14 Haziran 2021 Pazartesi

Radyo / Werner'in Hikayesi

 

Radyo

1934 doğumlu olan babama “İlk defa ne zaman radyo dinlemeye başladınız?” diye sormuştum. Cevabı:

“Herhalde 11- 12 yaşlarındaydı…RCA marka bir radyomuz vardı.

Harp seneleriydi...

Afrika' da Romel' le Montgomery arasında savaş vardı.

Berlin her akşam " Hula Berlin" diye Arapça ve Türkçe, Londra da, " Burası Londra" diye kısa dalgadan yayın yaparlardı.

20.15 te Nurettin Artam'ın Radyo gazetesi vardı.

Dünya olayları hakkında yarı resmî devlet görüşünü sunardı.

19.20 'de Feridun Fazıl Tülbentçi' nin Tarihte bugün programı vardı.

Bütçe müzakerelerini de dinlerdik.

Saat 15'te her gün Anadolu ajansının gazeteler için yazdırma servisi vardı.

O günün haberlerini, gazetelere:

“Bugün...Başbakan....”

diye yavaş yavaş  yazdırırdı.”

 

Bugünkü hikayemiz de radyo ile ilgili. Radyo 1920 li yıllarda yaygınlaşmaya başlamış. Birinci dünya savaşından yenilmiş olarak çıkan Almanya, Versailles anlaşmasıyla nasıl bir haksızlığa uğradığını anlatmak, halkı tekrar yüreklendirmek için radyo ile propagandaya önem vermiş. 1933 yılında iktidarı ele geçiren Naziler, artık sadece radyoda Alman propagandasına ve sadece kendi partilerinin yayınına izin vermişler. Yabancı ülkelerden yapılan yayınların dinlenmesi yasaklanırken, Hitler’in konuşmalarını dinlemek zaruri olmuş.

Hitler’in yaptığı mitingler bütün Almanya’da canlı yayınlanmış ve fabrikalarda restoranlarda, kamuya açık her yerde yayınlanması mecburi olmuş.

Ucuz bir radyo imal edilmiş ve Volksempfänger adıyla piyasaya sürülmüş. Halk radyosu, buzdolabı ve araba ile birlikte dar gelirli vatandaşın üç rüyasından biri olmuş.

 

Bu haftalık yazı çalışmaları için Anthony Doer ‘in kitabı “All the Light We Cannot See” isimli kitaptan esinlenerek yazdığım,


WERNER'İN HİKAYESİ



 

Nazi partisinin bölge başkanının eşinin üzerinde kırmızı bir elbise ve siyah bir şal vardı. Uzun biçimli bacaklarını müziğin ritmiyle sallıyordu. Beli incecik saçları sarı kahkahası şuhtu.

Henüz yeni yeni ergenlik çağına giren Werner, göz ucuyla bu biçimli bacaklara bakmaktan kendisini alamadı.

O akşam Almanya’nın Essen şehri yakınlarındaki bir maden kasabasında, kaldığı yetimhanenin kapısı çalındığında kalbi yerinden fırlamıştır. Werner’i almaya geldik demişti asker. Kızkardeşi Jutta’nın yüzü sarardı. Bu akşamları gizlice Fransız radyosunu dinlediğimiz için oldu. Nasıl anladılar acaba diye düşündü.

Evet akşamları gizlice bir amatör Fransız’ın çocuklar için yaptığı yayını dinliyorlardı. İki kardeşte akıllı fen derslerine meraklı çocuklardı. Etién programında fen konularını çocukların merakını uyandıracak şekilde anlatıyordu.



Yetimhanenin müdiresi kendilerine anne şefkati gösteren bir Fransız hanımdı. Küçüklüklerinden beri onlara bazen Fransızca konuşmuş masallar anlatmış, hikayeler okumuştu. Fransızcayı eni konu anlıyorlardı.

Ama şimdi devir değişmişti. Geçen gün yetimhaneye mühendisler gelmiş, Werner’in matematik kitabını alıp sobaya atmışlardı. Sebep kitabın yazarının Yahudi olmasıydı.

Almanya da hayat boğucu olmaya başlamıştı. Radyoda dinlenecek müzik bile Hitler’İn seçimine tabii idi. Mesela jazz yasaktı. Hitler resim konusunda da sanatçılara karışıyordu. Modern resmi dejenere buluyordu. Radyo tiyatroları hep Yahudileri kötüleyen propaganda niteliğinde oyunlardı.

Werner teknik konulara kafası eren bir çocuktu. Kasabada radyo tamircisi olarak tanınmaya başlanmıştı.

İşte parti komiserinin evine çağırılma nedeni de buydu. Yabancı radyoları dinlemek yasaktı yayınlar bozuluyordu ama komiserin eşi yabancı yayınları dinlemeye alışıktı ve o akşam en sevdiği piyes vardı.

Korkuyla arabaya bindirilen Werner eve geldiklerinde durumu anladı. İhtişamlı salonda o zamana kadar görmediği büyük modern bir radyo vardı. “Şuna bir bakıver evlat” dediler.

Radyonun başına oturdu Werner, incelemeye başladı. Silvie’nin arkadaşı, “bu çocuk zaten bozuk olan radyoyu daha da bozmasın” dedi.

Aradan bir on beş dakika daha geçti, cızırtı gitti ses netleşti. Program saatinden evvel radyo tamir edilmişti sonunda. Silvie neşeyle ellerini çırptı. “Yaşasın” dedi, “radyo tamir edildi. Bu çocuk küçük bir fare gibi sessiz kıpır kıpır hiç konuşmadan şikâyet etmeden işini yaptı. Hemen kendisine pasta ve içecek bir şeyler getirin.”

Kırmızı kadife perdeli salonda neşe ve zenginlik hakimdi. Garson, Werner’a pastadan büyük bir dilim keserek, meyva suyuyla birlikte ikram etti. Meyva suyunu içen delikanlının gönlü pastayı yalnız yemeyi kabul etmedi, pastayı kardeşine götürmek üzere bir peçeteye sararak müsaade istedi.



Dışarı çıktıklarında ışıklarını yakmış askeri jeep’e binip, yola çıktılar. Jeep, karanlığı deldi, beş dakikada yetimhaneye getirdi onları.

Jutta heyecanla ağabeyinin boynuna sarıldı. Başına bir şey gelmemesi için dua etmişti bütün akşam.

Yaşam bazen böyle güzel oluyordu. Her gün yedikleri tekdüze yemeklerden sonra bu akşam artık adeta tadını unuttukları bu pastaya kavuşmak harika olmuştu.

Üstelik Fransız radyosunda sevdikleri programda başlamak üzereydi. Werner radyoyu odaya getirdi. Uyumadan önce dinlediler.

Yetimhanede birkaç beceriksiz çocukta vardı ama Madam Rosa’nın derslerini diğerleri gayet iyi takip ediyorlardı.

Akşamlar müdire hanım pembe sabahlığını giyer, küçüklere Fransızca masal anlatırdı.

Ne yazık ki Almanya ile Fransa savaşa gidiyordu. Bu küçük kasabada madencilikten başka geçim kaynağı yok gibiydi. Zaten, Werner’la Jutta’ nın babaları da maden de ölmüştü. Jutta’nın bütün korkusu 15 yaşına geldiğinde ağabeyinin de madene çalışmaya gönderilmesiydi.

Ertesi gün kapı gene çaldı. “Dün akşamki çocuğu arıyoruz, saçları beyaza yakın açık sarı olanı” dediler. Parti komiseri “o çocuğu sevdim, çok akıllı buralarda ziyan olmasın, Berlin’deki askeri okula gönderilsin” demiş. “Gelmek isterse hazırlansın, işlemleri başlatacağız” diyordu kapıdaki görevli.

Bu habere inanamıyorlardı. Jutta ağabeyinden ayrılacağı için üzgündü. Gitmesini istemiyordu. Werner, “Ben de senden ayrılmak istemiyorum ama madende hayatımın kararmasını daha kötüsü babam gibi ölmeyi de istemiyorum dedi. Hem gönderecekleri askeri okul, Almanya’nın en iyi okuluydu.

Hemen görevliyle birlikte komiserin evine gitti. Kahvesini içmekte olan ve verdiği kararla hayatını değiştirecek olan adama teşekkür ederek, başvuru formunu imzaladı.

 Haziran 2021, Istanbul



 

Bu haftalık yazı çalışmaları için Anthony Doerr ‘in kitabı “All the Light We Cannot See” isimli kitaptan esinlenerek yazdığım bir  öykü

 kalın harfle yazılmış olan sözler, yazı esnasında kullanmamız için verilen kelimeler.

Okuduğum en güzel kitaplardan biridir.

 

2 yorum:

  1. Elif gerçekten o savaşın karanlığında içim açıldı... Ellerine sağlık...

    YanıtlaSil
  2. Çok teşekkürler Füsun:))

    YanıtlaSil