Werner okula yazılmak için
Berlin’e gitmek üzere kardeşi Jutta ile vedalaşır. Jutta yabancı radyoları
dinlemekte, olan biteni tam anlamasa da, bu Nazi okulunun iyi bir şey
olamayacağını bilmektedir. Ağabeyinin gitmesini istemez. Ancak bu küçük madenci
kasabasında kendisi için bir gelecek görmeyen Werner gitmeye kararlıdır.
Madenci olup, ömrünü yerin altında geçirmek istemez. Babalarının da madende öldüğünü
hatırlatır kardeşine.
Berlin’deki Schulpforte’ye
girmek kolay değildir. Hem yazılı testlerden geçer, hem de fiziksel olarak
kuvvetini ispatlaması gerekir. Bir dizi antrenman ve yarışmalara katıldıktan
sonra kendini ispat eder. En son atlamayı kazasız belasız yaptıktan sonra elini
yukarı kaldırır, Heil Hitler diye bağırır. Sarışın mavi gözlü olması da
eklenince ideal öğrenci olarak okula kabul edilir. Diğer çocuklar gibi kilosuna,
boyuna, kafatasına, omuz genişliğine, kol- bacak ölçülerine bakılır. Beğenilir.
Matematik hocası Werner’in
üstün zekasını keşfettiğinde onunla özel olarak ilgilenir. Radyo vericilerinin
yerini tespit etme konusunda eğitimden geçirilir. Artık zamanının çoğunu laboratuvarda
geçirmektedir.
Kendisine biraz da ayrı
muamele yapılması gururunu okşamaktadır.
Kasabadan ayrılmadan
evvel kardeşinin başına bir şey gelmesin diye radyoyu ormana götürüp, atması
gerekmişti. Hem ağabeyinden, hem de radyodan ayrılmak Jutta’ya zor gelmiştir.
Artık yabancı radyoları takip edemez olmuştu ama durumu yine de ağabeyinden daha
iyi görebiliyordu. Çünkü, gözlerine perde indirmeyi reddediyordu.
Zaman zaman mektuplaşıyorlardı
ama aralarındaki fikir ayrılığı devam ediyordu. Mektuplar zamanla azaldı.
Geldiğinde de sansürlenmiş üzeri karalanmış olarak geliyordu.
İçten içe, Werner’ de kazanmakta olduğu bu
teknik becerinin ileride kendisini yapmak istemediği işlere zorlayacağını hesap
edebiliyordu ama şimdilik bunu düşünmek istemiyordu.
Okulda kimse başıboş
bırakılmıyordu. İriyarı ve kendisinden üç yaş büyük olan Frank Volkheimer
isimli bir öğrenciyi Werner’ı denetlemekle görevlendirmişlerdi.
Volkheimer’den başka bir de
akşamları yattığı koğuşta arkadaşı olan Frederict vardı. Frederict zengin ve
güçlü bir aileden geliyordu. Babası Nazi partisine mensuptu. Okul tatilinde
Werner’i evlerine davet etti. Ev, insana “artık bu kadarı da fazla”
dedirtecek kadar zengin ve ihtişamlıydı.
Oğullarına Büyük Frederict’in
ismini vermişlerdi ama çocuk aslında pek askerliğe hevesli ve bu işi
yapabilecek kadar kuvvetli bir çocuk değildi. Belki de babasının nüfuzuyla girmişti
okula. O da aslında bilime meraklıydı. Onun ilgisini kuşlar çekiyordu. Çok okuyan
bir çocuktu. Babası ona nadir bulunan bir zooloji kitabı almıştı. Kuşlarla
ilgili hemen herşeyi biliyordu.
Bıraksalar belki bir bilim
adamı olacaktı. Ama kader bırakmadı. Daha doğrusu anne babasının ihtirası. Annesi de Nazi kafasındaydı. Apartmandaki
yaşlı bir Yahudi hanım için “Bunu da alırlar yakında” demişti.
Ah…Sonra olanlar pek
fenaydı. Önce okulda en zayıf olanı yakalama yarışı başladı. “En zayıfınızı
bulup, cezalandıracaksınız” diyorlardı çocuklara.
Koşuda en geride kalan
Frederict ’ti. Ona önden koşması için
izin verildi. Diğer çocuklara sonra start verildi. Frederict kaçacak, onlar
yakalayacaktı. Werner yakalanırsa Frederict’ e neler olacağını düşünmek bile
istemiyordu. Çocuklar av köpeği gibi peşindeydiler çelimsiz gencin. Neyse ki,
bu sefer kurtulmuştu. Kimse kendisine yetişemeden finish çizgisine vardı. Peki ya
sonra ne olacaktı?
Frederict’e kötü davranmalar
başladı. Bu rejimde güçsüze yer yoktu. Güçsüz ezilmeliydi.
Werner, arkadaşını birkaç kez
uyardı. “Bırak” dedi. “Bırak okulu, evine dön. Bunlar sana rahat vermeyecek.”
Frederict bu durumu gurur meselesi yaptı, “Kalacağım” dedi.
Fenası geldi. O okulda
adetmiş. Her sene bir savaş esiri ya da ölüm mahkûmu getirilir, çocuklar
tarafından öldürülmesi istenirmiş.
O zavallıyı soğukta bahçeye
bağladılar bir hayvan gibi, çıplak, korumasız. Soğuktan donmasını istiyorlardı. Çocuklardan
istenense adamın üzerine buzlu su dökmeleriydi.
Okul değil Cehennem ’di.
Werner matematik hocasına, “Niye
bu kadar matematikte ısrar ediyorsunuz, biz sonuçta asker olacağız, bu kadar
detaylı öğrensek ne olur, öğrenmesek ne olur?” Diye sorduğunda adam, “sizin
herşeyi sadece rakam olarak görmenizi istiyoruz.” Demişti.
Ölenler insan değil, sadece
rakamdı onların gözünde.
O en zayıf çocuk Frederict,
en kuvvetli çıktı. Buzlu su dolu kovayı mahkûmun üzerine dökmeyi reddetti. “Kendi
ayaklarıma dökerim ona dökmem” dedi, buzlu suyu kendi bacaklarına döktü.
Elif Mat
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder