Kanto 34
Vexilla regis prodeunt
inferni
“Cehennemin Kralı’nın
bayrakları sallansın”, dedi rehberim.
“Doğru
karşıya bak, Cehennemin en dibinde, buzun içinde onu seçebiliyor musun?”
Sislerin içinde yeldeğirmeni gibi birşey
gördüm
Öyle bir rüzgar esiyordu ki; onun
hareketinden
Korunmak için, kendimi hemen Virgil’in
arkasına attım.
Başka saklanacak bir yer yoktu.
Buz tabakasının üzerinde, göldeki sazlar
gibi sıralanmış en son ruhları gördüm.
Bazısı yere yatmış; bazısı ayakta buzun
içine sıkışıp kalmıştı.
Kimisi başaşağı duruyordu, kimisi ayakları
üzerinde.
Kimisi de iki büklüm.
Biraz yakınlaşınca, bir zamanlar
Cennet’in süsü olan, kötü yaratığı gördük.
Rehberim beni durdurdu,
Kenara çekildi;
“Dis’in yüzüne bak;
“Ruhuna kuvvet vermelisin burada” dedi..
Okuyucu, o anda nasıl kanım buz kesi anlatamam
sana;
Korkudan sesim çıkmıyordu.
Yazamıyorum artık. Böyle bir korku
yazılamaz.
Ölmedim ama sesim soluğum kesildi.
Ne hayattaydım, ne de ölüydüm o anda.
Acının Imparatoru göğsünü buzun içinden
kurtarmaya çalışıyordu.
Dağlar onun kolu kadardı ancak.
Daha önce gördüğümüz devlerden çok daha büyüktü.
Bir kolu dağ kadarsa, gerisini varın siz
düşünün.
Eskiden güzelmiş, şimdi çirkin.
Her belanın kaynağı üç kafalıydı;
Biri önde kırmızı, diğerleri omuz
başlarında.Tepede hepsi birleşiyor.
Sağ taraftaki sarımsı bir beyaz,
Soldaki, Nil kıyısında yaşayanlar gibi
esmerce.
Her kafanın altında deli gibi çarpan bir
çift kanat...
Kanatları denizdeki yelkenlerden büyük.
Kuş kanadı gibi değil, Daha çok yarasa
kanadına benziyor.
Öyle bir şiddetle çarpıyor ki;
kanatlarını, üç tarafa yayılan korkunç rüzgarlar,
birleşip fırtına estiriyor, Cehennemin bu
bölümünü soğuktan donduruyor.
Üç çift gözden de, yaşlar yanaklarına
akıyor,
Sonra kanla, irinle birleşiyordu.
Her bir ağzında bir günah çiğnemekteydi.
“Bu üçü onun yemeği;
sonsuza kadar çiğneyecek onları.
En çok acı çeken öndeki, Judas Iscariot’tur.
Kafası içerde, bacakları
dışarıda debeleniyor.
Siyah kafadan sarkan
Brutus, onun bacakları içerde kafası dışarıda ama birşey söylemiyor.
Diğeri de kocaman
kollarıyla Cassius.
Ama artık akşam oluyor,
gitmemiz lazım;
Zaten herşeyi gördün.” dedi rehberim.
Jean Leon Gérome The Death of Caesar
Istediği gibi Virgil’in yakasını tuttum,
O şeytanın kanatlarını açmasını bekliyordu
Boş bir anını bulup, sırtındaki tüylere yapıştık aşağı
doğru kaymaya başladık.
Şeytanın buzda açtığı yarıktan geçmeye
çalıştık.
Bir an “geçemeyeceğiz gene Cehenneme düşeceğiz” diye korktum
“Sıkı tutun” dedi Virgil; nefes nefese.
“Başka yolu yok şeytanı
merdiven gibi kullanacağız”.
Arzın merkezindei yarıktan öte tarafa,
kayalıklara geçtik.
Şeytanın ayakları havada sallanıyordu; Şaşkınlık
içindeydim. Cehennemden çıkmıştık.
Virgil beni yüksek bir kayanın üzerine
oturrtu önce.
Sonra biraz dinlenince, “Hadi kalk
ayağa, daha çok yolumuz var; dağı tırmanacağız.” dedi
Brutus
Güneşşiz,- hayvan ini gibi- bir
yerdeydik bu kayaların arasında.
“Buz nerede? Lucifer’e ne
oldu?
Demin geceydi, burada
biraz sonra tan ağaracak.
Bana anlatır mısın, ne
oldu?” diye sordum Virgil’e.
“Dünyanın
merkezinden geçtik, Şimdi güney yarımküredeyiz;
Güneş karanın üzerinde
parlıyor.
Ademle Havva’nın doğduğu
yerdeyiz.
Judeca’ da geceydi,burada
gündüz olacak.
Sırtına basarak geçtiğimiz Şeytan, o buzun içinde hapistir.
Kuvveti çıkmaya yetmez.
Buradan yukarıya dağ
yükselir, Lethe ırmağı akar.
Henüz göremezsen de, sesini
işitebilirsin.”
O bilinmeyen yolda yürümeye başladık
rehberimle.
O önde, ben arkada;
Başka kimseyi düşünmeden.
Karanlıktan aydınlığa çıktık.
Gökyüzü, açıldı Bir kez daha gördük yıldızları...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder