuzlu su yuttum.
O sırada genizden gelen bir ses, hırıltılar duydum ve dibe
daldım daha derine doğru yüzdüm. Fok baliklari gelmisti; bir, iki tane değil, bir sürü. Acaba adanın öbür tarafından
beni mi takip ettiler? Bana artık güveniyorlar demek ki. Herneyse, bende de kısa
bir süreliğine de olsa kendime güven oluşmasına sebep oldular. Beni mıknatıs
gibi kendilerine çekiyorlar; ben de biraz daha ileriye yüzmeye cesaret
edebildim; onlara yakınlaştım.Beni büyülediler,ben de onları taklit etmeye
başladım, dalıp çıkmalara, kabaran dalgayla beraber dönmelere basladım.Sonra
suyun üzerinde rahatca kendini bıraktım. Fok balıklarıyla, ben zamanı durdurmus
gibiyiz. Birdenbire kırılan kocaman bir dalga beni içine aldı, taa kumsala
kadar sürükledi,. Bu esnada, kalçalarım kum taneciklerine sürterek yandı.
Gülerek kıyıya vurdum, gülerek ve yalnız...Kıyıda, kanatlarını genişce açmis,
bir kartal gibi,kollarimi bacaklarımı açarak yattım;geniş gökyüzünü seyrettim,
aptalca ama çok zevkliydi. Of, bugüne kadar pek çok günüm sıkıcı geçmişti ve
bana ait pek çok özellik,yetenek, hiç kullanılmadan boşa gitmisti. Belki, bir
sonraki hayatıma, bir fok baligi olarak gelir de bana ait olan herşeyi her
tarafımı gerektiği gibi kullanırım. Belki de bu hayat için daha çok geç değildir!
Ama şimdi fok balıkları gibi kalın bir derim olsun
isterdim.Hava sogudu; hemen havlumu ve süveterimi almaya koştum, kumda kuytu
bir yere oturdum sarındım ve fok balıklarını ve yaptıkları maskaralıkları
seyrettim . Onlar, sanki beni elimden tutup da çocukluğuma geri götürdüler,
zaman algımı değiştirdiler ve benimle vücut diliyle konuştular.İki tanesi
neşeyle oynarken, biri dalıp, büyük bir balık yakalayıp zevkle yedi. Oyun
oynama konusunda ustalar, o mükemmel, zarif dalışlarını yapmadan önce bana
dönüp bakıyorlar, sanki “Bu iş böyle yapılır”der gibiler.
Tabiatın sesine daldım gittim- martılar ötüyor, fok balıkları
burnunu çekiyor, dalgalar daha büyüyerek kıyının daha içine kadar gelip çarpıyor.
Bugun dolunay var, deniz her zamankinden daha yüksek olmalı. Belki kıyının bu
kesimi tamamen sular altında kalacak. Bu ıssız adada kalacak mıyım acaba?
Sinirlerimi yatıştırdım, suların yükselmesi gelip geçici bir andır; biraz sonra
sular çekilmeye başlar ve etkisi azalır, bunu biliyordum. Benim, şu anki
durumum da böyleydi, ben de şu anda, eski hayatımla, geleceğim arasında bir
noktadayim. Bu anı, düşünmeye çalışarak, daha yüksek bir yere doğru aceleyle
kostum.
Fokların bu kocaman, tüylü vucutlarını, güzel bir alet gibi kullanmalarına imrendim.
Niye ben kendi vücudumda kendimi rahat hissetmiyorum? Belki de şisman olduğum
için, toplum sadece zayıfları alkışlıyor. Insanin vücuduyla gurur duyması
gerekirken, utanç duyması ne kadar kötü.
Çarsiya gittigimizde, benim dış görünüşümden utanmaya
başladığını anladım. Parlak, mavi bir kışlık palto istedigimde “Devetüyü,
kruvaze bir palto sana daha çok yakışır” demişti.
Dokuz- on yaslarinda, sismanlamaya basladigimda,
vucudumdan da hoslanmamaya basladim. Annem güzel yemekleri ve atıştırmalıkları,
benden saklamaya ve porsiyonlarımı denetlemeye başladı.
Ellili yıllarda, anneler, evlendirme yaşına gelene
kadar, kızlarını mükemmel hale getirilmesi gereken, bir ürün gibi görüyorlardı.
Vücudumdan ümidi kesince, küçük flört oyunlarında ustalaştım, daha cazip hale
gelmek icin, alcak gönüllü davranmaya çalışıyordum.
En yakın arkadaşım, bana düğün günü kendisini kesimhaneye
gönderilen- Amerikan Tarim Bakanlığından sertifikali- bir inek gibi hissettigini
söylemişti. Doktor ve dişci muayenesinden geçtikten sonra, değerli bir hayvan
gibi damat'a teslim edilmisti.
Kadınların, kendi vucutlarıyla ilgili değer yargıları çok
değişmedi. Hastalık derecesinde zayıflayanlar çok. Aç kalarak yaşamak moda! Ne
gereğinden fazla zengin olabilirsiniz;
ne de gereğinden fazla zayıf. Anneler, hem kızlarını hem de kendilerini zayıf
ve güzel olmaya zorluyorlar; kendileri çok yaşlanana kadar sürüyor bu çaba. Şu,
önümdeki fok balıkları kadar kimse gerçek ve özgür değil. Ne yazık! Bu güzel
hayvanların, beni en çok etkileyen özellikleri, savunmasız olmaları ve
kendilerini hiç bir sınırlamaya tabii tutmadan yasamaları. Ev kadını olmak ta
bir anlamda, kadının evcilleştirilmesi, kadını böyle doğal olmayan bir biçimde
yaşamaya zorlamış oluyor. Bütün altmışlarda ve yetmişlerde ben hevesle evcilik oynadım;
evli bir kadin olmak ve annelik çok saygı değer bir görevdi.Ekmeğimi kendim
yaptım; sağlıklı yemekler hazırladım, hatırda kalacak güzel partiler organize
ettim, mükemmel bir ev kadınıydım. Hatta onun arabasının geldiğini duyunca,
telefonda konuşuyorsam hemen kapatıp onu güzelce karşılamaya koşuyordum. Eğer mutluysa ben de
mutlu oluyordum, değilse onu neşelendirmeye çalışıyordum.
Böyle davranmamı, benden kimse istemiyordu.O zamanki
beklentiler böyleydi, bir kadin önce ilişkisine sonra kendisine önem
vermeliydi. Ters yapıyorduk-şimdi anlıyorum ki -önce kendimize bakmalıyız. Eğer
Cape'e kacmam biraz narsistik bir şeyse bu düşünceyi kafamdan hemen
uzaklaştırmalıyım.
Şimdi benim ilk önceliğim gömülü kalmış özelliklerimi
tekrar ortaya çıkarmak olmalı. Yani eğlenmek,kendini bırakmak,kırılgan olmak, kendimle
barışık olmak ve önsezilerimi kullanmak gibi özelliklerim. Sanki ortada puzzle
parçaları var ve bir çoğunu bir araya getirip, yeniden bir bütün olmam
gerekiyor.
Beklenmedik bir misafir gibi, bir dalga gelip, ayaklarimi
yıkadı. Neredeyse, beni yutacaktı, hemen, plaj çantamı kurtarıp, geriye çekildim.
Çimenlerin üzerine geçip, bütün duyularımla, burayi içime çektim.
Okyanusun dalgalarını geride bırakarak adanın diğer
tarafına, bu maceranın başladığı yere doğru kararlılıkla yürümeye basladim.
Hayatıma gelen, mutluluğu görüyorum.
Josh, sular yükselince dönmeye söz vermişti; gün akşam
olduğunda, güneş batarken, gökyüzü, portakal, pembe, mor tonlarında renklendiği
sırada, söz verdiği gibi, küçük teknesi,
burundan döndü. Hemen, kotumu giyip, ona el salladım. Suda zorlukla yürüyerek,
baş aşağıya tekneye kendimi atabildim.. Tekne, istiridye çuvallarıyla doluydu.
Josh için verimli bir gündü, benim için de öyle.
Biz adadan ayrılırken, fok balıkları da kafalarını kaldırıp,
bizi uğurladılar. Bazıları kıyıdan suya doğru kayarak, bize doğru yüzmeğe
başladılar. Teknenin dümen suyunda oynuyorlardı. Biz,kasabaya yaklaştığımızda,
bizi takip etmeyi bıraktılar. Benimle, son kez gözgöze geldikten sonra dalıp,
uzaklaştılar.
“Eee, istedigin gibi bir gün oldu mu?”
Ne diyeceğimi
şasırdım. Onun gibi çalışkan, iş bitirici bir adama bütün günü fok balıklarıyla
beraber yüzerek geçirdiğimi nasıl açıklayacaktım? Josh da hayatımdaki insanların
yarısı gibi benim aklımı kaçırdığımı düşünebilirdi. Kolay bir cevap buldum.”Ne
harika bir yer.”dedim.” Senelerce buraya yaz tatili icin gelmiştik, ama bu
adaya hic gelmemiştim.”
Gülümseyerek, başını salladı, ben de sessizce bir köşeye büzüştüm.
O anda bir melankoli dalgası geldi çünkü böyle bir günü bir daha hiç
yasayamazdım. Özel bir gündü. Bastırdığım pek çok arzum, ortaya çıkmıştı.
Bununla beraber, gelecek için de ümit yeşermisti.Bu arzuyu devam ettirebileceğimi
umuyorum. Hayatın çeşitli dönemeçlerinde,
yol gösterici olarak çeşitli kitaplardan ve konuşmacılardan yararlanmıştım, ama
ilk kez bir grup hayvandan yararlanıyordum.
Çok kısa bir sürede, Josh, motoru durdurdu ve limandaki
yerine tekneyi yerleştirdi.Ben esyalarımı toparlayıp, rıhtıma çıkarken o da
istiridye çuvallarını çıkarıyordu. Bana da bir sepet verdi:”Aksama kadar
acıkmışsındır” dedi.
“Aaa, çok severim, ama, zaten bugün benim icin çok
sey yaptın, teşekkür ederim.”
“Afiyet olsun, benim için bir zevk.”
Ondan ayrilip,yürürken istiridyeleri hayal ederek, ağzım
sulandı ama bunları nasıl açacağımı bilemiyorum, bunu hep kocam yapardı. Bu
geçmişte kaldı, şu ana dönmeliyim.
Şu anda, tekrar araba kullanarak, kendimi bu şehrin içerisinde
onun bir parçası hissetmek, şok etkisi
yarattı. Evim, çam ormanlarının içinde,kıyıdan içeriye doğru giden dar, kumlu
bir yolun sonunda.Kalabalıktan uzak, bu sakin eve gitmekle, kendimi şanslı
hissediyorum.
Evim, kirişli tavanları, deniz kokan yıllanmis tahtaları,
elektrik yerine çoğunlukla kullandığım gaz lambalarıyla ana rahmi gibi
kavrayıcı, sıcacık... Islanmış kıyafetlerimi çıkarıp banyoya attım ve üzerime
eşofmanımı giydim. Dolaptan bir şişe şarap çıkardım. Aile resmimizdeki, elli
yaşındaki kadına bakmayı bıraktım. Onu şimdi kasılmış çenesi, zorlama gülümsemesi,düşen
gözkapakları ve sarıdan çok grileşmiş saçlarıyla zor tanıyorum. Derler ki,
senelerce makyajın altında gizlenmiş olan, acılardan, öfkelerden etkilenmiş
olan yüzümüzle, kırkından sonra karşılaşırız. Bu o kadar senenin yasanmişlığıyla
hakkettiğimiz yüzümüzdür,gerçek yüzümüz.Bu yüz, şu anda kim oldugumuz kadar
geçmişte kim olduğumuzu da gösterir,çeşitliliklerin kalediskopu gibidir.
Herneyse, bugün kendimi bırakabilirim ve bundan sonra kim olacağımı sevmeye başlayabilirim.
Şarabı açıp, bir kadeh aldım. Pencere kenarına oturup Ay
ışığındaki geceye bakmaya başladim. Bu günkü tecrübem bana hiç beklemediğimiz
bir şeye, birden nasıl da kendimizi kaptırabileceğimizi, ve bunun moral
yükseltici etkisini gösterdi. Ben herzaman, programlı bir kadındım ve can
sıkıntısına hiç tahammülüm yoktu! Kadehimi, geleceğe kaldırdığım sırada
telefonum çaldi. Buranın numarasını bilen çok az kişi var. Önce bırakayım,
çalsın dedim ama merakım galip geldi.Hemen koşup açtım.
Kocamdı telefondaki:”Merhaba,benim”dedi. Düşük ses tonu,
moralimi bozdu.Ben de “merhaba “ dedim.Daha önceki pek çok görüşmemizden
öğrendiğim bir şey vardi; o da önce iyice dinlemek, sonra konuşmakti.
Ayrılığımız daha gerçek olmaya başlamıştı, bu yüzden o da pek dostca
konuşmuyordu artık daha çok iş konuşması gibi oluyordu konusmalarımız. Sesinin
tonu beni rahatsız ediyordu.
“Nasılsın? Dedi, zararsız ama yüklü bir soru. 'iyiyim' dersem ve o da iyi değilse bana hayatı cehennem eder.Mutsuz insanlar
baskalarının mutluluğunu duymaktan hoslanmıyorlar. Günümü anlatma isteğimi
bastırmaya çalışarak, en az bilgiyi vermeyi tercih ettim; önce onun ne konusmak
istedigini duymak istiyordum.
Duyarsız bir şekilde ‘ev satıldı’dedi. “Vay, dedim,simdi
ikimize ait dönebilecegimiz bir ev yoktu artik.İkimizin de ayrı ayrı evleri
vardı.
“Şimdi biraz fazladan paramiz var, çok güzel bir yer
tutarım, sen de gelir taşınırsın” dedi.
Duymamazlığa geldim.Taşınmak istemedigimi anlamıyor, gene
de bir eş olarak, bir şey söylemek ihtiyacını hissettim. “Belki bir hafta sonu
ziyarete gelebilirim” dedim, söz veriyormuş gibi olmak istemeyerek.
Israr etmedi, ‘herneyse”dedi. Ayrılırken herhangi bir plan
yapmamıştık, o da bir kaç hafta sonra aklımı başıma toplayıp geri döneceğimi
zannetti. Ama ben yalnızlığa, her geçen gün daha çok alışıyorum. Özellikle,
bugünkü gibi bir günden sonra, sadece sevmek değil bunun değerini de daha iyi
anladım.
Beni, söylediklerinden çok söylemedikleri, sinirlendiriyor.
Ben hep boslukları doldururum , şimdi de büyük bir hata yaptim ve fok
balıklarından söz etmeye basladım.
Ters bir sekilde; 'Fok Balığı mı? Nerede?' dedi.
“Monomoy’da”
“Kim götürdü seni oraya?”
“Bir balıkçı arkadaş”
“Nasıl tanıştın onunla?”
Konuşmayı kurtarmak için ne kadar uğraştıysam da olmadı ve
havamız değisti, bir kere.Şimdi kendimi suçlu gibi hissetmeye basladım, günümu
savunuyordum, gereğinden fazla açıklama yapmıştım. Garip bir şekilde kendimi
ona borçlu hissediyordum.
O da özgür olmak icin herşeyi yapmak istedigini kabul etti
ama 'birinin gerçekci olması gerekiyor”dedi. Biraz daha konuşmak isteğimi
bastırdım, artık moralim bozulmuştu.Gercekten harika bir gün yaşamıştım,
yalnızken çok rahattım, şimdi bu bozuldu. Ben, artik harika bir duyguyu, başkalarının
bozmasına müsaade etmemeliyim ama bunu kaç kez yaptım geçmiste.Telefonu
kapattığımda, zor nefes alıyordum. Sonra, niye burada oldugumu hatırladım. Gittim,
gene pencerenin yanındaki yerime oturdum ve Ay'la konusmaya basladim…
'Deniz Kernarında Bir Yıl' isimli kitaptan.
Çeviren Elif Mat
Cok guzel :)
YanıtlaSil