18 Haziran 2015 Perşembe

Kış Güneşi


Noel arifesinden bir önceki gündü. Bir kaç saat içinde gelecek.El yapımı çelengi, girişteki ağaca astım O gelmeden önce gaz lambalarını ve mumları da yakacağım.

Şu anda bekar olmaktan cok mutluyken, onun gelmesiyle beraber, gene eş rolüne dönmekten endişeliyim,korkuyorum.Tam bir ev kadını gibi, geleneksel yemeklerimizin hepsinden bolca yaptım, hem ağız tadimiz, hem de ruhumuzu sakinlestirmek için. Hayatta yasayabileceğimiz Noeller, en fazla, yetmiş veya seksen defa olabilir.Etrafımda kimin olduğuna veya olmadığına bakmadan, bu seneki Noel’i, kendim için, ben nasıl istersem, öyle kutlamaya kararlıyım.Bir yerde okumustum, Fransız kadınlarinin rolü, herkesi memnun etmekmiş ama bunu yaparlarken, kendileri de memnun olmalıymış! Bu kendi mutluluğumdan, kendimin sorumlu olması fikri benim için yeni bir kavram.
Bu mutluluğa, sahip olmayı, ancak kendim başarabilirim ve birinin bunu benden almasına ancak ben müsade edebilirim. Hayır bu Noel de degil! Benim de, karamsar kış aylarım oldu ama artık eğlenceye göz diktim. Arabasının sesini duydum, buzlu camların arkasından arabanın farlarını gördüm.Hemen paltomu giyip, boynuma bir atkı sararak dışarı onu karşılamaya çıktım.Üç aydır yalnızlığı deniyorum.
Şimdi birlikte olmak gerceğiyle karşı karşıyayım. Bu gerçek bir hayat ve kendince ilerliyor, maceraları var....Noel ve ikimiz yalnız!

Teredütlü bir sarılma, sinirimi bozuyor. Hemen bavulunu alıp, içeri girdim ve kendime, onun uzun bir yoldan geldiğini hatirlattim. Acaba, o da bu son ayları, benim gibi, düşünmekle mi geçirmisti? Bekarlığa alışmış mıydı? Hayatının büyük çoğunluğu yalnız geçmisti. Acaba, yalnızlıktan şimdi daha mı çok zevk alıyordu? Şimdilik soru sormaktan kaçınacağım ve aksamı kendi haline birakacağım,kendiliğinden bir ritm oluşacak.

Buraya her geldiginde,ilk iş olarak, yazlik evin heryerini inceler, bu akşamda öyle olacak.Ona bir kadeh viski hazırladım,odadan odaya taşıyor. Herşeyin yerli yerinde olduğunu öğrendikten sonra sallanan koltuğuna oturup, uzun bacaklarını pufa uzattı. Ben, kanepeye oturup ayaklarımı altıma aldım.  İç çekti, içkisinden bir yudum aldı, hayatından az çok  memnun görünüyor şu anda. Ben hareketsiz taş gibi oturup bekliyorum, herhangi bir ajendamız yok sadece, bakalım şimdi ne olacak diye bekliyorum.Birbirimizi tekrar keşfetmemiz biraz zaman alacak. Yüzü yaşlanmış ve gergin  görünüyor; saçları sonbahardan bu yana oldukça grileşmiş. Ben acaba ona nasıl görünüyorum? Dinlenmis ve gözleri parlayan biri mi? Yoksa ayrıldığımız gündeki gibi gergin biri mi? Kompliman yapmakta da eleştirilerinde olduğu gibi cimridir, bu nedenle herhalde hiç öğrenemeyeceğim.
İçki kadehi çabuk boşaldı ve tekrar doldurmayı teklif ettim. "Lütfen"dedi. Sessizliğin ağırlığını, arkamda bırakarak, hızlı adımlarla, buz almaya gittim. Kendi kendime, bir  slogan söyler gibi sessizlik iyi bir arkadaştır dedim. Sessizlik, herşeyin kendi halinde gelişmesine müsade eder.Gene de heyecanlıyım, boşluğu eskiden olduğu gibi enteresan sorularla, tatlı tatlı  önemsiz şeylerden bahsederek doldurmaya çalışıyorum.  Bize böyle öğretildi, içimden  iyi kız karakteri taşıyorum. İyiliğin, kibarligin yerini ne tutabilir ki?

“Nasılsın?”dedim “Gerçekten nasılsın?” Herşey yolunda dedi, yumuşakca.”Bir spor kulübüne üye oldum,tenis oynuyorum”, göbeğini göstererek,”bunu azaltmaya çalışıyorum”dedi. “Tv karşısında yediğim yemeklerden”diye ekledi.
Hemen, kendimi suçlu hissettim. Annelik duyguma hitap etmisti gene.Birden onun için yemek yapmak ve giderken bir buzluğa yemekleri doldurup, göndermeği istedim.
“Bir hafta sonu gelmelisin,oturduğum yeri beğenirsin”, benimle dalga gecerek devam etti. “Ralph Lauren’in tasarladığı eski bir ambar gibi.”
İyi görünmek için, “Balık pazarındaki işim bittiğine göre, belki gelecek ay gelebilirim.” dedim.

“Balık pazarı balıkçı Joan”dedi.Hem dalga geçiyor hem de aslında hayranlık duyuyor. "Orada ne iş yapıyorsun?" dedi, ve aslında balıkçılarla, rıhtımla ve diğer herşeyle gerçekten ilgileniyor,merak ediyormuş gibi sorular sordu. İkimizde, birbirimizeçok kibar davranıyoruz ve bu zoraki, önceden planlanmış, suni bir davranış değil.İki kişinin birbirine nazik davranması ne kadar güzel bir şey.

Kadehimin boşaldığını görünce,“Bir şarap daha alır mısın?” dedi, ve ben başımla onaylayınca, içeri gidip şişeyi getirdi.Aklıma papazlara adetleri öğreten, bir arkadaşımın anlattıkları geldi.”İlk basladıklarında Kutsal Kaseyi ellerine alirken, herhangi bir nesne gibi davranırlar,sadece kullanılmasi gereken kutsal olmayan bir şey gibi. Öğrenmeleri gereken şey, ayinle ilgili esyaların, önemini kavramaları ve onlara hakikaten kendilerini yakın hissetmeleridir. Ancak bundan sonra, ayinin bir manasi olabilir.”Ben bunları dinleyince hayatımdaki insanlara kutsal gözle bakmamın ve onlara bu seviyede, bir saygı göstermenin hayatımı ne kadar değiştirebileceğini düşündüm.O içeriden gelirken ben bunları düşünüyordum.Onun bir eş, baba ve eğitimci olarak üstlendiği rollerin dışında, bir insan olarak kalbini görmek istedim.Onu bu olumlu işlerin, dışında, gerçek haliyle görmek, odada bir samimiyetin doğmasına yol açtı. Kapıdan içeri girerken ki sert tavırları geçti.Belki birlikte tarafsız bir bölge bulabiliriz.

Çorbamızı içip, yemeğimizi yedikten sonra, ben kağıt oynamayı önerdim.Yorgun olduğunu, yatmak istediğini söyledi.İlk defa kendimi reddedilmiş hissettim. Bence,yorgunum demek, canım sıkıldı demekle aynıdır . Gene de geç olduğunu kabul etmeliyim. Mumları söndürüp üst kata çıktım. Aynı yatağa mı yatacağımızı düşünüyordum acaba Yanağımdan öpüp misafir odasına geçti. Dışarıda rüzgar uğulduyordu. Ben de romantik seyler düşünmeye başladım. Aslında, tam olarak, istediğimden emin değildim. Acaba baska bir kadın mı var? Üniversite de sevgilisi olan ve bizi halen arayan o kadınla mı görüşüyor acaba? Ya da geçen sene çiçek gönderdiği kadınla fatura yanlışlıkla bana gelmişti.

İç çekerek, artık yalnızca benim odam olan yatak odasına gittim, bunları düşünmek istemiyordum. Bu gece, aslında zor olabilirdi ama iyi gecmisti. Noel geldiği için olabilir.


Benden çok daha önce kalkmış, dışarıda karları kürüyor. Kürek seslerini duyuyorum.Kahve kokusu, evi doldurmuş ve aylardan beri ilk kez bu sabah, kendim kahve yapmak zorunda değilim. Başucuma, bana bir fincan bırakmış, eski bir alışkanlık. Bunun, ne kadar hoş olduğunu unutmuşum.  Ev sıcacık, şömineye odun atmış. Odunların çıtırdamasını duyuyorum ve kalkıp giyinmeden, aşağıya inmeden önce, biraz daha yatakta kalmak istiyorum. Hala dışarıda, cama vurup, 'günaydın' diyorum.

Hava kapalı, ama artık kar yağmıyor.Pastırmalı, yumurtalı, bir kahvaltı hazırlıyorum.
İkinci kahvemizi içerken,”Plaja gidelim mi? diyorum.
Bana öyle bakıp “Şaka mı yapıyorsun?”diyor.
“Yok ,ciddiyim, hiç kar fırtınasından sonra plaja gitmemiştim, bir macera olur diye düşünüyorum” Evliliğimizin başında 'the Matchemaker'dan  bir söz söylerdi, hepbirlikte macera yaşamanın önemine dair..

“Tabii olur”diyerek beni şaşırttı,
Bir kaç dakika içerisinde,  arabaya binmiştik, buzlu yolda kayarak, ilerliyorduk.Buna inanamıyorum. Soğuktan nefret eder, plaja ancak hava çok iyi olduğunda gider. Belki de bu bir zeytin dalı uzatma anlamina geliyor-belki şu anda olabilecek herşeye hazır-belki de içindeki kumarbaz, ona bu meydan okumayı atlama diyor.Herneyse, şimdi dışarıdayız,bir şekilde doğa, insana beraberlik duygusu veriyor. Direksiyonu sıkıca tuttum. Sahilde, kum tepelerinin arasında, dar patika yolda, benim dünyamın sonuna doğru ilerliyoruz. Bundan sonraki durak Portekiz derler!  Yarı sertleşmiş olan kumların, üzerinde arabayı sürerken, aklımı kaybettiğimi düşünüyor, eminim.'Ya araba kuma saplanırsa' diyor.

“Ben bunu, sık sık yapıyorum, geçen hafta da hava buz tutmuştu-birşey olmaz” diyorum. Yine de rahatsızlığının farkındayım. Her zamanki gibi, o daha dikkatli davranmaya çalışırken ben dikkati boşveriyorum. Bembeyaz, bir dünyanın içindeyiz, kar kümeleri, üst üste yığılmış kumulların üstüne oya gibi yayılmış,sanki eritilmis şeker gibi kaplamış. Bu harika manzaraya hayranlığımı ifade ediyorum ondan da bir cevap, bir memnuniyet belirtisi , gelsin istiyorum.

“Burada duralım mı?”diye soruyorum. Sorumluluktan kaçarak, ”Nasıl istersen” diyor. Geriye kolayca dönebileceğim, genişce bir alanda duruyoruz.  “Hadi” diyorum, dışarı çıkıp, keşfetmeye hazır bir şekilde. Dünyanın bir ucu,ürkütücü bir sessizlik var ama yine de parlak ve güzel.Önden yürüyüp, onu da tepeye çağırıyorum.

Önümüzde, Nantucket Sound bölgesi var, buzlar icinde açık bir alan gibi görünen deniz manzarası. Buzlar, sanki yazın denizin üzerinde kabaran köpüklü dalgalara benziyor.Hiç böyle görmemiştim. Herzaman çalkantılı olan deniz, simdi sessiz filmlerdeki  manzara resmi gibi olmuş- okyanusta evliliğimiz gibi donmus kalmış. Tehlike; bu durumu yani donmuş olmayı kabul etmemekte ve  memnuniyetsizliği saklamakta yatıyor. Öyle ki, bu yüzden,  bir gün, buzun ortasında sıkışıp kalmak ve kendini “ne zaman eriyecek de kurtulacağım” diye düşünür bulmak, mümkün.
O benim kadar etkilenmedi. İlgisiz görünüyor. Düşünceleri başka  bir yerde, burada benimle değil. Koluna girip kıyıya doğru yürüyorum.Herşeyin, tamamen durağan olmamasına şaşırıyoruz. Kalın buz kalıpları denizin dalgasıyla beraber hafifçe hareket ediyor.Çok küçük bir devinim. Her zaman kükreyen bu deniz şimdi fısıldıyor.Bir tarafta buz yüzeyinin altından usul usul gelen  su şırıltısını duyuyorum. Derken bir fok balığı görüyorum, yüzmüyor, bir buz parçasının üzerinde dikilmiş, oturuyor gibi suyun hareketiyle uzaklaşıyor. 'Görüyor musun?' Bir elimle kocamın kolunu tutarken, bir elimle işaret ediyordum. Kafasını şaşkınlıkla salladı. Geniş bir gülümseme yüzüne yayıldı. Çok kısa bir an birbirine benzer, kafa dengi, iki kişi gibiydik. Ama bu kısa neşemizi, birden bastıran kar fırtınası ve kutuplardan gelen soğuk hava rüzgarı, bozdu. 'Ben arabaya gidiyorum, sen istedigin kadar kal biliyorum, bu senin sevdiğin bir şey' dedi. Kar taneleri arasinda kaybolurken, bir posta kartı üzerindeki hayalet gibiydi.

Tekrar denize baktığımda, buzda sıkışıp kalmış olan iki tekne ve bir sandal gördüm. Buz eriyinceye kadar böyle kalacaklardı. Ben, nasıl evliliğimi buzlarından çözemiyorsam, bu teknelerin sahipleri de teknelerinin etrafını saran buzu gevşetemezlerdi. Ben de kendimi Tanrı yerine koymaktansa bu mevsimi yaşamalıydım. Zamanla dalgalar geri gelecek, yumuşak hava, kutup havasının yerini alacak, buzları eritecekti. Arabaya geri dönerken, buz tutmuş tarlalardan ve buzlu denizlerden de hasat edecek çok şey olduğunu düşünüyordum. İleriyi  görmeme engel olan,  kardan bir örtü,  önümde uzanıyordu...Çekingen,  kendinden emin olmayan, bir şekilde, adımlarımı atıyordum.  Evlilik günümdeki gibi. Kocam beni kilisede, altarın önünde, gülümseyerek ve gözleri nemli bekliyordu. Şimdi camları buğulanmış bir arabanın içinde ve bir kar örtüsünün arkasında, gizlenmiş gibi, beni bekliyor. Bu imaj, geleceğimiz kadar flu.Yorgun ve bitkindim ama son bir kez eğlenmek isteyerek yere sırt üstü yatarak, ellerimi, kollarımı, kara sürterek, ' bir kar meleği' yaptım. Gökyüzüne bakıyordum, sadece bir dakika dilek dileyip meleklerin sesine kulak verdim.
Şaşırmış ama eğlenerek, “Deli kadın, ne yapıyorsun?’ diye bağırdı.
"Meleğimi görmüyor musun?" diyerek , yaptığım melek şekline, zarar vermemeye çalışarak kalktım. Kapıyı açtı, koltuğa düşen karları temizledi ve bana”hadi sıcak arabaya gir” dedi.
 Arabayı çalıştırmış ve ısıtmış olduğu için çok memnun oldum.. Omuzlarım daki karları silkeledi,takırdayan dişlerimi tutmaya çalışıyordum. Oradan ayrılırken, arabayı tehlikeli bir dönüş yaparak, daha önce oradan geçen, başka arabanın izlerini takip edebileceğimiz, buzlu yola çevirdim. Onun da havası, daha yumusaktı şimdi.
Durup dururken “degiştin biliyor musun, epeyce değiştin.”dedi.
“Nasıl yani?”
“Tam olarak bilmiyorum, daha özgürsün. Tam böyle özgür bir ruh.Yakışmış sana.”Bunu özlemle söylemişti, sanki kendisi de öyle olmak ister gibi.“Nasıl yapıyorsun?”dedi.
“Burada fazla bir seçenek yok. Insanı oyalayacak bir şey de yok. Tanıdığım pek kimse de yok. Bu yüzden doğayla arkadaş olmaya mecburdum. Bu da beni, biraz çılgın  yaptı.

Yolun, tehlikeli bölümünü geride bırakarak, park yerine döndük.Sonra, bana arabayı durdurmamı ve biraz geriye almamı söyledi. Dışarı çıkıp, ağaçların arasına koştu, rüzgarda atkısı yüzüne
 çarpıyordu,saçları dağılmıştı. Geri geldiğinde, zavallı görünen bir cam ağacı taşıyordu.“Çam ağacı lazım, öyle değil mi?”diyerek ağacı arabanın bagajına koydu. Bu bize benziyor şu anda dedi.
İkimiz de güldük. Bir ani hareket, aradaki boşluğu doldurmuştu.
Ama süslerimiz yok dedim. “Var, tabii” dedi , cebinden bir avuç midye kabuğu çıkardı. "Sen yürürken topladım bunları" dedi.

Patchwork yapar gibi beraber ve ayrı ayrı küçük parçaları birleştiriyoruz. Noel etkisi. Gün çabuk geçti, bütün Noel arefeleri gibi. Sadece ikimiz olmamıza rağmen, yapacak çok şey var. Ben bir yandan, yemeği hazırlarken, bir yandan da  meyvalı kek yapıyorum, o da çam ağacını, uyduruk bir kaide üzerine oturtmaya çalışıyor. Birbirinden kaçmanın çesitli yöntemleri var, geçmişte yapmayı başardığımız gibi-kendini birşeylerle mesgul etmek, kafalarımızı kitapların arkasına saklamak, başka insanlarla mesgul olmak- ama bugün, başka işlerle uğraşıyor olsak da  işbirliği yapıyoruz. O kendini beğenmiş fok balığı gibi neşeliyim, orada, burada, eğleniyorum, sıcak bir şerbet içiyorum ve Noel sarkıları mırıldanıyorum. Bütün umutsuzluklarım bitti mi artık? Her şey tamamen kaybedilmiş sayılmaz mı?
Noel ağacını içi kumla dolu bir saksıya oturtmus, deniz kabuklarını, ağacın üzerine süs olarak yerleştirmeye çalışırken seyrediyorum onu. Eskiden, ben çocuklarla süsleri yerleştirirdim, onun işi de ışıkları takmak olurdu.
“Yardım ister misin?’diye soruyorum.
“Benim parmaklarım, seninkiler kadar becerikli değil” diyor ve mutlulukla bana deniz kabuklarının bir bölümünü ve ip yumağını uzatıyor.
“Eee, bu akşamki program ne?” diyor ve ben hemen güceniyorum. Niye hep programı hazırlamak sahneye koymak, benim işim oluyor?”

“Herhalde kiliseye gitmek istersin?” diyor. Böyle söylemesi ne saçma, Noel gecesiyle klise eş anlamlı bence, öyle değil mi? Niye soruyor? Ne istediğimi niye bilmiyor?
Bu sorudan bir tartışma konusu çıkarabilirim ama bu gece değil, bu gece olmaz.
“Yakında şirin bir kilise var, basit bir yer,üstümüzü bile değiştirmemize gerek yok”diyorum.
Sıcak şerbetinden bir yudum alıyor, onun icin uygun sanırım. Erken ayine gidip, yemeği sonraya bırakmaya karar veriyoruz.

En iyi koşullarda bile Noel aksamı kliseye gitmek, ruhumu bunaltıyor, çünkü hep daha iyi, daha parlak, bayram  zamanlarını hatırlıyorum. Ama, bu aksam, anlaşılan bir gösteri var burada bu da içimdeki çocuğu ortaya çıkaracak. Söylenen ilahiyi duyunca,hemen, duygulanıyorum, sözleri hepimizin neşeli ve muzaffer olmamız gerektigini belirtiyor, ama Meryem Ana rolündeki çocuğu ayağında spor ayakabıları, ağzında saklamaya çalıştığı sakızı ve kucağında İsa bebeği temsilen gerçek bir bebekle görünce gülüyorum. Sanki anneliğe alışkın gibi bebeği kollarında tutuyor! Arkasında üc tane kral ve bir kraliçe, bornoz giyinmis çobanlar, balık oltalarıyla, balıkçılar var.Buranın çocukları okyanusu ve balıkları biliyor, Orta doğunun çöllerinden haberleri yok. Onun için böyle yapmış olmalılar.
Bu uyuşmuş halimden kurtulmak için, bir bahane arıyordum, önümde sergilenen oyun, beni bu halimden kurtarıyor. Giderek daha iyi oluyor; esneyen havariler, sözleri unutuyor ,
"Silent Night" söylenmek üzereyken, küçük  bir cocuk, ışıkların karartılması ve mumların yakılması üzerine, "Bu akşam Noel" diye bağırıyor. Kendimi savunmasız hissederken, çocuğun bu heyecanı, benim  içimdeki çocuğu da uyandırdı.

Kutsama duasını beklemeden çıktık, ışıkların yanması ve insanlarin konuşmaya baslamasıyla,biraz evvelki o güzel anın bozulmasını istemedik. Bu akşamın duasını, tekrar tekrar okumak için broşürü, ceketimin cebine soktum:
“Tanrım,aptalca davranışlarımızı ve doğru yoldan uzaklaşmamızı affet. Bizleri yenile, değiştir ve olgunlaştır...”
Bütün bunların sıcaklığıyla yanaklarım parlıyor, tekrar küçük evimize döndüğümüzde hiç de karmaşık olmayan güzel yumuşak duygular içindeyiz. Birbirimize hediyelerimizi veriyoruz.O bana annesinin elmas küpelerini veriyor. Delinmis kulaklarıma uymasi için, yeniden yaptırmış. Duvara asmam için getirdiği, üzerinde en başarılı on kadının kartvisitlerinin konulduğu ve içerisinde, benim için, boş bırakılmış bir yer olan bir duvar süsü de, hediyelerinden biriydi.  En son olarak da boynunda Noel çelengi bulunan, porselen bir fok balığı verdi. Ben de ona, New York'taki evimizin, bir suluboya tablosunu verdim. Resimde oğullarımız, evin önünde basketbol oynuyorlar ve biz de  balkondan onları seyrediyoruz.
Konuşmamızda bile biraz pişmanlık dolu bir ifade var. Başarısız olan evliliğimizle ilgili şaka yollu bir şey soylediğinde, hemen durumu kurtarıyorum; 
"İlişkimiz bozuldu ama evliliğimiz başarılıydı", diyorum. Bak, ikimiz bir ekip olarak, neler basardık: Hayatlarında yer ettiğimiz insanlar var,iki tane evlat yetiştirdik,bugün kimse evliliği düşünmezken, onlar evliliği seçecek cesareti buldular; anne babalarımıza iyi birer evlat olduk-daha anlatmama gerek var mı?”
Kısa bir süre icin gerilimden kurtulduk. Sanki gene su yükseldi ,bizi kurtarmak için, tam zamanında geldi, susuzluğumuzu giderdi.Ama yinede,  onun arabasına binip, onun evine geri dönmeyi, düşünmüyorum , bu delilik olur .Bu Noel, bizlere bir hediyedir ama bundan sonra gelecek olan, yeni yıl ve beraberinde gelen kararlarımız, bizim için  halen zorlu bir mücadele olarak önümüzde duruyor ... Eskiye dönmek istemiyorum, ama onunla beraber, farklı bir yerde, buluşabilirsek, bunu isterim.

"Deniz Kenarinda Bir Yil" adli kitaptan
Çeviri: Elif Mat

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder