24 Haziran 2021 Perşembe

Clair de Lune- Radyo'da eski bir hatıra

 Elif Mat

Öykü


Werner ekibiyle beraber St. Malo’daydı. Son olaylar, köprünün uçurulup, 9 askerin öldürülmesi bardağı taşıran son damla olmuştu. St. Malo daki direnişi kırmakla görevlendirilmişlerdi.

Kimseye göz açtırmayacaksınız denilmişti kendilerine. Werner’ın görevi bu yayınları yapan radyo vericisini tespit etmekti.

Bu onun için çocuk oyuncağıydı. Kısa sürede evi tespit etti. Sokakta dolaşıp evin tepesindeki küçük anteni bile gördü. Dinlemeye aldı. Sesi tanıyordu. Hatta yayından sonra çalan müziği bile çocukluğundan hatırlıyordu. Clair de Lune. Claud Debussy’nin Ay ışığı sonatı.

Karanlık geceleri aydınlatan gökyüzünün Nur’u mübarek Ay için yazılmıştı. Ne güzel bir parçaydı bu. Ulvi bir haz duyuyordu onu dinlerken.

Hayır bu evi ihbar etmeyecekti. Ama takip ediyordu. Eve girip çıkanları tespit etmişti. Marie’yi tanıyordu. Bu kızın başına bir şey gelmesini istemezdi.

Jeanne Pontillon à la capeline by Berthe Morisot.


 

Deniz Kızı Yalnız Yüzüyor

Bir gün hanımların konuşmaları esnasında bu sözü duydu Marie. Şifreli konuşuyorlardı belli ama ne demek istiyorlardı acaba. Aklına Amerikalıların Normandiya çıkartması gelmişti. Herkes haberi duyunca ne kadar da sevinmişti. Acaba buraya da mı çıkartma yapacaklardı.

Bir gün evde yalnızdı, Madam hastalanmış gelememiş, Etien’i toplantıya çağırmışlardı etraf sessizdi. Saatler geçiyor Etien dönmüyordu. Sakın onu da babası gibi yakalamasınlar. Ne yapardı dünyada bir başına?

Etraftan bir haber almak için çıkmayı düşündü cesaret edemedi.

Birden bombalar yağmaya başladı St. Malo’ya.

Sesler kulakları sağır ediyordu.

Çaresiz aşağı bodrum katına indi. Orada beklemek en doğrusuydu.

 Gene saatler geçti gelen giden yoktu.

Artık acıktı susadı, tuvalete gitmesi gerekti. Kapıyı açtı yukarı kata çıktı. Mutfaktan yiyecek bir şeyler aldı. Suyunu içti. Tam geri bodrum katına dönmek üzereydi ki kapının zorlandığını işitti.

Hemen yukarı çatı katına çıktı.

Etien bu yasak yayınları yaparken gizli bir geçit açmış önüne gardırobu çekmişti. Gardırobun içine e bir kapı açmıştı. Gardıroba girdi kapısını kapadı diğer kapıdan çatıya çıktı.

Artık burada bekleyecekti. Gelen her kimse onu bulamadan gider diye umut ediyordu.

Gene saatler geçti. Gelen gitmiyordu. Ayağının aksamasından yürüyüşü farklıydı. Bastonu tıkırdıyordu. Gelenin geçen gün sahilde peşine takılan adam olduğunu anladı.

Bu adam bizi bırakmayacak diye düşündü.

İnleme sesleri geliyordu. Adam hastaydı.

Evde geçirdiği günlerde babasının yaptığı maketle oynamıştı saatlerce. Sokakta ne var bütün binaları tek tek ezberlemişti. Etien’in büyük evi de yapılmıştı aslının birebir kopyasıydı.

Evin bacasını parmaklarıyla yoklarken oynadığını fark etti çevirince içinde bir bölme açıldı. Elmas oradaydı. Bu taşın elmas olup olmamasının Marie için önemi yoktu. Gözleri görmeyen biri için taş, taştı işte.

Bunu buradan alsam iyi olacak diye düşündü. Artık elması cebinde taşıyordu. Kendisiyle babası arasında bir bağ olmuştu bu taş. Sanki elinde tutarsa babası gelecekti.

Şimdi aşağıda Rummel’in maket evi kırıp döktüğünü gittikçe sinirlenip bağırdığını duyabiliyordu. Rummel elması ele geçiremeyecekti.

Bir ara ses kesildi. Evde dolaşmıyordu, belki o da yorulmuş oturmuştu bir yere. Ama gitmediğini biliyordu Marie.

Bombalar yine başladı.

Yapacak bir şey yoktu artık yalnızlığa ve beklemeye tahammül edemiyordu. Radyoyu kurcalamaya başladı. Açmayı başarınca Jul Verne’in Deniz Altında Seksen Bin Fersah kitabını aldı okumaya başladı.

Bomba seslerinden kendi sesini aşağıdaki adamın duyamayacağını sanıyordu.

 

Öbür taraftan Werner Arı Hotel’deydi. Bir zamanlar sosyetenin gelip deniz kenarında tatil yaptığı bu otel Alman ordusunca karargâh olarak kullanılmaktaydı. Bombalama başlayınca onlar da hemen bodruma inmişlerdi. Bir arkadaşları ölmüş Volkheimer ile Werner Bodrum da mahsur kalmışlardı. Nasıl çıkabileceklerini hesap ediyorlardı.

Eski bir radyo buldular. Volkheimer çalıştır şunu dedi belki bir haber alabiliriz.

Bundan bir şey olmaz dedi Werner ama yapacak bir şey olmadığı için kurcalamaya başladı.

Sonunda tamir etmişti ama herhangi bir istasyon bulamadılar. Radyo işe yaramıyordu. Bir şey duymuyorlardı.

Biraz sonra titrek bir kız sesi duyuldu, kitap okuyordu. Beraber dinlemeye başladılar. Bir ara Clair de Lune da çaldı. Sonra sustu “O burada” dedi fısıldayarak.

Werner bir küfür savurdu. “Bulmuş kızı Rummel” dedi. “Çıkacağız buradan, gidip o herifi öldüreceğim.”

Savurayım mı şu delikten el bombasını belki bir yer yıkılır, çıkarız? Dedi Volkheimer.

Savur dedi. Öyle ya da böyle öleceğiz zaten. Bir şansımızı deneyelim.

Volkheimer el bombasının pimini çekti. Savurdu.

Büyük bir patlamadan sağ kurtuldular. Yıkıntılar arasından emekleyerek çıkmayı başardılar.

Şu işe bak dedi Werner. Madene girmeyelim diye askere yazıldık burada da yerin dibine girdik.

Hemen Marie nin evine gitti. Sessizce içeri girdi. Yukarı katta Rummel’İ buldu. Düşünmedi silahı ateşledi. Adam ağrılarından kurtulmuştu sonunda. Herife iyilik yaptık dedi.

Çıktı yukarı gardırobu buldu içeri gidi kapıyı zorladı açılmadı. Seslendi. Marie korkuyla bir yere büzüşmüştü.

Ben seni kurtarmaya geldim korkma aç kapıyı diyordu ses.

Marie elini kapıya koydu, diğer taraftan Werner’ın eli de kapıya dayanmıştı. Aralarında tahta sanki birbirlerine değiyorlardı.

Açıyorum dedi Marie.

Gel korkma artık dedi Werner. Çıkaracağım seni buradan.

Marie sarıldı ona.



Aşağıya indiler beraber. Mutfağa gidip bir şeyler yediler, su içtiler.

Sonra gitme vakti gelmişti.

“Neler oluyor?” dedi Marie. “Almanlar bizi bombalıyor mu?”

“Hayır Almanlar değil. Amerikalılar Almanları bombalıyor. Uçaktan bildiri atmışlar Fransızlar kaçsın Almanları bombalayacağız demişler. Senin haberin olmadı mı?”

“Hayır, evde yalnızdım. Etien’e ne oldu?”

“Tutuklanmış olabilir” dedi Werner.

Yatak odasına gitti. Beyaz bir yastık kılıfı buldu. Marie’ye verdi. “Bunu teslim bayrağı olarak kullanacaksın. Ben seni dışarı çıkaracağım. Hastaneye git. Orayı bombalamazlar. Kendini tanıt. Seni emniyetli bir yere götürsünler.”

“Sen? Sen benimle gelmeyecek misin?”

“Ben seninle gelemem. Yanında bir Alman askeriyle yürüyemezsin. Yalnız gideceksin. Korkma uzaktan takip edeceğim seni. Elinde beyaz bayrakla yürüyen bir kıza kimse ateş açmaz.”

Marie elini Werner’in yüzüne uzattı. Yüzünü eliyle okşadı dokunarak tanımaya çalıştı. Sonra başını omzuna koydu bir kere daha sarıldı.

“Au revoir” dedi. Allah seni korusun.

“Günün birinde bu lanet savaş biterse Paris’e gel Doğa tarihi müzesinde beni sor.”

“Peki” dedi Werner. “Dediğin gibi olsun.”

“Dikkatli ol”

“Sen de.”

Böyle söyleyerek ayrıldılar. Vücutları döndü elleri bir müddet daha birbirlerinin ellerinde kaldı.

Marie hastaneye varıncaya kadar Werner onu uzaktan takip etti Kendi canını hiçe sayarak. Sonra döndü gitti.

Gidecekti bir yere ama nereye?

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder