Eşi Andromache evde yoktu. Evdekilere sordu, “çarpışmanın
şiddetlendiğini duyunca paniğe kapıldı. Çocuğu kaptığı gibi kuleye tırmandı.
Savaşı oradan izliyor” yanıtını aldı. Hemen şehri geçip, surlara koştu.
Birbirlerini görünce koşup sarıldılar. Arkadan çocuğun dadısı Hektor’un oğlu
Astyanax’ı getiriyordu. Ailesini görünce Hektor’un ilk defa yüzü güldü.
Andromache’nin babası Kazdağlarında kraldı. Ne var ki, daha evvel ki
saldırılarda bütün ailesi Aşil tarafından öldürülmüş, kimsesi kalmamıştı.
Ağlamaya başladı. Hektor’a “Seni deli fişek, benim sevgili Hektor’um, bu
cesaretin seni öldürecek. Ne çocuğuna ne de bana acıyorsun. Bütün ailem öldü. Neyse
ki zırhlarını almadı, saygı gösterdi aileme Aşil, ateş yaktırıp cesetlerini
attırdı ateşe. Onlardan geriye hiçbir şey kalmadı. Kimsem yok benim. Sen de
ölürsen ne yaparız? Savaş meydanına inme, buradan bu kuleden idare et savaşı.
Bak şu incir ağacının olduğu yerde duvarlar alçak, o noktaya üçtür
saldırıyorlar. Büyük ve küçük Ajaks, idomeneus, Agamemnon, Menelaus, Diomedes,
hepsi o surları aşmayı denedi” dedi.
“Bütün bunlar benim kafamı da meşgul ediyor ama eğer
savaştan çekilirsem kimsenin yüzüne bakamam. Ben böyle alışmışım, askerin
başında en ön safta olmaya. Benim yapacağım fedakarlık hem babama hem bana şereftir.
Kalbim de bana kalmamı söylüyor, Truva’nın sonunun geldiğini babamın, benim
hepimizin öleceğini ben de biliyorum. Hepsine üzülüyorum ama en çok düşündüğüm
sensin. Sana bir zarar gelmesinden korkuyorum. Ben ölürsem seni esir ederler,
başka bir kadının hizmetçisi olursun, bir de üstüne bak bu zavallı bir zamanlar
Hektor’ un karısıydı, Truva’nın prensesiydi, şimdi kuyudan su taşıyor” derler. İnşallah
o günleri görmeyiz. Dedi.
Sonra oğlunu kucağına almak için eğildi. Çocuk babasının
miğferinden korktu dadısına kaçtı. Anne baba güldüler, Hektor miğferi çıkarıp
yere bıraktı. Miğfer güneşte pırıl pırıl parlıyordu. Eğildi çocuğu kucağına
aldı, öptü, kucağında zıplattı, Zeus’a yakardı “Bu çocuk babasından daha
kahraman olsun, anasına mutluluk ve gurur getirsin” dedi. Çocuğu annesine
verdi. Andromache hem ağlıyor hem de gülümsüyordu aynı anda.
Hektor’ un yüreği sızladı, onun sırtını okşayıp, “hüzünlenme,
benim için üzülme, kader neyse o olur. Kaderimde yoksa kimse beni öldüremez.
Korkak da olsa cesur da olsa kimse kaderinden kaçamaz. Doğduğumuz gün yazımız
anlımıza yazılmıştır. Şimdi eve git, günlük işlerine bak, yün eğir, dokuma yap,
örgü ör, diğer kadınlara da söyle onlar da çok çalışsın. Savaş kısmını da biz
erkeklere bırakın. Truva’da doğan bütün erkekler savaşacak, en başta da ben”
dedi.
Hektor miğferini başına geçirdi, eline silahını aldı,
ayrıldılar. Andromacha gözü arkada gidiyordu eve doğru ağlayarak. Sağlam evine
girdiğinde, kendisi gibi bütün ev halkı da ağladı. Hektor yaşıyordu henüz ama
kimse onun bu savaştan sağ salim döneceğine inanmıyordu. Gidişat onu
gösteriyordu.
Paris fazla vakit geçirmeden evinden çıktı, dinlenmiş,
silahlarını parlatmış, bütün yakışıklılığıyla boy gösterdi Sanki ahırda fazla
kalmış, koşmaya can atan soylu bir at gibiydi. Öyle bir hızla fırladı. Hektor’a
yetişti. Hektor hala karısıyla konuştuğu kulenin altında ağırdan alarak
düşünceli ilerliyordu.
Paris “Geciktim biraz beklettim seni halbuki çabuk gel
demiştin bana” dedi ağabeyine.
Hektor, “İnanılmaz bir adamsın. Aslında iyi bir askersin ama
kafana göre hareket ediyorsun. Geride kalıyorsun, savaştan kaçıyorsun. Millet
seninle alay ediyor, ona üzülüyorum. Onlar bu sıkıntıya senin için
katlanıyorlar sen sarayda oturuyorsun. Tamam şimdi saldırı zamanı. Bu badireyi
atlatırsak soracağım senden bütün bu olan bitenlerin hesabını” dedi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder