Radyo
1934 doğumlu olan babama “İlk defa ne zaman radyo dinlemeye
başladınız?” diye sormuştum. Cevabı:
“Herhalde 11- 12 yaşlarındaydı…RCA marka bir radyomuz
vardı.
Harp seneleriydi...
Afrika' da Romel' le Montgomery arasında savaş vardı.
Berlin her akşam " Hula Berlin" diye Arapça ve
Türkçe, Londra da, " Burası Londra" diye kısa dalgadan yayın
yaparlardı.
20.15 te Nurettin Artam'ın Radyo gazetesi vardı.
Dünya olayları hakkında yarı resmî devlet görüşünü
sunardı.
19.20 'de Feridun Fazıl Tülbentçi' nin Tarihte bugün programı
vardı.
Bütçe müzakerelerini de dinlerdik.
Saat 15'te her gün Anadolu ajansının gazeteler için yazdırma
servisi vardı.
O günün haberlerini, gazetelere:
“Bugün...Başbakan....”
diye yavaş yavaş
yazdırırdı.”
Bugünkü hikayemiz de radyo ile ilgili. Radyo 1920 li
yıllarda yaygınlaşmaya başlamış. Birinci dünya savaşından yenilmiş olarak çıkan
Almanya, Versailles anlaşmasıyla nasıl bir haksızlığa uğradığını anlatmak, halkı
tekrar yüreklendirmek için radyo ile propagandaya önem vermiş. 1933 yılında
iktidarı ele geçiren Naziler, artık sadece radyoda Alman propagandasına ve
sadece kendi partilerinin yayınına izin vermişler. Yabancı ülkelerden
yapılan yayınların dinlenmesi yasaklanırken, Hitler’in konuşmalarını dinlemek
zaruri olmuş.
Hitler’in yaptığı mitingler bütün Almanya’da canlı
yayınlanmış ve fabrikalarda restoranlarda, kamuya açık her yerde yayınlanması
mecburi olmuş.
Ucuz bir radyo imal edilmiş ve Volksempfänger
adıyla piyasaya sürülmüş. Halk radyosu, buzdolabı ve araba ile birlikte dar
gelirli vatandaşın üç rüyasından biri olmuş.
Bu haftalık yazı çalışmaları
için Anthony Doer ‘in kitabı “All the Light We Cannot See” isimli
kitaptan esinlenerek yazdığım,
WERNER'İN HİKAYESİ
Nazi partisinin bölge başkanının
eşinin üzerinde kırmızı bir elbise ve siyah bir şal vardı. Uzun biçimli
bacaklarını müziğin ritmiyle sallıyordu. Beli incecik saçları sarı kahkahası
şuhtu.
Henüz yeni yeni ergenlik
çağına giren Werner, göz ucuyla bu biçimli bacaklara bakmaktan kendisini
alamadı.
O akşam Almanya’nın Essen
şehri yakınlarındaki bir maden kasabasında, kaldığı yetimhanenin kapısı
çalındığında kalbi yerinden fırlamıştır. Werner’i almaya geldik demişti asker.
Kızkardeşi Jutta’nın yüzü sarardı. Bu akşamları gizlice Fransız radyosunu
dinlediğimiz için oldu. Nasıl anladılar acaba diye düşündü.
Evet akşamları gizlice bir amatör
Fransız’ın çocuklar için yaptığı yayını dinliyorlardı. İki kardeşte akıllı fen
derslerine meraklı çocuklardı. Etién programında fen konularını çocukların
merakını uyandıracak şekilde anlatıyordu.
Yetimhanenin müdiresi
kendilerine anne şefkati gösteren bir Fransız hanımdı. Küçüklüklerinden beri
onlara bazen Fransızca konuşmuş masallar anlatmış, hikayeler okumuştu.
Fransızcayı eni konu anlıyorlardı.
Ama şimdi devir değişmişti.
Geçen gün yetimhaneye mühendisler gelmiş, Werner’in matematik kitabını alıp sobaya
atmışlardı. Sebep kitabın yazarının Yahudi olmasıydı.
Almanya da hayat boğucu
olmaya başlamıştı. Radyoda dinlenecek müzik bile Hitler’İn seçimine tabii idi. Mesela
jazz yasaktı. Hitler resim konusunda da sanatçılara karışıyordu. Modern resmi
dejenere buluyordu. Radyo tiyatroları hep Yahudileri kötüleyen propaganda
niteliğinde oyunlardı.
Werner teknik konulara
kafası eren bir çocuktu. Kasabada radyo tamircisi olarak tanınmaya başlanmıştı.
İşte parti komiserinin evine
çağırılma nedeni de buydu. Yabancı radyoları dinlemek yasaktı yayınlar bozuluyordu
ama komiserin eşi yabancı yayınları dinlemeye alışıktı ve o akşam en sevdiği
piyes vardı.
Korkuyla arabaya bindirilen
Werner eve geldiklerinde durumu anladı. İhtişamlı salonda o zamana kadar
görmediği büyük modern bir radyo vardı. “Şuna bir bakıver evlat” dediler.
Radyonun başına oturdu
Werner, incelemeye başladı. Silvie’nin arkadaşı, “bu çocuk zaten bozuk olan
radyoyu daha da bozmasın” dedi.
Aradan bir on beş dakika
daha geçti, cızırtı gitti ses netleşti. Program saatinden evvel radyo tamir
edilmişti sonunda. Silvie neşeyle ellerini çırptı. “Yaşasın” dedi, “radyo
tamir edildi. Bu çocuk küçük bir fare gibi sessiz kıpır kıpır hiç konuşmadan şikâyet
etmeden işini yaptı. Hemen kendisine pasta ve içecek bir şeyler getirin.”
Kırmızı kadife perdeli salonda neşe ve zenginlik
hakimdi. Garson, Werner’a pastadan büyük bir dilim keserek, meyva suyuyla
birlikte ikram etti. Meyva suyunu içen delikanlının gönlü pastayı yalnız yemeyi
kabul etmedi, pastayı kardeşine götürmek üzere bir peçeteye sararak müsaade
istedi.
Dışarı çıktıklarında ışıklarını
yakmış askeri jeep’e binip, yola çıktılar. Jeep, karanlığı deldi, beş
dakikada yetimhaneye getirdi onları.
Jutta heyecanla ağabeyinin
boynuna sarıldı. Başına bir şey gelmemesi için dua etmişti bütün akşam.
Yaşam bazen böyle güzel oluyordu. Her gün yedikleri
tekdüze yemeklerden sonra bu akşam artık adeta tadını unuttukları bu pastaya
kavuşmak harika olmuştu.
Üstelik Fransız radyosunda
sevdikleri programda başlamak üzereydi. Werner radyoyu odaya getirdi. Uyumadan
önce dinlediler.
Yetimhanede birkaç beceriksiz
çocukta vardı ama Madam Rosa’nın derslerini diğerleri gayet iyi takip
ediyorlardı.
Akşamlar müdire hanım pembe
sabahlığını giyer, küçüklere Fransızca masal anlatırdı.
Ne yazık ki Almanya ile
Fransa savaşa gidiyordu. Bu küçük kasabada madencilikten başka geçim kaynağı
yok gibiydi. Zaten, Werner’la Jutta’ nın babaları da maden de ölmüştü. Jutta’nın
bütün korkusu 15 yaşına geldiğinde ağabeyinin de madene çalışmaya
gönderilmesiydi.
Ertesi gün kapı gene çaldı. “Dün
akşamki çocuğu arıyoruz, saçları beyaza yakın açık sarı olanı”
dediler. Parti komiseri “o çocuğu sevdim, çok akıllı buralarda ziyan olmasın,
Berlin’deki askeri okula gönderilsin” demiş. “Gelmek isterse hazırlansın,
işlemleri başlatacağız” diyordu kapıdaki görevli.
Bu habere inanamıyorlardı.
Jutta ağabeyinden ayrılacağı için üzgündü. Gitmesini istemiyordu. Werner, “Ben
de senden ayrılmak istemiyorum ama madende hayatımın kararmasını daha kötüsü
babam gibi ölmeyi de istemiyorum dedi. Hem gönderecekleri askeri okul, Almanya’nın
en iyi okuluydu.
Hemen görevliyle birlikte
komiserin evine gitti. Kahvesini içmekte olan ve verdiği kararla hayatını
değiştirecek olan adama teşekkür ederek, başvuru formunu imzaladı.
kalın harfle yazılmış olan sözler, yazı esnasında kullanmamız için verilen kelimeler.
Okuduğum en güzel kitaplardan biridir.
Elif gerçekten o savaşın karanlığında içim açıldı... Ellerine sağlık...
YanıtlaSilÇok teşekkürler Füsun:))
YanıtlaSil