10 Haziran 2015 Çarşamba

Istakoz

Sabahları işe giderken gökyüzü gri renkte ve hava soğuk oluyor ama  bu oraya vardığımda içimin daha da ısınmasını sağlıyor. Balıkçılar çarşısı, ışıl ışıl heryer parlak bir beyaz renge boyanmış, kapalı havalarda bile burası aydınlık. Yolum, deniz kenarına gelinceye kadar kısa ve heyecansız, köy yolları; sonrası sahilden bir kaç kilometre.Bugün keskin bir soğuk var.Kuzey doğudan esen rüzgar, gözalabildiğince uzaktan beyaz köpüklü dalgaları getiriyor, bu dalgalar deniz yüzeyini süslüyor. Okyanus enerji dolu, bu enerji bana da geçiyor. Binaya girdigimde, yan kapı rüzgarla açılıp, hızla kapandı.Arka oda çok hareketli, yeni avlanmış balıklarla dolu her yer; morina,dil balığu ve kalkan balıkları hazırlanmış fileto edilmeyi bekliyor. Bir şeye basmamak icin, ayak ucunda yürüyerek, bana bakan balık gözleri arasından geçerek ceketimi astım,hemen ön tarafa geçip beklemekte olan müşterilerin yanına gittim.




İki adam büyülenmişcesine istakoz havuzuna bakıyordu onlara “Yardim edebilir miyim?”dedim.
Birisi “Acaba havuzun içinde ölü bir istakoz mu var?” dedi; eğilip baktım; iki pound ağırlığında bir istakoz bir köşede yalnız ve tamamen hareketsiz duruyordu. Yakından inceleyince çok hafif bir hareket gördüm.Kabuğu üzerinden çıkıyor gibiydi.  Dükkan sahibi kayıtsızca, “kabuk değistiriyor,bu kabuğu atacak daha çok büyüyecek,” dedi.

Ben hala bakarken, “Şaşılacak şey” diye fısıldadım.Herzaman değişime ve büyümeye şahitlik edemeyeceğimizi düşündüm.Istakozun önsezilerine saygı duydum, kabuksuz ve savunmasız kaldığı sırada saklanıyordu, tekrar sert ve dirençli oluncaya kadar orada kalacaktı.
Suyla oynamak, suyun sesini, şapırtılarını duymak; bu sıradan işi,  duyulara hitap eden bir iş haline getiriyordu. Su eğlencesi gibiydi. Her gün burada olmak, benim içimdeki ruhsal susuzluğu gideriyordu, çalışma rutini, beni  depresyondan kurtarıyor, tekrar canlandırıyordu.

Üç haftadır çalışıyorum ama hala yenilik hissi var. Nerede çalıştığımı söylediğimde, insanlar şaşırıyor,kaşlarını kaldırıyor.Bende onlarin bu tepkisiyle eğleniyorum. “Nerede çalışıyorsun?” Bir komşu hayretle soruyor.Balıkçılığı, erkek işi zannediyor.Kendimi ispat etmekten memnunum-kovalarca istakoz toplayıp, tartıyorum,istiridye ve diğer kabukluları, kabuğundan çıkarıp, balık çorbası için hazırlıyorum-bu arada, arka odada çalışan adamlar da komşum gibi beni yukarıdan aşağıya inceleyerek “nereden çıktı bu kadın”diyorlar.

Kimsenin bilmediği ve benim de unutmus olduğum birşey var; o da burası senelerdir beni çeken bir yer. Deniz kıyısındaki bu harap bina, senelerdir değişmeyen haliyle bana huzur veriyor. Geçmis senelerde, balıkçı eşlerinin, burada istiridyeleri kabuklarindan çıkarışlarını, oltalara yem takışlarını ve ağları yamayışlarını cok seyretmistim. Ama kendimi buna benzer bir iste çalışırken hiç hayal etmemiştim. Eskisine tamamen zıt bir insan haline gelmek, ufkumu açıyor.
Ama işin kıyafet zorunluluğu gibi kötü yanları da var-kot veya haki pantalon, beli içine sokulması gereken, lacivert üst. Benim hiç doğru dürüst bir belim olmamıştır,onun icin hep büyükce süveterleri pantolonun üzerine çıkarırım. Bir de üzerine sarı plastik önlük takıyoruz, bu görüntüyü kurtarıyor. Bir de sinirleri bozuk bir kasa var. Yanlış tuşa bastığımda ötüyor, ne yazık ki gün içinde bir çok defa yanlış yapıyorum. Bu ses, dükkan sahibinin karısını harekete geçiriyor, aptallığıma uflayarak yanıma gelip hatamı düzeltiyor. Bu arada müşteriler, sabırsızca beklerken bizi seyrediyor.Ondan sonra,  öğrencilik günlerimdeki gibi  mahçup oluyorum;  işlemlere yeniden başlıyorum. O zamanlar da üstesinden kalkamayacağım işlere girer  başarısız olurdum.

Ne zaman öğrenecektim bu işi? Gene moralimi bozmuyordum.Güvensizligimi, daha hevesli olmaya çalışarak örtüyordum ama kızarmış yanaklarım, terleyen yüzüm, utandığımı  gösteriyordu.
Kendimi de, işi de, çok ciddiye almak istemiyordum ama ödenmesi gereken, elektrik, su ve diğer faturalar vardı.Ben mükemmelciyim ve insanları memnun etmeye alışığım ama şimdi coğunlukla insanlari hayal kırıklığına uğrattığımı düşünüyorum. Gururum ve ihtiyac duydugum para, işi bırakmama engel oluyor.Yetersizliğimi örtmek için işe erken gelip ,geç ayrılıyorum ve bir saat kadar bu fazladan çalışmamın karşılığı olan ücreti talep etmiyorum. Niye hep ben böyle hissediyorum,biri beni işe alınca sanki bana bir iyilik yapmiışlar gibi oluyor? Halbuki ben onlar için çalışıyorum.Ne kadar çabuk çocuklaşıyorum ,beni övsünler, yaptığım işi beğensinler istiyorum. Babam bana çok hassas olduğumu söylerdi. Kim yanlış olduğunun söylenmesini ister? Kim eleştirilmek ister?
Ben, hep çok parlak olan ağabeyim gibi olmak isterdim. Lise sondayken bir Nisan günü,telefonun başında oturdu ve en iyi Ivy okullarından kendisine burs ve ödüller teklif eden kişilerin telefonlarına cevap verdi. Benim sıram geldiğinde, liderlik hocası endişeli anneme,  benim gibi başarısız öğrencilerin gidebileceği okulları anlatıyordu. O zamanki adıyla "Tamamlama Okulu _Finishing School" yani iki yıllık bir yüksekokula gönderiliyordum. Bu okullar alımlı aptal sarışınlar içindi, dünyaya açılmaları maksadıyla değil, evlilikle bir eve kapatılmaları için cilalanıp hazırlanmaları için. Ama bir sorun vardı; okul beni tamamlamadi. Aksine ruhumda ve kalbimde şimdi doldurmaya çalıştığım boşluklar bıraktı.

Bu işte esas eğitimi, benim egom görüyor. Bir emreden gibi olmaktansa başkalarına hizmet etmek alışkanlık gerektiriyor.Buralı zenginler, yüzüme bile bakmadan, emirler veriyorlar ya da işyeri sahibinin gelmesini istiyorlar,onun kendilerine özel muamele yapacağından eminler. Bu davranışları yüzünden ilk başta kendimi aşağılanmış hissettim. Ben de kıymetli bir insanım! Ben de onlar gibi dünyayı gezdim, tahsil gördüm,hatta bir kaç kitap bile yazdım. Aman ne düşündüklerinden bana ne. Ne zannettikleri önemli degil.Ben işime bakarım,bana soru sorduklarında konusurum,balıklarını keserim ve onlara hizmet etmekten hoşlanıyormuş gibi yaparım.  


Emile Nolde
                         
Patronun hanımı beni mutlu bir evliliği olan, sahilde bir kitap yazmak için vakit geçiren yarı  bohem biri zannediyor, hiç bozmuyorum. Bir bilse... Ama ne olduğu belirsiz bir durumda olan evliliğimden bahsetmeye,  hiç niyetim yok. Özellikle de, onlar böyle birbirine bağlı, tam bir çalışma beraberliği içinde aynı zamanda birbirine bağımlı bir çiftken. Hem de şimdi anlıyorum ki evli kadınlar, evli olmayanlara hiç güvenmiyorlar. Müsterilerin dertlerini dinlemediği zamanlarda benimle konuşuyor, çocuklardan ve kocalardan bahsediyoruz. Bu market belediye binasi gibi. Buraya sadece balık almaya gelmiyorlar; kendilerini kabul ettirmek istiyorlar, haberleri iletiyorlar. Kimin evlendiğinden, kimin öldüğünden hep haberimiz oluyor.

Aynı insanların yüzlerini göre göre,neredeyse gerçek hayatlarını tahmin edebiliyorum. Çok az miktarda morina alan sabit gelirli dullar,canı kılıç balığı istediği halde yayın balığı alan işçi sınıfından çocuklu kadınlar. Yem yapmak için balık kafası ve ıstakoz parçaları isteyenler de var, herhalde bir iki defa yenebilecek kadar balık çorbası yapmak istiyorlar. Bir de zengin kadınlar var, “Kapatma” diyorum ben onlara, okyanus manzaralı, büyük evlerde otururlar, balkonda hasır mobilyaları olur, her hafta taze çiçek gelir,"Neiman Marcus"tan alınmış pahalı kıyafetler giyerler, köpüklü banyo da yıkanırlar, 'bidet' kullanırlar, büyük samon fileler, ısmarlayıp kapıdan rüzgar gibi çıkarken”hesaba yaz” derler.

Bu bir ayrıcalıksa “kapatma”olma ayrıcalığım hiç olmadı. Bu manken gibi kadınların özenle cilt bakımı yaptırılmış yüzlerine bakarken merak ederim; ”Herşeye sahip olmak sizi mutlu ediyor mu? Yoksa mutsuz mu ediyor? özgür mü yapıyor?

Belim ağrıyor, ama daha temizlenmesi gereken bir sürü istakoz tankı var.Herhalde biraz kıskandım bunları. Yine de uymaları gereken bazı kurallar olduğundan eminim.Kocaları ve toplum tarafından konmuş olan bazı kurallar var.Bu hayata layık olmak lazım.Bu işi bırakmayı düşündüğüm her an, kendime bunun benim bağımsızlığım için olduğunu,eleştirilmenin  ve cahilliğimin üzerinden gelmeyi bana öğrettiğini ve zaman zaman sahip oldugum kibirle mücadele etmemi sağladığını kendime hatırlatıyorum. Böyle basit bir hayat yaşarken başkalarının sıkıcı bulabileceği, ufak tefek şeylerle mutlu oluyorum.
Bu akşam arkadaşlarla, beraber olacağım. Yalnız kalmak istemiyorum.Dükkanın arka bölümünde çalışanlardan biri, her akşam olduğu gibi bu akşam da “Bir bira ister misin? Dedi.
“Bira icmem, ama sarap olursa....”dedim.
Buz kutusunun kapağını açarak, bir şise şarap çıkardı ve “aslında şarap da var” dedi. Sevdiğim cins değil, ama bu akşamı burada geçirme daveti almak hoşuma gitti. Benim bir ihtiyacım veya bir istediğim olduğunu farzederek bana bir şey ikram eden veya davet eden birini geri çeviremem. Zaten benim de arkadaşlığa ihtiyacım var,burada biraz vakit geçirebilirim; hemen ceketimi bir kenara  atıp,ters çevrilmiş kovalardan birinin üzerine oturdum. Onlardan uzak durmama artık gerek yok. Burada, benim tek arkadaşım, aynı dükkanda beraber çalıştığım insanlar.

İddiasız şarap ta, yer yer ,biraz belden asagi şakalarla ve yorumlarla süslenmis sohbet kadar güzeldi. Gülüyorum, haftalardır gülmemiştim. Gülmek için arkadaş lazım, kendine gülüyorsan o baska! Hemen eve koşmam veya yapılması gereken başka bir iş için acele etmem gerekmiyor-burada oyalanmak çok iyi geldi bana. Eskiden hayatımı takvime göre yaşardım sorumluluklarım vardı, burada rahatım. Bu adamlar yıpranmışlar,aslında otuzlu yaşlardalar, ama kırk gösteriyorlar, birbirleriyle vakit geçirmekten hoşlanıyor ve dostluğa değer veriyorlar, ben de onlarla beraber olmanın, tadını çıkarıyorum.

Bir kadehi yuvarladım,ikincisine başladım. Ailemi,ve burada yaşadığım yalnız hayatı merak ediyorlar ama çok fazla da soramıyorlar. Balıkçılar yalnızlığa alışıktırlar. Sırlarını saklarlar, başkalarına da aynı ayrıcalığı tanımak isterler. Sanıyorum beni seviyorlar, hatta iyi bir iş yaptığım için beni takdir ediyorlar. Ben de bilinmeyeni görmeyi seviyorum,sahnenin arka tarafını bilinmeyen hayatları. Bu genç adamlarla, oturmak bana cocuklarımı hatırlattı, onları özlüyorum...Neler yapıyorlar acaba, keşke onlarla da böyle oturup konuşabilsek. Bu gençler, beni aralarına almanın beni ne kadar mutlu ettiğini bilmiyorlar.Ben de onlardan biri oldum, buranın bir parçası olduğumu hissediyorum.

Deniz Kenarında Bir Yıl isimli kitaptan
Çeviri Elif Mat



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder